Makale

ÂMİNE: SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN ANNESİ

ÂMİNE: SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN ANNESİ
Prof. Dr. Huriye Martı
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.s.), hem anne hem de baba tarafından Kureyş kabilesine mensuptur. Kureyş, geçimini ticaretle kazanan, meşhur, zengin ve köklü bir Arap kabilesidir. Birçok koldan meydana gelen bu kabile, Mekke’nin kontrolünü elinde tutması ve Kâbe’nin bakımı, hacılara su ikramı gibi hizmetleri üstlenmesi sebebiyle diğer Arap kabileleri arasında üstün bir yere sahiptir. Asalete ve cömertliğe son derece önem veren Araplar, Peygamberimizin doğumundan önce de Kureyş’e saygı duyarlardı.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimizin babası Abdullah, Kureyş kabilesinin Hâşimoğulları sülalesinden geliyordu. Adaleti, cesareti ve güzel ahlakı ile tanınan Kureyş lideri Abdülmuttalib’in on üç oğlundan biriydi. Yüzünde herkesin ilgisini çeken bir aydınlık, alnında sanki bir ışıltı vardı (Abdürrezzâk, Musannef, V, 317). Abdullah, Şam’a gittiği bir ticaret yolculuğundan dönerken Medine yakınlarında hastalanıp vefat ettiğinde henüz on sekiz, yirmi yaşlarında bir gençti. Âmine ile evleneli çok kısa bir zaman olmuş, hamile olan eşinin dünyaya getireceği o eşsiz güzellikteki Muhammed bebeği maalesef görememişti. Abdullah, babasının dayıları olan ve Medine’de yaşayan Neccaroğullarının mahallesinde defnedilmişti. Kaderin tecellisidir ki, yıllar sonra onun kabrini ziyarete gelen eşi Âmine de aynı şekilde hastalanarak burada vefat edecekti…

Peygamberimizin annesi Âmine ise yine Kureyş kabilesinden olup Zühreoğulları sülalesine mensuptu. Babasının adı Vehb, annesinin adı Berre idi. Onun doğumu ya da çocukluğu hakkında maalesef bilgi sahibi değiliz. Ama Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah ile genç yaşta evlendiği ve ondan sonra kimseyle evlenmediği, biricik yavrusunun da Sevgili Peygamberimiz olduğu bilinen bir gerçektir.

Âmine ile Abdullah’ın evliliği özenle, mutlulukla, özel bir törenle gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü her ikisi de seçkin ailelerin kıymetli çocukları olup nezih bir şekilde büyümüşlerdi. Peygamberimiz yıllar sonra bunu şöyle ifade etmişti: “Ben anne ve babamdan, Cahiliye çağının kötülüklerinden hiçbirine bulaşmaksızın tertemiz meydana geldim. Ben, Âdem’den babama ve anneme varıncaya kadar hep nikâhlı birlikteliklerin sonucu olarak gelmişimdir.” (İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 409) Peygamberler zincirinin son halkasını insanlığa hediye edecek olan bu şerefli evlilikten birkaç ay sonra Abdullah’ın vefat etmesi yüreklere kor ateş gibi düşmüş ve Peygamberimiz yetim olarak dünyaya gelmişti. Abdullah’tan eşine miras olarak Bereke (Ümmü Eymen) adında bir cariye (ki daha sonra Peygamberimizin dadısı olacaktı), beş deve, birkaç keçi, bir kılıç ve bir miktar para kalmıştı (İbn Sa’d, Tabakât, I, 100). Tabii bir de sadece Mekke’nin değil, bütün insanlığın gözbebeği olan sevgili yavrusu…

Peygamberimizin hayatını bize anlatan bazı siyer ve hadis kaynakları, asil ve yakışıklı bir genç olan Abdullah’ın alnında diğer gençlerde bulunmayan bir nurun dikkat çektiğini; Âmine, Peygamberimize hamile kalınca bu nurun ona geçtiğini aktarır (Abdürrezzâk, Musannef, V, 317). Birçoğumuzun duymuş olduğu, bilhassa irfan geleneğimizde ve edebiyatımızda “nûr-ı Muhammedî” diye anılan aydınlık ve ışık budur. Ayrıca Peygamberimiz bir hadisinde, “Ben atam İbrahim’in duası, İsa’nın kavmine müjdesi, annemin Şam saraylarını aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını gördüğü rüyasıyım. İşte peygamberlerin anneleri böyle rüya görürler.” buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 128). Âlimlerimiz, Son Peygamberi müjdeleyen bu rüya ve benzeri bazı olağanüstü olaylara dair rivayetlerin zayıf olduğu değerlendirmesinde bulunur. Ancak şiirler, ilahiler, naatlar, dilden dile dolaşan anlatılar ve hatta hepimizin aşina olduğu Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i kültürümüze işleyen bu harikuladeliklerden sevgi ve saygıyla bahseder:

Âmine hâtun Muhammed ânesi

Ol sadefden doğdu ol dür dânesi

(Âmine hatun Muhammed’in annesi / O sedeften doğdu o inci tanesi)

Çünki Abdullah’dan oldu hâmile

Vakt irişdi hafta vü eyyâm ile

(Çünkü Abdullah’tan hamile oldu / Hafta ve günler geçince doğum vakti geldi)

Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn

Çok alâmetler belürdi gelmedin

(Muhammed’in gelmesi yaklaştı ama gelmeden önce birçok alâmet ortaya çıktı)

Ol Rebîu’l-evvel ayı nîcesi

On ikinci gice isneyn gicesi

(Rebiü’l-evvel ayının on ikinci pazartesi gecesiydi)

Ol gice kim doğdu ol hayru’l-beşer

Ânesi anda neler gördü neler

(O gece insanlığın en hayırlısı doğdu / Annesi onda neler neler gördü)

Didi gördüm ol Habîb’in ânesi

Bir aceb nûr kim güneş pervânesi

(O Sevgili Peygamberin annesi şöyle dedi / Öyle bir nur gördüm ki güneş onun çevresinde pervane olmuştu)

Berk urup çıkdı evimden nâgehân

Göklere dek nûr ile doldu cihân

(Şimşek gibi çakıp aniden evimden çıktı / Göklere kadar bütün dünya bu nur ile doldu)

Peygamberimiz, Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak üzere fillerle desteklediği ordusuyla gelip bozguna uğrayarak döndüğü yıl (Fil Senesi) dünyaya gelmişti (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 215; Tirmizî, Menâkıb, 2). Dedesi, doğumunun yedinci gününde bir ziyafet vererek onu sünnet ettirmiş, “göklerde ve yerde övgüyle anılan” anlamında adını Muhammed koymuştu (İbn Abdilber, el-İstîâb, I, 38-39; Zehebî, Târîh, I, 27). Annesi Âmine, bebeğini dünyaya getirdikten sonra onu birkaç ay emzirmiş ve ardından sütanne bakımına vermişti. Araplarda yaygın olan sütannelik geleneği; bebeklerin bakımı, olumsuz iklim şartlarından korunması ve eğitimi adına uygulanmaktaydı. Peygamberimizin ilk sütannesi, Mekke’de yaşayan amcası Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe idi. Ardından ikinci sütannesi Halime olmuş ve Muhammed bebek dört yıl kadar Halime ve ailesiyle birlikte Mekke dışında yaşamıştı (Bkz. Çubukcu, Asri, “Halîme”, DİA, XV, 338).

Aslında Peygamberimiz iki yaşına geldiğinde sütannesi Halime onu annesine vermek üzere getirmiş ama Mekke’de veba salgını olmasından dolayı bir süre daha bakmak üzere geri götürmüştü. Bu süre içerisinde onun annesi Âmine ile hangi sıklıkta görüştüğünü bilmiyoruz. Ancak kuvvetle muhtemeldir ki Mekke’nin eşrafından olan ailesi onu yalnız bırakmamış, sıcakların hafiflediği mevsimlerde bebekle bir araya gelmişti. Zira Peygamberimizin üzerine titreyen ve onu Abdullah’ın emaneti olarak gören dedesi Abdülmuttalib, torununun büyümesini yakından takip etmiş olmalıydı. Diğer yandan sütannesi Halime’nin ailesi de Peygamberimizi çok sevmiş, ilgi ve şefkatle büyütmüş, bu güzel yetimi yanlarına almakla hissedilir bir şekilde hayatlarına bereket geldiğinden bir bakıma minnettar olmuşlardı.

Âmine artık dört yaşını geçen yavrusunu yanına aldığında anne-çocuk ilişkisinde yeni bir dönem başlamıştı. Peygamberimiz iki yıl daha annesiyle birlikte yaşama imkânı bulacaktı. Altı yaşına geldiğinde, annesi Âmine onu ve cariyesi Ümmü Eymen’i yanına alarak Yesrib’e yani Medine’ye doğru bir yolculuğa çıktı. Amacı hem eşi Abdullah’ın kabrini ziyaret etmek hem de dede Abdülmuttalib’in annesi tarafından akraba olmaları sebebiyle dayıları sayılan Neccâroğulları ile görüşerek bir süre Medine’de misafir kalmaktı (Topaloğlu, Bekir, “Âmine”, DİA, III, 63-64).

Mekke ile Medine arası, 470 km. mesafe olarak bugünün şartlarında en fazla beş saatlik bir yolculukla aşılabilmektedir. Oysa o gün deve sırtında ilerleyen yolcular için günlerce süren ve yolda konaklayarak gecelemeyi gerektiren bir mesafeydi. Yolculuğu sağ salim tamamlayan küçük kafile, Medine’de bir ay geçirdi. Eve dönüş yolunda, Mekke’ye yaklaşık 190 km. mesafedeki Ebvâ köyünde hastalanan Âmine, genç yaşında dünyaya gözlerini yumdu (Abdürrezzâk, Musannef, V, 318). Onun vefatıyla henüz altı yaşındaki Sevgili Peygamberimiz hem öksüz hem de yetim kalmıştı… Dadısı Ümmü Eymen nadide bir emanet olan Hz. Muhammed’i Mekke’ye getirerek dedesine teslim ettiğinde, Abdülmuttalib’in himayesinde geçecek yıllar başlamıştı. Bu süre zarfında da Ümmü Eymen, Peygamberimizi hiç yalnız bırakmayacaktı.

Sevgili Peygamberimiz, çocukluğu sırasında Medine’ye yaptığı bu seyahati ilerleyen yıllarda da hatırlayacaktı. Nitekim hicretten sonra Medine’deki ikameti esnasında Adiyyoğullarının yaşadığı mahallede duraklamış, “Burası (Medine’ye geldiğinde) annemin kaldığı yerdi. Yüzme öğrendiğim havuz da bu idi. Burada Enîse’nin kızı ile oynuyordum.” demiştir (İbn Sa’d, Tabakât, I, 116). Ayrıca hicretin altıncı yılında annesinin kabrini ziyaret eden Allah Resulü (s.a.s.) onun muhabbet ve merhametini hatırlayarak ağlamış, yanındakiler de bu tablo karşısında gözyaşı dökmüştü (Müslim, Cenâiz, 105).

Peygamberimizin annesi Âmine, iki peygamber arasında kalan ve nebevî tebliğin kesintiye uğradığı bir dönemin insanıdır. Hz. İsa’ya inen vahyin tahrifler sonucu aslını kaybettiği, Son Peygamber Hz. Muhammed’e de henüz vahyin gelmediği bu dönem “Fetret Devri” olarak adlandırılır. Fetret sürecinde yaşayanlar, hak dine davet edilme imkânından mahrum kalmışlar, peygamberin kutlu çağrısına ya da ilâhî kitabın hidayet rehberliğine kavuşamamışlardır. Onların ahiretteki durumlarının ne olacağı, âlimler tarafından tartışılmıştır. Peygamber Efendimizin anne ve babası için âlimlerimizin çoğu cennete gireceklerine dair ümit beslemekte ve hatta bazı deliller sunarak bunu ispatlamaya çalışmaktadır. Elbette bu, son derece hassas bir konu olup hakikati ancak Allah bilir. Bize düşen ise, biricik Peygamberimizin ailesini tanımak, onun aile hayatını örnek almak ve onun gibi yaşamak için gayret göstermektir.