Makale

RAMAZAN ŞİFAHANESİ

RAMAZAN ŞİFAHANESİ
Gülsüm SOYDAN
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzman Yardımcısı

Derdliler için mü’mine Lokman Ramazan’dır.

(Alvarlı Muhammed Lutfî)

Hânelerimize ramazan; hastalıklarımıza devâ geldi. Kavuşmak için dua edilen o şifa mevsimi geldi (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-evsat , IV, 189). Hz. Eyyûb’a (r.a.) bağışlanan şifalı su misali; yaralarımıza merhem, dizlerimize derman geldi (Sâd, 38/42). Her bir hastalığımıza ayrı bir hekim geldi.

Midemize şifa geldi. Dolu bir mide, ibadeti hazmetmenin düşmanı, tefekküre engeldi. Oruçluyuz; canımızın istediğini canımız istediği zaman yiyip içemiyoruz. Açlık, insana insan olduğunu, kulluğunu, acizliğini hatırlatır. Bu nedenle yeme-içme ihtiyacı, insanın bir “ilah” olamayacağının en belirgin kanıtlarındandır. Nitekim İsa Peygamber’in (a.s.) ve annesi Hz. Meryem’in (r.a.) yemek yemesi, onlara “ilahlık” iddiasında bulunanlar için ilahi bir cevap olmuştur (Mâide, 5/75).

Toku ağırlamak zordur, derler. İnsanın açlığı doyar doymasına da tokluğu doymaz. Tok olanın kendisini Allah’tan müstağni görmesi yaygın bir hastalıktır. Bu yüzden oruç vesilesiyle aç kalan insan, Allah’a muhtaç olduğunu iliklerine kadar hisseder. Anlar ki; onun bezgini olduğu nimetler, başkalarının hasretidir. Sanki Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın şu dizeleri de bu hakikati açıklar gibidir:

Eren, açlıktan ermiştir huzur-i hazret-i Hakk’a

Bilen açlıkta bilmiştir ulûm-i bahr-i irfanı

Kamu açlıktadır devlet saadet izzet-ü lezzet

Dilimize şifa geldi. Aç olanın mecalsiz kaldığı muhakkak. Onun bu mecalsizliği, konuşmasını da kısıtlar. Az konuşan da az hata yapar elbette. Ramazan ayında daha çok dua etme ve Kur’an okuma gibi güzel meşguliyetleri olur dilimizin. Yakışıksız sözler, günaha bulanmış kelimeler dilimize yaklaşamaz. Çünkü oruç bir kalkandır (Buhârî, Savm, 2); diline hâkim olmak, ibadetin sevabını korumaktır.

Elimize şifa geldi. İnsan insanı en çok da hemhâl olunca anlar. Ramazan ayının dışında da aç olanların hâli, oruç tutarken daha iyi anlaşılır. O yüzden yılda bir tedavi edilmezse cimrilik kangreni olur insan. Artık hiç eli yokmuşçasına kimseye yardım edemez hâle gelir.

Malımıza şifa geldi. Ramazan ayında nimetlerle aramıza giren mesafe, bizi daha çok şükretmeye sevk eder. Her şeyin şükrü de kendi cinsindendir. Malımız belli bir miktarda birikince fakirin hakkı da filizlenir o yığılan toprakta. Üzerinden bir yıl geçtiğinde olgunlaşıp istifade edilecek duruma geldiği zaman toplayıp hakkını hak sahibine veririz. Aksi takdirde bahçemizden verim alamayız. Birikimlerimiz hastalıklıdır. Şifası ise zekâttır; fakire, bizdeki hakkını vermektir. Zekât bir hayır işi değildir. Zorunlu bir tedavidir.

Fakirliğe şifa geldi. Ramazan, bütün Müslümanların sevincidir. Ramazan Bayramı ise yokuştan sonra düzlüğe ulaşılmış gibi başka bir sevinç. Bu sevinci toplumun her kesimine yayan bir melteme ihtiyaç var. Oruç tutacak kadar sağlığı yerinde olmayanlar, onun bedelini, fidyesini öder. Bir de can sadakası da denilen fitre var ki fıtratın, yaratılmış olmanın şükrüdür.

Uykumuza şifa geldi. Uyku ağırlığının altından kalkmak kolay değil. “Oruç, ağırlığı kaldıran haşmetli vinç” der Necip Fazıl. Ramazanın dışında mışıl mışıl uyuduğumuz saatler, mutfakta harıl harıl hazırlandığımız, diş fırçalayıp namaz kıldığımız saatlerdir artık. Rıfkı Kaymaz’ın sözleriyle “Gönüller gül kokarken geceler nehâr olur”. İradesizliğimiz sahurla da şifa bulur.

Kalabalıklığımıza şifa geldi. Her insanın bir süre kendisiyle baş başa kalmaya ihtiyacı vardır. Duraksayıp olanı biteni düşünmeye… Hız ve haz dünyasında, her inancın kendine göre sükûnete erme yöntemi var. Bize yetişmeye çalışan ruhumuz düşe kalka ardımızdan gelirken durup onu beklemek, onunla bütünleşmek, yaptıklarımıza anlam vermek, yapacaklarımızı seçmek, kalabalık sıtmasının yegâne ilacıdır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) mescitte, insanların arasında bir çadır kurarak girdiği itikâf, bize bu ilacın tarifini veriyor.

İstikrarsızlığımıza şifa geldi. “Az da olsa devamlı olan amel” düsturu, nebevî bir mucizedir (Buhârî, “Rikak”, 18; Müslim, “Müsâfirîn”, 216). Ama bu mucize karşısında aciz kalırız diğer zamanlarda. On bir ay Kur’an’ı bir kez okumak için bulunamayan zaman, bir ayda nasıl da çoğalıyor öyle. Sel aşar, damla aşındırır misali… Birden yapılan çok iş değil, az ve düzenli yapılan işler, bir değişikliğe sebep olabilir ancak. Bu yüzden ramazan, kendimizde değiştirmek istediğimiz ne varsa bunun nasıl olabileceğini uygulamalı olarak öğretir bize.

Vefasızlığımıza şifa geldi. Her güzel anın yıl dönümünü kutlama gayreti, vefalı olmanın da göstergelerinden biridir. Dünya ve ahiretimizi imar eden, müminlere şifa kaynağı olan Kur’an’ın (İsrâ, 17/82), yeryüzüne indirilişinin yâd edilmesi de en güzel vefa şeklidir. Ramazan ayı boyunca cüz cüz okuruz Kur’an’ı. Ayın son kısmında ise heyecan ve merakla Kadir Gecesi’ni ararız. Her günü kadir biliriz. Böylece Kur’an’ın kadrini biliriz. Bu arayış, bir güne hasredilmiş vefalardan daha kıymetlidir.

Günahlarımıza şifa geldi. Günahlardan muhacir olmak için sevapların ensarlığına tutunduğumuz bir hicrettir ramazan. Enderunlu Fazıl’ın, “Sâki ayağını çek ki zaman başka zamandır.” dediği, bağımlı olunan günahlara bile adım attırmayan ters rüzgârdır ramazan. Kendi sildiği camlardan bakan insan huzur duyar. Kıyaslanmaz ama birer günah sileceği olan iki ramazan arasındaki günahlardan temizlemek ne kadar güzeldir.

“Ramazanda kapalıyız” yazar bazı iş yerlerinde. Cehennemin kapıları da ramazanda kapalıdır (Nesâî, “Sıyâm”, 5). Kapalı kapıları zorlamamak lazım. Ramazan gibi kıyısı olmayan bir rahmet denizine girip kuru çıkmamak gerekir.

Çok eskilerden hastanelerin adı, şifahane imiş. Sanki bir tevekkülü, Allah’a güveni, şifa bulunacağına dair inancı temsil eden bir isimlendirme: Şifahane. Yine aynı minvalde, hasta olunca, “şifayı kaptık” dememiz de bu yüzden. Arapça’da hastalık kelimesi (dâün), deva ile aynı köktendir. Bizleri sınamak üzere hastalığı da şifayı da veren Yüce Allah’tır (Şuarâ, 26/80). Gariptir ki hasta olanlar, şifa bulanlara göre Rabbini daha çok hatırlar. Bir de ramazan, bu kadim dost (Bakara, 2/183), onun farkında olana, onun yollarını gözleyene şifadır. Yoksa tedaviyi reddeden, şifayı nasıl bulsun. Yolu gözlenip “Hoş geldin” diyerek karşılanan ramazanı, Niyazi Mısrî gibi “Elveda” bestesiyle uğurlamak da onun sadece alelade bir zaman dilimi olarak görülmediğinin delili gibidir.

Yine firkat nârına yandı cihân,

Hasretâ gitti mübârek Ramazan.

Nûruyla bulmuştu âlem yeni cân,

Firkatâ gitti mübârek Ramazan.