Makale

RUSYA MÜSLÜMANLARININ MÜDAFİİ: ABDÜRREŞİD İBRAHİM

RUSYA MÜSLÜMANLARININ MÜDAFİİ:
ABDÜRREŞİD İBRAHİM
Koray ŞERBETÇİ
21 Haziran 921 tarihinde Sevsen er-Ressî adlı Abbasi elçisinin başkanlığında Bağdat’tan yola çıkan heyette daha sonraki yüzyıllarda kaleme aldığı seyahatnamesi ile Türk ve İslam kültür tarihinde önemli yer tutacak olan Ahmed ibn Fadlan yer alıyordu. Bu heyet, Bağdat’tan ayrıldıktan sonra Rey, Nişabur, Merv, Buhara ve Harizm üzerinden 12 Mayıs 922’de Bulgar hanının İdil (Volga) boyundaki karargâhına ulaşmış ve tahmin edildiğine göre yaz mevsimini orada geçirerek kıştan önce geri dönmüştür. Heyetin görevi İslamiyet’i kabul etmiş İdil boyundaki Türklere dinî anlamda rehberlik etmek ve Abbasi halifesinin İdil Bulgar hanını siyasi olarak tanıdığını bildirmekti. İşte bu seyahatin yapıldığı zaman diliminde atılan İslamiyet’in hidayet tohumları yaklaşık bin yıl sonra tıpkı İbn Fadlan gibi bu bölgeden de önemli bir Müslüman yazar ve seyyahın insanlığa kazandırılmasına vesile olacaktır. Bu kişi Abdürreşid İbrahim Efendi’dir.

Abdürreşid İbrahim Efendi, 3 Nisan 1857’de Sibirya’da Tobolsk ilinin Tara kasabasında dünyaya gözlerini açtı. Soyu Buharalı bir Özbek aileden gelmekteydi. Yazılarında kendini “aslen ve neslen Türk” olarak tanımlayan Abdürreşid İbrahim’in babası Ömer Efendi devrin siyasi hadiselerine karışmış vatanperver Sibirya Türklerindendi. Annesi ise Başkurt Türklerinden Afife Hanım’dı. XIX. asrın ikinci yarısında dünyaya gelen Abdürreşid İbrahim’in yaşam öyküsü de bu devrin kabiliyetli tüm Müslüman aydınları gibi çile ve mücadele dolu olacaktı.

Eğitimi

Abdürreşid İbrahim’in tahsil macerası yedi yaşındayken başlar. Ama bu zorlu bir başlangıç olacaktır. O, ilk eğitimini almak için doğduğu yer olan Tara’ya seksen km uzaklıktaki Avvuş köyündeki yatılı bir medreseye gönderilir. Ancak burada tutunamaz ve bir yılı tamamlamadan memleketine geri döner. Bu dönüşün üzerinden yaklaşık üç yıl geçtikten sonra ikinci kez yola düşer. Bu sefer Orenburg vilayeti Çelyabinsk (Çelebi) nahiyesindeki bir Başkurt köyü olan Elmen’e gönderilir. Burada tahsiline devam ederken hem annesini hem de babasını kaybettiği ve on iki yaşındaki küçük kardeşinin halası tarafından yanına gönderildiği haberini alır. Artık hem ailesi hem de parası olmayan bir gençtir kendisi. Hayatının ilk adımlarında derin bir boşluğa düşmüştür.

Yeni bir ufuk arayışı

Fakat onun başına gelenler henüz sona ermemiştir. Tam bu dönemde Osmanlı-Rus Savaşı ortamında denetimler sıkılaştırılmıştır. Ailesinden yoksun kalmanın acısını yaşarken bu kez de pasaportsuz yakalandığı için hapse düşer. Bir yıl boyunca Tara ve Kazan hapishanelerinde kalır. Fakat hapiste kaldığı bu dönem kendisi için yepyeni bir ufkun kapısını açar. Hapishanede Rusya’nın çok çeşitli bölgelerinden gelmiş olan Müslüman Türklerle tanışması ve sohbet etmesi ona farklı bir bakış kazandırır. Abdürreşid İbrahim burada tanışıp görüştüğü insanlardan edindiği yeni bir bakış sonucu tahsiline Medine’de devam etme arzusu duymaya başlar. Ama bu arzu sadece fikirde kalmaz. O arzusunu gerçekleştirmek için harekete geçer.

Hapis hayatından sonra bir süre özel öğretmenlik ve imamlık yapar. Takvimler 1879’u gösterdiğinde önce İstanbul’a gelir. Ardından hac farizasını yerine getirmek için Hicaz’a doğru yola koyulur. Ama hacdan geri dönmeyerek Medine’ye yerleşir. Artık arzusunu gerçekleştirebilecektir. Eğitimine burada devam eder. Beş yılda fıkıh, tefsir, hadis, kıraat gibi dinî derslerinin yanında Arapça ve Farsça da okur ve diplomasını alır. Önemli şahsiyetlerle tanışıp görüşür. Artık dönüş zamanı gelmiştir. Abdürreşid İbrahim, 1884 yılı sonlarına doğru İskenderiye üzerinden İstanbul’a, oradan da memleketi Tara’ya döner. Burada bir medresede ders vermeye başlar.

“Esaret eğitimle bitecektir.”

Abdürreşid İbrahim, hacdan döndükten sonra ders verdiği medreselerin durumundan rahatsız olmaya başlar. Çünkü medreselerin eğitim programları etrafındaki gelişmeleri takip edecek yenilikte değildir. Kendisi bu duruma bir hayli kafa yorar. En sonunda o dönemde Sultan II. Abdülhamid’in bütün Müslümanların dayanışmasını ve birleşmesini amaçlayan politikasından da güç alarak İstanbul ile Tara arasında bir manevi hat inşa eder. Böylece Rusya Müslümanlarının durumu güçlendirilecek, kurumları ıslah edilecek ve Rusya’nın siyasi ve kültürel saldırıları karşısında Müslümanlar da dik durabileceklerdir.

Abdürreşid İbrahim ikinci kez hacca gittikten sonra dönüşte medreselerin ıslahı çalışmalarını başlattı. O dönemde usul-i cedit adı verilen ve yeni eğitim yöntemini izleyen bir okul açtı. Bu faaliyetinde en büyük desteği Kırım’da ders kitapları hazırlayan ve Türk dünyası için “dilde, fikirde, işte birlik” fikrini ortaya koyan İsmail Gaspıralı’dan aldı. Bunları yaparken bir yandan da İslam dünyasındaki pek çok âlimle mektuplaşarak hem bakış açısını geliştirdi hem de Rusya Müslümanlarından ve sorunlarından herkesi haberdar etti.

Fakat zaman XIX. asırdı ve bütün İslam dünyası Batı’nın askerî, ekonomik ve kültürel saldırısı altında ağır bir bunalım geçirmekteydi. Bu tabloyu iyi okuyan Abdürreşid İbrahim, o dönemde Batı saldırganlığına karşı İslam dünyasının yegâne kalesi olan Osmanlı Devleti’ne yöneldi.

Bu konuda somut adımlar atmak isteyen Abdürreşid İbrahim, 1890 yılında memleketi Tara’dan yanına aldığı on talebeyle İstanbul’a geldi. Talebeleri Darüşşafaka ve Darü’t-tedris okullarına yerleştirdi. Rusya Müslümanlarının bu hareketi hemen resmî anlamda da karşılığını buldu ve talebelerin bütün masrafları, Osmanlı Devleti tarafından karşılandı.

Fakat bu basit bir hareket değildi. Özellikle bu adımın yansıması Rusya Müslümanları arasında çok büyük yankı buldu. Onun İstanbul’a talebe yollaması Rusya Müslümanları arasında sevinçle karşılanıp kendisine Rusya’nın her bölgesinden müracaatlar başladı. Elbette dönemin Rus hükümeti bundan çok rahatsız oldu ve bu faaliyetlere sıkı denetim getirdi. Gelgelelim Çarlık rejiminin sarsıldığı 1910’da denetim gevşedikten sonra İstanbul’a öğrenci gelişi yeniden başladı.

Abdürreşid İbrahim hayatı boyunca yaptığı her seyahatte ilk önce, gittiği ülkenin eğitim sistemine bakmak âdetinde olmuştur. İbrahim’e göre, cehalet, en önemli İslam dünyası problemidir. Rusya Müslümanlarının eğitimde geri kalmış olmasından dolayı esaret altına girmiş olduklarını her fırsatta ifade etmiştir. Bundan dolayı ona göre: “Esaret, eğitimle bitecektir.”

Siyasi mücadele başlıyor

Eğitimdeki çabaları sonucu hızla yükselen Abdürreşid İbrahim, 1892’de Ufa şehrinde Orenburg Şer’i Mahkemesine üye seçilerek kadılık yapmaya başladı. Ama bir süre sonra buranın müftüsü ile arasında ayrılık çıkınca görevinden istifa etti ve İstanbul’a giderek siyasi mücadelesine burada devam etti. Bu sırada Rus Çarlığının Türklere yaptığı baskı ve haksızlıklar gitgide artmaktaydı. Bu duruma karşı sesini yükseltmeye karar veren Abdürreşid İbrahim, Çolpan (Çoban) Yıldızı adlı kitabını yayımladı. Kitap gizlice Rusya’ya sokuldu ve Rusya Müslümanları arasında yayıldı.

Tam bu dönemlerde kendisi dünyayı tanımak ve incelemek, aynı zamanda Rusya Müslümanlarının çektiği sıkıntıları anlatmak için İstanbul’dan başlayarak üç yıl süren bir seyahate çıktı. Seyahat rotası bir hayli genişti. Mısır, Hicaz, Filistin, İtalya, Avusturya, Fransa, Bulgaristan, Sırbistan, Batı Rusya üzerinden Çin Türkistanı’na kadar erişti. Buradan da Sibirya üzerinden memleketi Tara’ya döndü.

Ama artık siyasi mücadelesine başlamıştı. Eğitim alanında verdiği ve bir hayli yol aldığı mücadelesi şimdi siyasi zemine taşınmıştı. Bu doğrultuda 1902’de Petersburg’da yayımlamaya başladığı Mir’ât adlı dergi ile Rusya’daki Müslümanların dertlerini ele aldı. Bu faaliyetleri yakından izleyen Çarlık hükûmeti kendisinden rahatsızdı. Bu nedenle tutuklandı ve Odesa’ya gönderildi. Fakat o Rusya Müslümanları arasında o kadar seviliyor ve saygı görüyordu ki Müslüman kamuoyunun baskıları sonucunda serbest bırakıldı.

Abdürreşid İbrahim, somut adımların insanıydı. Müslümanların durumları için sadece hayıflanmıyor, ne yapılması gerekirse yapmaya çalışıyordu. Bu amaçla attığı adımlardan birisi de 1905’te Ülfet adlı bir dergi çıkarmasıydı. Ülfet dergisi Rusya’daki bütün Müslümanlar tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı. Hatta uzandığı Türkistan’da gördüğü aşırı ilgi yüzünden Rusya tarafından “zararlı yayın” olarak geçti.

Derginin temel hedefi, Osmanlı Türkleri ile o dönemde topluca Rusya Müslümanları olarak isimlendirilen Türk boyları arasında bir dil bağını kurmaktı. Aynı zamanda dinî konulara da ağırlık verdiği için medrese talebeleri tarafından da büyük bir ilgiyle takip edilen dergi, kısa bir süre sonra Rus hükümeti tarafından kapatıldı. Ama Abdürreşid İbrahim yılmadı. Ülfet’in ardından Tilmiz, Sirket, Necat gibi dergileri de çıkardı. O Rusya Müslümanlarını bilinçlendirecek adımlar attıkça Rus hükûmeti hemen ardından geliyor ve dergilerini kapatıyordu.

Son demler

I. Dünya Savaşı fırtınasında da Abdürreşid İbrahim yine durmadı. Hayatını adadığı Müslüman dünyasının yükselişi için gayret etti. İstanbul’da kurulan Rusya Müslüman Türk Kavimlerini Himaye Cemiyeti üyesi olarak çalıştı. Cemiyet üyeleriyle birlikte Budapeşte, Viyana, Zürih, Berlin ve Sofya’yı ziyaret ederek Rusya’da yaşayan Türk topluluklarının dertlerini ve uğradıkları baskıları dile getirdi. Bu sırada Teşkilat-ı Mahsusa’da görevli olarak Almanya’ya gitti. Bilhassa Müslüman Rus esirleriyle konuşup onlardan halifelik saflarında çarpışacak bir birlik kurmak için çalıştı.

Savaşın Osmanlı aleyhine bitmesiyle o yine yollara düştü. Ömrünün son durağı çok sevdiği Japonya oldu. 1934’te ailesiyle birlikte Japonya’ya giderek oraya yerleşti ve ölümüne kadar İslamiyet’in burada yayılması için çalıştı. Tokyo’da bir cami inşa ettirilmesine ön ayak oldu ve bu caminin imamlığını yaptı. Japonya’da İslam dininin resmen tanınmasını sağladı. 17 Ağustos 1944 günü Tokyo’da vefat etti. Ölümü Japon radyosu ile ilan edilerek cenazeye katılmak isteyenlerin gelmesi için dört gün beklendikten sonra büyük bir törenle aynı yerde defnedildi.

Abdürreşid İbrahim, iyi bir eğitimci olduğu kadar kalemi güçlü de bir yazardı. O, farklı alanlarda pek çok eser kaleme aldı. Fikirleri sadece entelektüel bir çevrede dolaşan teoriler değildi. O Rusya Müslümanlarının içinde yaşadı, yazdıkları kadar somut adımlarıyla da hem kültürel hem de siyasi anlamda Rusya Müslümanlarını ilerletmek için çabaladı. Bu güçlü eserlerinin bir kısmı kitap ve kitapçık hâlinde yayımlanmış, bir kısmı da gazete ve dergilerde yer almış ve diğer bir kısmı ise müsvedde hâlinde kalmıştı.

Onun fikir ufku, Rusya Müslümanlarının hakkını aramakla başlamış ama bu bölgeyle sınırlı kalmayarak Asya’nın en doğu ucundaki Japonları İslamiyet’le tanıştırmasına kadar uzanmıştır.

Kendisinin gayret ve samimiyeti o kadar etkileyicidir ki Mehmet Akif Ersoy, “Süleymaniye Kürsüsünde” şiirinin dizelerinde ondan şöyle bahseder:

“Kimdi kürsüdeki? Bir bilmediğim pir amma,

Hiç de bigâne değil kalbe o câzip sîmâ.

Bembeyaz lihye-i pâkiyle, beyaz destârı,

O mehib alnı, o pek mûnis olan didârı

Her taraftan kuşatıp bedri saran hâle gibi,

Ne şehâmet, ne melâhat veriyor, yâ Rabbi!”

İşte o devrin her anlamda özeti niteliğindeki hayatı ile örnek bir fikir ve aksiyon insanı olan bu pir, Abdürreşid İbrahim Efendi’den başkası değildir.