Makale

GENİŞ AİLE

GENİŞ AİLE

Müzeyyen YAZICI

Geniş bir ailede dünyaya açtım gözlerimi. Öyle şanslı hissediyordum ki kendimi. Dünyalar tatlısı bir ablam, beni koruyup kollayan bir ağabeyim vardı. Onlar ilk oyun arkadaşlarımdı benim. Annem ve babam üzerime titrerdi. Ne de olsa evin en küçüğüydüm, hani tekne kazıntısı derler ya… Üstelik bu kadar da değil, tonton mu tonton iki ninenim dizinin dibinde büyümüştüm.

Annem de babam da evin tek çocuklarıymış, hep bir kardeş özlemi duymuşlar. İleride bir gün yuva kurduklarında Allah nasip ederse şayet çocuklarının kardeş sevgisini tatmasını istemişler. Evlendikten birkaç yıl sonra ağabeyim Asım şenlendirmiş hanelerini. Ardından da ablam Sevim. İkisi birlikte büyümüşler. İlk zamanlar pek zor olmuş annem için iki küçük çocuğu bir arada büyütmek. Ama çocuklar birbirlerine oyun arkadaşı olunca, onların arasında yeşeren kardeş sevgisini görünce bütün zorlukları unutmuş. Anneannem ve babaannem memleketteymiş. Sık sık gider gelir anneme yardımcı olmaya çalışırlarmış.

Uzun zaman sonra da ben teşrif etmişim haneye. Fakat hayat, insanı her doğumla birlikte sevince gark ederken ansızın gelen vefatlarla da hüzne boğabiliyor. Ben henüz birkaç aylıkken büyükbabam ani bir kalp kriziyle hayata gözlerini yummuş. Annem ve babam, babaannemi memlekette yalnız bırakmak istememişler. Bizimle yaşamasını teklif etmişler. Babaannem de kabul etmiş. Bütün gün benimle ilgileniyor, böylece acısını az da olsa unutuyormuş. Çok geçmemiş ki bu defa da dedemin hastalık haberi gelmiş. Sinsi bir illet meğer kimselere fark ettirmeden bütün vücudunu sarmış. Hastane odalarında geçen üç ayın sonunda o da ebedî âleme göç edince anneannem de yalnız kalmış. Anneciğim o günleri biraz hüzünle biraz kederle anlatırdı bize. Biraz da babama duyduğu minneti sıkıştırırdı söz arasına. Zira babam, aile giderek kalabalıklaşıyor diyerek anneme sezdirmeden daha geniş bir eve geçmek için kolları sıvamış. Bir akşam buruk da olsa müjdeli haberi vermiş anneme. Daha geniş bir eve geçeceklerini, bu sayede anneannemi de yanlarına alabileceklerini söylemiş. Annem gözlerinden iri iri damlalar dökülürken sevinci ve hüznü birlikte sığdırmış yüreğine.

Taşınma işleri bittikten sonra anneannem de katılmış haneye. Hayal meyal hatırlarım, ikisi de etrafımda dört döner, beni parka çıkarır, birlikte oynatır, akşam olunca da birlikte uyuturlardı. Hatta geceleri kötü bir rüya görsem parmak uçlarıma basa basa sessizce odalarına girer, acaba hangisinin yanına uzansam diye kısa bir an tereddüt yaşar, kimi zaman “o piti piti” sayıp kim çıkarsa yanına kıvrılıverirdim.

Eşlerini zamansız toprağa veren bu iki kadın önceleri sadece dünürken zamanla birbirinin kardeşi mesabesinde olmuş. Birbirlerine “ahretlik” diye hitap ettiklerini anımsarım. Ahretlik ne demek diye sorar, verdikleri cevabı o zamanlar pek anlamasam da anlıyormuş gibi yaparak başımı sallardım. Sabah üçümüz erkenden kalkardık. Anneannem çayı koyar, babaannem ablamla ağabeyimi uyandırmaya giderdi. Annem ve babam da kalkmış, işe gitmek için hazırlanmış olurdu. Anneannemin kızarttığı ekmeklerin kokusu dün gibi aklımdadır. Önce babamı ve annemi uğurlardık işe. Ardından ağabeyim ve ablamın okul servisi gelirdi. Herkes gittikten sonra biz üç kafadar kalırdık. Uzun uzun sohbet ederdik kahvaltı sofrasında. Üçümüzün de yetişmesi gereken herhangi bir yer yoktu. Telaşsız ve sakindik. Hayatın keyfini çıkarıyorduk. Gerçi ikisinin de öyle belli belirsiz gözlerinin yaşardığı, eski günleri hatırladıkları anlar olurdu. O zaman da ben bir muziplik yapar onları güldürür, havayı esir alan kahverengi bulutları bir bir dağıtırdım. Böyle kalabalık bir evde her şey güllük gülistanlık olmuyordu tabii. Fakat ninelerimin bilgeliği, anne ve babamın her şartta gösterdikleri hürmet sayesinde ufak atışmalar da tatlıya bağlanıyordu. Herkes üzerine düşen sorumlulukların farkındaydı. Böylesi kalabalık bir ailede sevilmiş ama şımartılmamıştım. Tamam, belki biraz şımartılmıştım ama çok da sayılmaz. Annem bir konuda uyarınca ninelerimin gözlerinin içine bakardım, onlar da anneme hak verir, ona arka çıkarlardı. Babam bir ikazda bulunsa kimse üzerine söz söylemez, otoritesini sarsmazdı.

Üçümüzün arasında özel bir bağ vardı. Kimi zaman ablam ve ağabeyimin de dikkatini çekerdi bu. Arada tatlı tatlı sitem ederlerdi ninelerine. Hele abim o koca cüssesiyle “Ben de sizin torununuzum, beni de sevin.” diye ninelerimin başına üşüşürdü. Ablam gülerdi onun bu hâllerine. Bilirdim ağabeyim bütün bunları biraz da beni kızdırmak için yapardı. Ben onların eline doğmuş sayılırdım. Beni onlar büyütmüştü. İlk masalımı onlardan dinlemiş, ilk adımlarımı onların buruşuk fakat sevecenlikle dolu ellerinden tutarak atmıştım.

Hiç unutmam birinci sınıfa başladığım gün ikisi de anne babamdan önce hazırlanmış, yola düşmüşlerdi. Sevinçlerine diyecek yoktu. Bana alfabeyi çalıştırmaktan, hesap öğretmekten büyük zevk alıyorlardı. Ağabeyim ve ablam zaten üst sınıftadı. Ninelerim de benimle ilgilenerek anne ve babamın yükünü hafifletiyorlardı. Yemek işi anneannemden sorulurdu. Elinin ayrı bir lezzeti vardı. Babaannem önce çok dirense de zamanla anneannemin yemeklerinin üstüne yemek tanınmayacağını kabul etti ve mutfağın hâkimiyetini ona bıraktı. Babaannem de terzilikte mahirdi. Bana elbiseler diker, söküğü, yırtığı tamir eder, hem oyalanır hem de aile bütçesine katkıda bulunurdu.

Evin alışverişini de çoğunlukla biz görürdük. Üçümüz çarşıya çıkar, patates kaç para, yağın litresi kaç lira olmuş, taze meyve hangi manavda bulunurmuş keşfederdik. Manavda öyle tatlı atışırlardı ki… Anneannem “Ahretlik karnıyarığın iyisi uzun, mor patlıcandan olur.” derdi. Babaannem sözü ele alır “Ahretlik bundan karnıyarık olmaz, oturtmasını yapalım.” diye söylenirdi. Sonra gelsin kalabalık sofralar.

Onlar ailemizin neşesi, evimizin bereketiydi. Konu komşu da kimi zaman şaşırarak kimi zaman takdir ederek karşılardı, iki dünürün evlatlarının evinde bir arada yaşamasını. Anneme acıyanlar bile çıkardı aralarından. O zaman içten içe öfkelenirdim. Ne var şaşıracak, biz böyle çok mutluyuz, derdim içimden. Hem siz hiç sabun kokusuna sarılıp uyumanın keyfini duydunuz mu ömrünüzde? Benim ninelerimin başörtüleri mütemadiyen beyaz sabun kokar, mis gibi kokar. Akşamları gece başörtülerini bağlayıp uyurlar. Siz evde her gün Allah kelamının okunmasının bereketini bilir misiniz? Ayetelkürsi okumadan evden çıkmaz, tebareke okumadan uyumazlar. İhtiyar hâllerine aldırmadan her işe koşarlar. İçimden hem söylenir hem de ninelerimle birlikte yaşadığım için gurur duyardım.

Seneler uç uca eklenip evin çehresi zamanla değişince hayatın hep böyle devam etmeyeceğini anlamaya başladım ben de. İlk önce ağabeyim ayrıldı evden. Kırıkkale’de tıp fakültesini kazanmıştı. Gerçi bu, hatları keskin bir ayrılık değildi. Her hafta sonu geliyordu ve biz o kalabalık aile sofralarına tekrar kavuşuyorduk. Ertesi yıl ablam Erzurum’da sınıf öğretmenliği kazandı. Erzurum uzak memleket. Ha deyince çıkıp gelemezdi. Onu özlüyordum. Zamanla ağabeyimin de gelişleri seyrelmişti. Dediğine göre dersleri ağırlaşmıştı ve hafta sonları öğrenci evinde arkadaşlarıyla ders çalışması gerekiyordu. Artık evin tek çocuğuydum. Zaman zaman bunu fırsata çevirmedim de değil. Bütün ilgilerini, sevgilerini üzerime boca etmelerini bekliyordum. Henüz gurbet nedir bilmiyor, ağabeyim ya da ablam çıkıp geldiğinde onlara gösterilen ihtimamı gözümde büyütüyor, olur olmaz meselelerden tatsızlık çıkarıyordum. Öyle zamanlarda ilk mürebbiyelerim, sevgili ninelerim beni kaşla göz arasında odaya çeker, henüz küçüksün gurbet nedir bilmiyorsun, diye söze başlar, nasihat ederlerdi. Hem gönlümü alır hem de hoyrat davranışlarımı törpülerlerdi. Büyüğe saygıyı, küçüğe sevgiyi onlardan öğrendim. Babaannem “Şefkat büyükten küçüğedir.” derdi. “Onlar sana nasıl şefkat gösteriyorsa sen de onlara saygıda kusur etmemelisin.” diye tamamlardı sözünü. Anneannem, “Gel benim kıvırcığım,” diye sarılır, “koca kız oldun sevilmeye doyamadın.” diyerek takılırdı.

Şimdi ben de gurbette sayılırım. Yolum İstanbul Hukuk Fakültesine düştüğünde artık ablam çoktan öğretmen olarak atanmış, ağabeyim bir yandan çalışırken bir yandan TUS sınavlarına hazırlanan çiçeği burnunda bir doktor olmuştu. Benim sevgili ninelerim ise tekne kazıntılarının üniversite kazandığını göremeden ebedî âleme göç etmişlerdi. Birbirlerine ahretlik diyen bu iki tatlı ihtiyar ahiret yurdunun kapısında buluşmuştur umarım. Bana gelince tatillerde memlekete gidiyorum. Annem ve babam bütün özlemiyle beni karşılıyor, bağırlarına basıyor. Annem mükellef sofralar kuruyor. Yazın ablam ve ağabeyim de katılıyor soframıza. Yine kalabalık bir aile oluyoruz. Benimse gözlerim sofranın iki ucunda boş kalan iskemlelere takılıyor. Anneannemin yemeklerini, babaannemin sabun kokulu tülbentlerini özlüyorum. Birlikte eski günleri yâd ediyoruz. Söz dönüp dolaşıp benim yaramazlıklarıma geliyor. Sofradan birbiri ardına ayrılan ninelerimi hayır dualarıyla anıyoruz. Böylesine güzel bir ailede, dedelerimi tanıyamasam da onların bize emaneti olan ninelerimin dizi dibinde büyüdüğüm için Rabbime şükrediyorum.