Makale

RAMAZANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

RAMAZANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Nurcan SOLAK
Nevşehir İl Müftü Yardımcısı

“Allah’ım, recep ve şabanı hakkımızda bereketli eyle ve bizi ramazana ulaştır.”

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 259.)

Resulüllah (s.a.s.) Efendimizin recep ayının girmesiyle okumaya başladığı duadır bu. Recep ve şabanda bereketi arayan ama asıl itibarıyla ramazana kavuşma iştiyakını dile getiren bir dua… Bu duada ramazana iki ay süreyle kalbî bir hazırlık vardır aslında. Ramazanı bekleyen bir peygamber düşünün. Acaba neden bekliyor? Veya acaba bizler bu peygamber duasını dilimize virt edinirken aynı özleyişle aynı manevi hazırlık ile bekleyebiliyor muyuz ramazanı?

Her amelin karşılığı kulun emeği ve niyeti nispetinde ödenir ve miktarı bellidir. Allah Teâlâ, kulundan gelecek en küçük bir iyiliğe dahi on mislinden yedi yüz misline varan bir ecir takdir etmiştir. (Buhari, Tevhit, 126.) Ancak oruç ibadetinin ecri çok daha fazladır. Zira Allah, hadis-i kutside “Oruç benim içindir ve onun karşılığını verecek olan benim.” (Buhari, Savm, 2.) buyurmak suretiyle oruç için hesapsız bir mükâfat vadettiğini bildirmiştir. Peki, bu ibadeti bu denli özel hâle getiren ve oruçlu kişinin böylesine özel bir ilahi muameleye tabi tutulmasını gerektiren husus nedir?

Hiç şüphesiz ki oruç, riya tehlikesinin belki de hiç olmadığı, kendisine riyanın hiç sızmadığı tek ibadettir. Oruçlu kişi mahrumiyet sebebiyle değil, sırf “Allah öyle emrediyor.” düşüncesiyle nefsinin en tabii ve baskın eğilimleri olan yeme içmesini, cinsel dürtülerini bir süreliğine dahi olsa terk etmektedir. Gönüllü bir şekilde açlık ve susuzluğa, zorluk ve meşakkate talip olmaktadır. Üstelik sırf insanların arasına karıştığı vakitlerde değil, kimsenin görmeyeceği, ayıplamayacağı, kınamayacağı bir ortamda kendi nefsiyle baş başa kaldığında dahi bu sözünü, bu niyetini bozmamak, bundan caymamak pahasına. Bu yönüyle oruç bedenî hazları, lezzetleri sınırlayarak ruhani cephemizi güçlendiren rahmani bir lütuftur âdeta.

Ancak bilmeliyiz ki kişinin orucu bozacak maddi şeylerden kaçınması ne kadar önemli ise onun manasını bozup sevabını zedeleyen, İslam ahlakına ve insan fıtratına aykırı olan davranışlardan sakınması da en az o derecede önemlidir. Yani tutulan oruç yalnızca midenin orucu olmaktan ibaret kalmayıp tüm uzuvların birlikteliğiyle ifa edilmelidir. Dilimizin orucu olmalıdır; yalana, kötü söze, gıybet ve dedikoduya, dilimizle işleyebileceğimiz her türlü cinayete “Dur!” diyebilmekle… Gözümüzün, kulağımızın orucu olmalıdır; malayani şeyleri görüp dinlememekle… Ve en nihayetinde kalbimizin orucu olmalıdır; içimizdeki öfke, haset, kin ve adavet duygularına, bitmek tükenmek bilmeyen hırslarımıza, arzu ve ihtiraslarımıza gem vurabilmekle… O hâlde oruç başlı başına nefisle cihattır aslında. Evet… Cihat yalnızca savaş meydanında düşmanla çatışmakla değil, yeri geldiğinde en büyük düşmanımız olan nefsimizle çatışmak suretiyle gerçekleşir. Bizler gönül dünyamızın rikkatini, kabaran nefsimizin terbiyesini, hızla koşan istek ve arzularımızın törpülenmesini, sivrilen benlik ve gururumuzun kırılmasını oruç ibadetiyle sağlamış oluruz. Bu anlamda oruç ibadeti iç âlemimizin tasfiyesi, nefsimizin terbiye ve tezkiye edilmesidir. Çünkü oruç demek, “imsak” demektir. İmsak ise disiplindir, kişinin kontrollü bir hayat yaşaması, iradesini gönlünün değil aklının hizmetine sunmasıdır. Nitekim Müslümanın hayatı ölçülü bir hayattır. Allah’ın belirlediği sınırlar içerisinde hareket etmeyi öngören, aşırılıklar gösterip Allah’a muhalefet etmekten sakındıran ve de helallerden ibaret olan bir dünya anlayışı olmalıdır Müslümanın. Zira Allah Teâlâ, insanı belli bir amaç için yarattığını bildirir. (Zariyat, 51/56.) Ancak insan kendisini müstağni gördüğü vakit haddini hududunu aşmaya, azgınlaşmaya mütemayil bir varlıktır. Yaratılış amacımızın en önemli parçasını teşkil edecek olan bu iç disiplinin kazanımı ise söz konusu olan “imsak” anlayışı ile mümkündür.

Bu itibarla oruç ibadeti dünyanın en ideal öğretmeni, ramazan ayı da nadide bir mekteptir âdeta. Oruç, ehil bir üstat, ramazan ise bir külliyedir. Tüm anlamıyla ramazan, bir arınma ve dinlenme vakti olup gönlün ve ruhun huzura erdiği seçkin zamandır.

Ramazan, aynı zamanda hürriyet ayıdır. Zira bedenen her ne kadar hür isek de asıl hürriyet bedenlerin değil; gönüllerin, zihinlerin hürriyetidir. Öyle ki gücü, makam mevkii ne olursa olsun en basit bir alışkanlığına bile karşı koyamayan, arzularının kölesi olan bir insan, hiçbir surette hür değildir. Ve ne yazık ki kimimiz malın, paranın; kimimiz makam mevkiin; kimimiz şan şöhretin; kimimiz de şehvetin esiri olmuş durumdayız. İşte ramazan, bu esaret hâllerinden sıyrılıp iradenin zaferiyle özümüze döndüğümüz, hürriyetimize kavuştuğumuz aydır.

Üstelik ramazan ayı Allah’ın af ve mağfiretinin daha bol olduğu, müstesna bir zaman dilimidir. Bu ayda mümini cennete ulaştıracak rahmet kapıları açılıp şeytanın insan üzerindeki nüfuzu zayıflamaktadır. Bu bakımdan ramazan, İslam’ı yaşama, zirvede hissetme ayı olduğu gibi aynı zamanda İslam’ın güzelliklerini muhatabımıza da hissettirebilme ayıdır. Bizleri yenilemeyen, irademizi güçlendirmeyen, ihtiyaç sahibi insanlara karşı içimizde merhamet duygularını yeşertmeyen, cimriliğimize şifa olmayan, okuduğumuz hatimlere rağmen gönlümüzü aydınlatmayan, uzunca kıldığımız teravihlere rağmen bizleri rehavetten alıkoymayan bir ay olmamalıdır ramazan. Zira bizler manevi, ahlaki ve insani duyguların diriliş mevsimi olması gereken ramazanda yenilenmez, güçlenip arınmaz isek daha ne zaman arınırız?

O hâlde tüm bu anlamlarıyla oruca, imsake hazır mıyız?

Peki infaka hazır mıyız? Nitekim ramazan aynı zamanda infak ayıdır. İnfak, Müslümana malını ihtiyaç sahiplerinin hakkından arındırma fırsatı vermektedir. Böylelikle mal arınırken ruh da mal tutkusundan arınmakta ve infak terbiyesi bir ruh terbiyesine dönüşmektedir.

Allah Teâlâ, kendisine nispet etmiş olduğu bu özel oruç ibadetini layık-ı veçhile ifa edebilmeyi ve bu müstesna ayı kendi lehimize çevirebileceğimiz vakitler hâline dönüştürebilmeyi müyesser eylesin. (Amin.)