Makale

SADIK UYSAL İLE ÖMRÜ BEREKETLİ KILMAK ÜZERİNE…

SADIK UYSAL İLE ÖMRÜ BEREKETLİ KILMAK ÜZERİNE…

Mahir KIlI

Sadık Uysal, 1946 yılında Trabzon ili Çaykara ilçesi Şahinkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çaykara’da, ortaokulu Rize’de, imam-hatip okulu ve yüksek İslam enstitüsünü Bursa’da okudu. Dokuz yaşında hafız olan Uysal, Müderris Kadir Şahin’den özel dinî eğitim; Nûr-i Osmaniye Kur’an Kursunda da Hasan Akkuş’tan tashîh-i hurûf eğitimi gördü. İlk göreve 1966 yılında Rize’de imam-hatip olarak başlayan, sırasıyla 1978 yılında Bursa Ulu Camii imam-hatipliğine, 1986 yılında İnegöl, 1988 yılında da Osmangazi ilçe müftülüğüne atanan, ardından 07.04.2003 tarihinde Artvin müftülüğüne getirilen ve 18.04.2003 tarihinde bu görevde iken emekliye ayrılan Sadık Uysal, Bursa Müftülüğüne bağlı olarak Ulu Cami İbnü’l-Cezerî Aşere-i Takrib Kursunda ders vermektedir.

Emekli olmak demek toplumumuzda elini eteğini her şeyden çekip köşeye çekilmek olarak algılanıyor, oysa sağlıklı yaşlanabilmek için aktif emekli olmak gerektiğine vurgu yapıyor uzmanlar. Sizin hayatınızda emekli olduktan sonra neler değişti ve uzmanların bu yorumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabii, uzmanların söylediklerinde elbette haklılık payı var. Bunu biz bir şekilde yaşadığımız hayat içerisinde zaten görüyoruz. Bu sadece bir insanın emekliliğinden sonra daha sağlıklı yaşlanabilmesi için bir şeyle meşgul olması değil. Normal şartlar altında her insanın birtakım işlerle, faaliyetlerle meşgul; toplumuna, milletine, insanlığa, dinine, devletine faydalı olması zaten gereklidir. Bu vb. işlerle uğraşmayan insanlar, her zaman mutsuz olurlar; mutsuz olmaları bir tarafa insanlık vazifelerini de yerine getiremezler. Dolayısıyla bu çerçeveden baktığımızda emekli olduktan sonra bizim hayatımızda pek bir şey değişmedi. Çünkü emekli olana kadar nasıl yıllarca Kur’an hizmetiyle meşgul olmuşsak emekli olduktan sonra da bir şekilde buna devam ettik ve ediyoruz. Zaten Kur’an hizmetinden ya da çalışmaktan, gayretten, talebe yetiştirmekten emekli olunmaz, emekli olunan şey memuriyettir. Dolayısıyla memuriyet ile bizim yaptığımız iş arasındaki bağlantı tali bir bağlantıdır. Bu vesile ile biz de yine emekliliğimizden sonraki süreçte çalıştık ve hâlâ çalışıyoruz. Allah (c.c.) bize ömür ve sağlık verdiği müddetçe çalışmalarımızı, talebe yetiştirmeyi, Kur’an’a hizmeti devam ettireceğiz. Rabbim inşallah bizi bu konuda sebatkâr eylesin. Son olarak buradan hareketle şunu da söylemek istiyorum. Evet, uzmanların söyledikleri gayet doğru. Biz de hayatımızda bu doğruluğu temaşa edebiliyoruz.

2003’te emekliliğe ayrıldınız fakat üretmekten, çalışmaktan vazgeçmediniz. Öğrencilerinizle ilgilendiniz, onlara vakit ayırarak hem bilginizi hem tecrübenizi istifadelerine sundunuz. Yaşamınızın bundan sonraki bölümünde neler yapmak istiyorsunuz?

Şahsen ben memuriyet hayatımdan emekli olduktan yani aktif görevimden ayrıldıktan sonra yine çalışmalarıma devam ettim. Tıpkı aktif görevde olduğu gibi devam ettim üstelik. Örneğin şu an Bursa Müftülüğüne bağlı olarak Ulu Cami İbnü’l-Cezerî Aşere-i Takrib Kursunda ders vermekteyim. Bu faaliyetlerin bana hem fiziksel manada zindelik verdiğini hem de bir şekilde hayatımdan memnun olmamı sağladığını düşünüyorum. Çünkü bununla evvela Rabbime, milletime, ülkeme, insanlara, halka ve evlatlarıma olan vazifemi yerine getirdiğim düşüncesi ve psikolojisi ile mutlu oluyorum. Öte yandan bizim yaptığımız işin memuriyette olduğu gibi bir mesaisi yok. Bu çalışmalarımız, belirli bir saatte başlayıp biten, daha sonra ilgilenilmeyen bir iş değil. Biz talebelerimizle çalışmalarımızı belirli bir zaman ve yer mefhumu olmadan hep sürdürdük ve sürdürmeye de devam ediyoruz. Bir manada bu çalışmalarımız ve hizmetlerimizin tıpkı bir balığın muhtaç olduğu su gibi bütün hayatımızı kuşattığını ve bizim de bunun içerisinde bir şekilde nefes alarak yaşamımızı devam ettirdiğimizi söyleyebiliriz. Bu da bizim için elbette bir şükür vesilesidir.

İslam dininin yaşlılara verdiği kıymet malumunuz, büyüklere saygı kuşkusuz kültürümüzün de bir parçası. Ancak modern zamanda insanlar arasındaki ilişkiler birtakım değişikliklere uğradı. Bu bağlamda ihtiyar insanlara bakış değişti mi sizce ya da siz böyle bir durum hissediyor musunuz?

Evet, dediğiniz gibi. Bizim gerek geleneğimizde ve kültürümüzde gerek toplumsal tarihimizde, milletimizin tarihinde yaşlılara saygı duymak her zaman önemli olmuştur. Sadece yaşlılara da değil aynı zamanda kadınlara, çocuklara, düşkünlere merhamet etmek, saygı duymak, onlara yardımcı olmak gerekir. Hem fiziksel hem duygusal anlamda aciz olan kardeşlerimize bir şekilde sahip çıkmak, onların bu yaşam içerisinde sağlıklı bir şekilde hayatlarını idame etmelerine bir anlamda katkı sağlamak toplumumuzda vazifemiz olarak her zaman kabul edilmiştir. Dinimiz de yine aynı şekilde herkese bunu emretmektedir. Son zamanlarda yaşlılara karşı tavırda bir değişiklik var mı? Bu soruya cevap vermek o kadar kolay değil. Evet, artık yaşlılara eskisi kadar kıymet verilmiyor, gençlerimiz artık saygısız oldu, diye cevap vererek kolaycılığa kaçıp bu işin içinden sıyrılıp gitmek kabil belki ama bunu yapmak doğru değil. Çünkü bu, gençlerle alakalı bir şey değil. 21. yüzyılı idrak ettiğimiz bu dönemde yaşam koşulları, dünya, siyaset, kültür, edebiyat, felsefe, eğitim konseptleri, eğitim anlayışları gibi pek çok şey değişti. Dolayısıyla bu değişim çerçevesinden baktığımızda insanlar arasındaki ilişkiler de doğal olarak değişti ve farklı bir noktaya doğru evrildi. Bu çerçevede elbette yaşlılara dönük olarak tutumlarımızda eskisi gibi bilinçli ve çok kuvvetli bir bağlılık olmadığını söylemek mümkün ama en nihayetinde gençlerimiz arasında çok saygılı olan, yaşlıları, kadınları, çocukları kollamayı kendisine görev addeden gençlerimiz de var. Bunların da hakkını yemememiz lazım.

Kısacası bu manada her ne kadar olumsuz örneklerle karşılaşsak da olumlu örnekleri unutmamamız ve gençlerimize haksızlık etmememiz gerekir.

İhtiyarlıkta fiziki açıdan bir gerileme yaşansa da ruhi ve zihnî olgunluk üst seviyelere çıkıyor. Siz kendi yaşam tecrübenizden hareketle bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kuşkusuz yaşlı olmak, insanın fiziki olarak zayıflaması anlamına da geliyor. Gerileme olarak da bu görülebilir. Ama en nihayetinde insanın ruhu ile bedeni arasında çok güçlü bir irtibat olduğunu ve insanın arzularının, heveslerinin, gençlikte onu daha fazla ayartan birtakım duyguların ve tutkuların beden gücüyle yani fizyolojik yapısıyla da bir anlamda irtibatlı olduğunu düşünecek olursak elbette yaşlanmanın insanın manevi anlamda olgunlaşmasına katkı sağlayabileceğini de söylememiz lazım. Ancak yaşlanan her insanda mutlak manada olgunlaşmanın ya da kemale ermenin mümkün olmayacağını da söylemek gerekir. Yaşlanmak, kişinin kemale ermesi, manen ve ruhen yükselebilmesi için bir fırsattır. Bu, bir anlamda insanın bedensel arzulardan uzaklaşabilmesi nispetinde kullanabileceği bir fırsattır. Ama en nihayetinde bazı insanların ısrarla dünyevi olana sarıldıklarını, vücutça yaşlanmalarına rağmen bunu kabullenmeyip genç olmaya çalıştıklarını ve ruhlarındaki o nefsani arzularını diri tutmaya çalışarak yaşlılığın imkânlarından yeterince istifade edemediklerini söyleyebiliriz. Ama şunu da belirtmek gerekir ki yaşlılığın insana sağladığı imkânları insan gençlikte de elde edebilir. Bunun birçok örneğini büyük âlimlerimizin, dervişlerimizin hayatlarında görmekteyiz.

Dolayısıyla tekrar söylemek gerekirse yaşlılık insan için bir olgunlaşma fırsatıdır. Çünkü insanın yaşlandıkça bir şekilde bedenle olan irtibatı daha da azalır ve bu durum, Rabbine yakınlaşma açısından insana imkân verir.