Makale

GUGUK KUŞUNA GAZEL

GUGUK KUŞUNA GAZEL

Abdurrahman ALKAN

Deveci Dağları’nı gül kırmızı yangınlara çeviren temmuz güneşi, dünyanın en zor işini yapan rençperlere bir müjde gibi dağların ardında kaybolur.

Orak tarlasında, uzun yaz günü nihayet biter. Uzaklardan köyün tek şerefeli küçük minaresinden aceleci bir akşam ezanı yayılır ovaya. Paydos zamanı gelmiştir artık. Bel doğrultulur, önde uzanan tarlaya bakılır. Yarın da şurayı biçtik mi işi kolaylarız. Üç güne kalmaz bitiririz. Tırmık, anadut, tırpan, orak; boşalan yoğurt tası, toprak su testisi toplanır.

İyi akşamlar, altında peynir ekmek yediğimiz, gölgelendiğimiz ahlat ağacı; iyi akşamlar, tarlamızın sınırı böğürtlenler. Kalın sağlıcakla; kuşburnular, süpürgelikler, meşe ağaçları, kurnası yosun bağlamış pınar.

Akşam serinliğinde, şerbet kırmızısı gökyüzü altında uzak tarladan maaile aheste adımlarla eve doğru sessiz, huzurlu, dingin bir yürüyüş başlar. Hiç acele etmeden, telaşlanmadan. Herkesin üzerine tatlı bir yorgunluk ve bir sükûnet. Yorgun ayaklar, yumuşak toprakta usulca yol alır. Kalplere bir huzur iner yorulan kollardan, alın terinden, emekten, helal kazançtan. Bir tas sıcak çorbanın huzuru siner gözlere. Serin yer yataklarını bekleyemeden tahta sedirin üzerinde, bir minderin kenarında insanı esir alıveren yaz uykusunun hayali gözlerde uçuşur. Bir an evvel eve varmak için can atılır.

Serin rüzgârlar, sararan başaklarla oynar. Gözler, dalgalanan ekin denizini seyre dalar. Uzaklardan köye dönen sürülerin çıngırakları hazin bir türküyü taşır. Kulaklarda, çalıların arkasından akşamı selamlayan guguk kuşunun yorgun sesi vardır.

Sabah ezanında ayağa kalkan, binbir türlü işle uğraşan, gün boyu doğru dürüst oturamayan cefakâr bir anne, nihayet balkona oturur ve yatsı ezanını bekler. Yorgun beden bir minderin üzerine çöker ama gönül bu, durmaz. Ana yüreğidir; aklı hep çocuklarında. Ezanı beklerken Urla’da inşaatta çalışan büyük oğlunun ne ahvalde olduğunu düşünüp derin düşüncelere dalar ve hasretini en küçük oğluyla paylaşır. Uzaklarda, annenin sesine gurbet hüznü katan guguk kuşunun mahzun sesi vardır.

Televizyonun henüz olmadığı köyde, geceleri herkes bir akrabasına, komşusuna oturmaya gider. Herkes yorgundur ama insan muhabbet ister. Ekinlerin boyundan, tarlanın taşından, günün sıcağından konuşulur. Çocuklar kilimin desenlerinde ağaçtan yapılan arabalarını koşturur. Sobanın külünde pişirilen patatesler, kavrulan nohutlar bir şölendir. Bereket iner toprak eve, ay ışığı geceden.

Yarın hangi tarlaya gideceksiniz, denir. Yağmurlar başlamadan harmanınız biter değil mi, denir. Bizim az kaldı, yardıma geliriz, denir. Bunaldığınızda mutlaka söyleyin, denir. Sohbet tatlı ama gece kısadır. Sabah zorlu bir gün vardır. Kalkılır.

Bir zaman sonra çocuk yorulmuştur. Annesinin dizine koyduğu başı oracıkta ağırlaşmış, ertesi gün oynayacağı oyunların rüyasına dalıvermiştir. Kısa yaz gecelerinde gidilen bir evde baldan tatlı uykuya yenik düşen çocuk; abisinin sırtında eve dönerken kulaklarında bir yerlerden gelen guguk kuşunun uyku çağıran mahmur sesi vardır.

Yaz, iş demektir köyde. Herkes çalışır; erkek kadın, çoluk çocuk… Traktör henüz Kafdağı kadar uzaktır buralara. Serin yaz gecelerinde uzak tarlalardan kağnılarla ekin sapları köydeki harmana taşınır. Sap yığınları deste deste kağnıya yüklenir. Ve çocuk için rençberliğin en güzel anı gelir: Babası küçük çocuğu kaptığı gibi sap yüklenmiş kağnının üzerine çıkarır. Bir ödüldür ona. “İyice tutun iplere.” diye tembih eder. Yumuşak ekin saplarının üzerine sırtüstü uzanır çocuk, eller urganlarda kilitli. Bir gıcırtı yayılır tekerlerden sütbeyaz geceye. Gözler, gök kubbede yıldız mahşerini seyre dalar. “Herkesin bir yıldızı varmış, benimki acep hangisi?” diyen çocuğun hayretinde guguk kuşunun dingin sesi vardır.

Yaz gecesi yıldızlar kaynıyor gibidir bir çağlayandan. “Ne kadar çok yıldız var baba.” der çocuk balkonda otururken. “Gel”, der yıldızların dilinden anlayan baba. Evin önündeki geniş bahçeye çıkarlar. “İyice bak gökyüzüne.” Allah Vardır kitabından yıldızları, galaksileri, nebulaları şaşkınlık ve hayranlık içerisinde defalarca okuyan yaşlı baba, en küçük oğluna semanın dilini çözer:

“Şunun adı Küçük Ayı’dır, şu büyük bir kepçeye benzeyen yedi yıldız var ya onun adı Büyük Ayı. Şu beyazlara bürünmüş uzun şeride Samanyolu denir. Sana gülümseyen şu yıldızın ışığı çok uzaklardan ve uzun zamanlardan gelmiştir. Ve bunların hepsi Yaradan’ın bir ayetidir.” Babasından yıldızların macerasını dinleyen çocuğun kulaklarında, yukarı bahçedeki erik ağacının dalında öten guguk kuşunun derin sesi vardır.

Kimi zaman, sığırtmacın önüne katılan bir hayvan sürüden ayrılır ve dağda kalır. Gecenin bir vakti birkaç arkadaş yollara düşer. Dağlarda, tarlalarda ay ışığı altında umutla umutsuzluk arasında yitik aranır. Atılan her adımda onun yoldaşlığı hissedilir. Dağların ıssızlığında, gecenin hazin hâlinde, hep guguk kuşunun dost sesi vardır.

Yaz gecesi bir şölen gibidir. Hemen evlere koşulmaz akşam olunca. Bütün çocuklar toplanır. Geceye uygun oyunlar oynanır. Yarısı polistir çocukların, yarısı kaçak. Koşarlar, oynarlar ve takati biten çocuklar sonunda bir duvarın dibine çökerler. Uyku, gözlere çöreklenmeye başlamıştır. Ama hiçbiri “Hadi eve gidelim artık.” demez. Sonra haylaz birinin aklına bir şeytanlık düşer: Yukarıdere’de Ali amcanın nohutları olgunlaşmıştır. Haydi, gidelim, der. Muzip gözler birbirine bakar. Dudaklarında, olgunlaşan nohutların tuzunu hissederler. Dayanamazlar. Anlaşma çabuk sağlanır. Sessizce, mahcup bir yüzle ayağa kalkılır. Gizli gizli gidilen dağ yolunda -Allah affetsin- guguk kuşunun şahitliği vardır.

Hatıralara açık bir yaz günü ramazanıdır. Orucun en çok yakıştığı mevsimdir. Acziyetin teslimiyete itaat ettiği demlerdir. Abiye, ablaya, anneye ayrı ayrı tembih edilir; “Ne olur sahura beni de kaldırın. Unutmayın ama!” Abla küçük kardeşini uyandırmaya gelir. Çocuğun yüzünde yarın oynayacağı misketlerin parıltısını, peşinden koşturacağı topun coşkusunu, atacağı gollerin sevincini, kovalamacanın heyecanını görür. On dört saat orucu düşünür. Kardeşinin zayıf kollarına bakar. Kıyamaz. Sonra yüzüne bir gülümseme yayılır. Öğle ezanında satın alırım ben orucunu.

Elini yüzünde dolaştırır. Hadi, der. Sahur zamanı. Kalkacaktın ya… Gözlerini açamadan yavaş yavaş kalkar çocuk.

Ayın on dördü bir gecede uykulu gözlerle uyanır. Fedakâr, hamarat bir annenin yaptığı sahura özel yağlılar sofrayı donatır. Çocuk uyuklayarak yer sofrasına yaklaşır. Akşamki ısrarın izi yoktur uzuvlarından uyku damlayan çocukta. Babanın, annenin, abinin, ablanın yüzünde bir gülümseme dolaşır. Uykusu açılsın diye akşamdan dışarıda bırakılan testiyi almak için dışarı gönderilir. Ilık ve tatlı bir esinti, yüze bulaşan uykuyu savurur. Çocuk, gözlerini açar. Her şey uyanmıştır sahur vaktinde: Bahçedeki selvi kavaklar, söğütler, yıldızlar ve ay… Nurlu gecede manzarayı tamamlayan guguk kuşunun manevi sesi vardır.

Eylül gelir, güzel yaz biter. Hiç bitmeyecekmiş gibi duran koskoca yaz tatili sona erer. Artık toparlanma zamanıdır. Son gece, acıya benzeyen bir hüzünle küçük valiz toplanır. -Etrafa saçılan elbiseler toplanır da hatıraları nasıl etmeli?- Ertesi sabah gün ağarmadan yollara düşecek olan çocuk, yıldız gecesini seyretmek için son kez balkona çıkar. Yarın bu vakitler, burada olmayacaktır. Kalabalık bir yurt soğukluğunda uyumaya çalışacaktır. Hatıralar gelir başucuna konar. Uyku gökteki yıldızlar kadar uzaktır. Güzel olan her şey geride kalmıştır.

Küçük valizini toplayan çocuğun yüzünü, üstesinden gelemediği bir huzursuzluk kaplar. Her şey yerli yerindedir. Bulutsuz gökyüzü, yıldızlar, mehtap. Bir kendisi olmayacaktır burada. Anadan, babadan, arkadaşlardan ayrılık… Uykusuz gözlerle son kez seyreder manzarayı. Mehtaplı gecede guguk kuşunun gurbeti başlatan hazin sesi vardır.

Gölgeler uzamaya başlar. “Gün ikindi, akşam olur. Sular hendeğine dolar.” Ömür kemale erişir. Hayat, alında derin çizgilerle yol alır. Önüne düşen ak saçlara dalgın dalgın bakar insan bir berber aynasında. Bir an tanıyamaz aynadaki yüzü. Bakar hayretle.

Gel gör ki “Sular batıya meyleder.” ve “Yorulur bir akşamüstü ansızın”. Hiç dinmeyecek sanılan deli rüzgârlar esmez olur. Sakin bir liman olur gönül. Göz toprağa bakar. Kimi hayaller artık sadece bir hayaldir. Rol biter. Oyun biter.

Eski şarkılar gibi unutulur bir köşede. Bir sonbahar yorgunluğu gelir çöker. Yapraklar dökülür. Kıştır gelen. Yolculuktur. Gidiş haberi gelir dostların bir bir. Bir hazırlık telaşı kaplar. Dönüş endişesi alır insanı.

İnsan bir taşın üstüne oturur, döner geriye bakar. Ne yazlar geçmiştir ömründen guguk kuşunun sesinden. Hatırlar bir bir. Ilık yaz akşamlarına, mehtaplı yaz gecelerine ait her güzel hatıranın arka fonunda hep onun büyüleyen nağmesi vardır.

Ve geçen ömrün her hatırasında, insanın can kulağına guguk kuşunun faniliği fısıldayan uhrevi sesi vardır.