Makale

RUHLARIMIZIN MİRACI

RUHLARIMIZIN MİRACI
Prof. Dr. Dilaver SELVİ
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Hak dinlerin hedefi, hidayettir. Hidayet, kulu Allah ile tanıştırmak ve O’na ulaştırmaktır. Bu, mümkündür. Onun için hepimiz ayet ve hadislerle marifete, ilahi muhabbete, takarruba (Allah’a yaklaşmaya), O’na kavuşmaya (lika) ve O’nu müşahedeye yani ihsan hâline davet ediliyoruz. Müşahede, ruhla dünyada iken miracın bir numunesini yaşamaktır. Bu yazımızda bunun usulünü tespit etmeye ve örneklerini paylaşmaya çalışacağız.

Allah’tan geldik Allah’a gidiyoruz. Kâinat insan için insan ise Allah’a dostluk ve kulluk için yaratılmıştır. O bize şah damarımızdan daha yakın iken biz O’ndan niçin ayrı, uzak ve gafil kaldık ki! Aslında her nefeste yüce Rahman’la birlikteyiz; O’nsuz bir nefes almıyoruz, alamayız. Her nefis, Rahmani nefese, ilahi feyiz ve rahmete yönelse, bu uğurda aşkla bir adım atsa bir arayışa girse, karşılığını fazlasıyla bulacaktır. Şu kutsi hadis müminleri cezbedecek müjdeler içermektedir. Allah Teâlâ buyurur ki: “Kulum bana (kalbi ve salih amelleriyle) bir karış yaklaşırsa ben de ona (rahmetimle) bir zira (dirsekle parmak ucu arası mesafe) yaklaşırım. Kulum bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse ben ona (rahmetimle) koşarak gelirim.” (Buhari, Tevhid, 15; Müslim, Zikir, 19, 21.)

Nakşi büyüklerinden Hâce Ubeydullah Ahrâr der ki: “İki çeşit miraç vardır. Biri manevi, diğeri ise şeklîdir. Manevi miraç da iki türlüdür. İlki kötü sıfatlardan güzel sıfatlara geçmektir. İkincisi masivayı (Allah’tan gayri bütün varlıkları kalben) terk edip Hakk’a yönelmektir.” (Şeyh Safî, Reşehât, s. 521, Semerkand, İstanbul 2005.)

Yüce Allah’a gitmek, ayakla değil güzel ahlakla olur. O’na yaklaşmak kalıpla değil kalple gerçekleşir. Bu yolda aşılacak şey, dağ tepe gibi engebeler değil nefsin engelleridir. Uzakta olan yüce Allah değil, kuldur. Allah’a yaklaşmak için benliğini aşmak, kötü ahlaklardan uzaklaşmak, kalbi örten zulmet perdelerini geçmek gerekiyor. Bütün bu işlemlere manevi temizlik, terbiye, seyrüsülûk, ruhi eğitim ve mücahede deniliyor. Ayette “Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette (bize gelen) yollarımıza ulaştırırız. Şüphesiz Allah, muhsinlerle beraberdir.” (Ankebut, 29/69.) buyrulmuştur.

Muhsinin iki manası öne çıkar: 1. Devamlı iyilik yapan ve halka ihsanda bulunan, 2. İhsan hâline ulaşan. Meşhur hadiste ihsan hâli şöyle tarif edilir: “İhsan Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” (Buhari, İman, 37.)

Allah’a ulaşmak isteyen herkesin vazgeçilmez rehberi, Kitabullah ve Resulüllah’tır (s.a.s). Kitabullah, hadiste belirtildiği gibi gökten yere uzatılmış bir ucu Rabbimizde bir ucu bizde olan, kendisine yapışanı hiç yanıltmadan ve sapıtmadan Allah’a ulaştıran, (İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, 10/481; Taberânî, el-Kebir, nr. 2681; Ahmed, Müsned, 3/18; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/285.) en doğru yola sevk eden, iman ve amel edenlere cenneti ve cemali müjdeleyen, nurlu ve kutlu Kur’an’dır. (İsra, 17/9.)

Resulüllah (s.a.s), Allah yolunun en canlı şahidi, en güvenilir rehberi, en sağlam delili ve en güvenilir terakki sebebidir; Cenab-ı Hakk’ı tanımada, O’na yakınlaşmada, rızasına ve dostluğuna vuslatta yani maneviyat âlemine yükselmede bütün insanlığa biricik örnektir. Büyük veli Cüneyd-i Bağdadi, bu gerçeği şöyle dile getirir: “Hz. Peygamber’in (s.a.s.) izini takip etmekten başka Allah’a giden bütün yollar halka kapalıdır.” (Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi (trc. Dilaver Selvi), Semerkand Yay., 2017, s. 112.)

İmam Gazali, el-Munkız’da “Ruhlar için yeryüzünde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) nurundan başka aydınlanacak hiçbir ışık kaynağı yoktur.” tespitini yaparken Abdülgani Nablusî, “Kemal ehlinin müşahedeleri ancak Muhammedî nübüvvetin mişkatından olur.” (Abdülğani Nablusî, Şerhu’t-Tecelliyati’l-İlahiyye ve’l-Küşûfâtü’l-Gaybiyye (Lemetu’l-Berki’n-Necdî Şerhu Tecelliyâti Mahmud Efendi) (tahk. Âsım İbrahim el-Keyyâlî), Beyrut, 2013, s. 170.) der.

Değişik milletlerde ve dinlerde “mistisizm” adı altında sonsuz güç sahibine ulaşmaya, ölümsüzlüğe adım atmaya, gayb ve sır âlemine yükselmeye, bitmeyen bir mutluluğu elde etmeye çalışan pek çok kimse olmuştur fakat usule uymadıkları için Hakk’a vusul gerçekleşmemiş, çektikleri çileler hazır cezaya dönüşmüş, hayalleri hasret ve hüsranla sonuçlanmıştır. İmam Rabbani’nin belirttiği gibi Resulüllah’ın sünnetine tabi olunmaksızın yapılan riyazet ve mücahedelerin hiçbir kıymeti yoktur. Zira Hindu guruları ve Brahmanları ile Yunan feylesofları (ve diğer mistikler) nefsin hâkimiyetinden kurtulup ruhlarıyla gayb âleminin sırlarına ulaşmak için pek çok riyazetler yaptıkları hâlde, bu onların yoldan çıkmışlıklarını ve pişmanlıklarını artırmaktan öte bir işe yaramamıştır. (İmam Rabbani, Mektûbât-Rabbanî, İstanbul: Semerkand 2009, 1/724, 221. Mektup.)

“Allah’ım, beni huzuruna ehil kıldığın kimselerden yap.” diye dua eden birine, ariflerden Ali Havvas’ın yaptığı şu uyarı herkes için geçerlidir: “Yüce Allah sana habibi Hz. Muhammed (s.a.s.) ile hangi amelleri yüklemiş ise sen onlarla meşgul ol. Onun öğrettiği gibi geceleri namaz kıl, gündüzleri oruç tut, Allah Teâlâ’nın haram kıldığı şeylerden uzak dur (edeple süslen, manevi kirlerden temizlen). Böyle yaparsan yüce Allah’ın huzurunda kabul gören kullardan olursun. Bu şekilde hak yoluna girmeden, ilahi huzurda kabul görmek isteyen kimse, boş bir hayal peşindedir.” (Abdülvehhab Şa’rânî, Letâifü’l-Minen, Dımaşk, 2004, s. 626.).

Şimdi ruhların miracına, yüce Allah ile buluşmasına ve huzur hâlini elde etmesine vasıta olan bazı amelleri hatırlatalım: Manevi miraçta birinci adım niyettir. Niyet, gönülle olur. Niyet kalbin bütün himmetini, gayretini ve sevgisini bir hedefe yöneltmesidir. Arifler “Samimiyetle Allah’a yönelen bir kalp için yerler, gökler, arş, kürsi, perde olmaz, onun için tek perde gaflet içinde kalmış nefsidir.” derler. Hz. İbrahim (a.s.) gibi “Ben Rabbime gidiyorum; O bana bir yol gösterecektir.” (Saffat, 37/99.) diyen ve manevi hicretini sırf Allah için yapan kimse Allah’a ulaşır. Bütün derdi dünyası ve hevası olan kimse de onlarla baş başa kalır. (Niyet hadisi için bk. Buhari, İman, 41; Ebu Davud, Talak, 11; Tirmizi, Cihad, 16; Nesâî, Tahâret, 59.)

Hz. Mevlana (k.s.) der ki: “İster yavaş gitsin ister acele koşsun arayan elbette aradığını bulur. Ey Hak yoluna düşen kişi, isteğine iki elinle sarıl! Çünkü istek, iyi bir kılavuzdur. Topal da olsan sakat da olsan edebini bilmesen bile yine O’nun yolunda ol. O’na doğru sürün. O’nu yani Allah’ı ara. Bazen söz söyleyerek bazen susarak bazen koklayarak her taraftan o hakikat padişahının feyiz kokusunu almaya çalış.” (Şefik Can, Mesnevi Tercümesi, İstanbul, 2002, 3/78-79.)

Kenan Rifai’nin tecrübeyle dediği gibi “Yaratılıştan bu yana Allah’ı bilmenin, Hakk’a ermenin ve hakikate varmanın tek yolu aşk yoludur, irfan yoludur, bir kelimeyle gönül yoludur.” (Kenan Rifâî, Şerhli Mesnevi-i Şerif, Kubbealtı Neşriyat, 1017, 9. baskı, s. 80.) Esasen din, baştan sona ilahi aşkı tatmaktan ve onun içinde yaşamaktan ibarettir.

Ruhlarımızın Rabbimizle buluşma anlarından biri namazdır. Namaz müminin miracıdır. Peygamberimiz (s.a.s.), “Namaz nurdur.” (Müslim, Teharât, 1 nr. 223; İbn Mace, nr. 280.) buyurmuş, kulun Allah’a en yakın olduğu anın secde hâli olduğunu haber vermiştir. (Müslim, Salat, 42.) Namazda yüzün kıblesı Kabe, gönlün kıblesi Yüce Rahman’dır. Namaz, bizim aynamızıdır; gönlümüzün kime âşık, neye sarmaşık olduğunu namazla anlarız. Namazda bütün zikir çeşitleri, dua ve yalvarışlar mevcuttur. Namaz, bize miraç hediyesidir. Tahiyyatta bunu yâd ederiz. Allah tarafından Hz. Muhammed’e (s.a.s.) verilen selamı, onun peygamber kardeşleriyle ve salih kullarla nasıl paylaştığını dile getirdiğimizde o salihlerden biri olmaya niyet edelim. Ayrıca ondaki dostlara vefayı görmeye ve yaşatmaya çalışalım.

Ruhlarımızın Rabbimizle diğer bir buluşma anı zikirdir: “Beni zikrediniz ki ben de sizi zikredeyim.” (Bakara, 2/152.) ayeti ile “Kulum beni zikrettiği zaman ben onunla beraberim.” (Buhari, Tevhid, 15.) hadisi Hak ile vuslatı isteyenlere yeter. Dua ve yakarışlar da zikre dâhildir.

Ruhlarımızın Rabbimizle diğer bir buluşma anı Kur’an okumaktır. Hadiste “Siz, Allah’tan gelen Kur’an’dan daha faziletli bir şeyle Allah’a dönemezsiniz yani ulaşamazsınız.” (Tirmizi, Fedailü’l-Kur’an, 17.) buyrulur. Bir arif der ki: “Yüce Allah’ın benimle konuşmasını istersem Kur’an okurum, ben Rabbimle konuşmak istediğimde ise namaz kılarım.”

Ruhlarımızın Rabbimizle diğer bir buluşma anı, Kur’an ve kâinat ayetleri üzerinde uyanık bir kalple tefekkür etmektir. Tefekkür, “Her nereye yönelseniz Allah’ın zatı oradadır.” (Bakara, 2/115.) ayetinin sırrına ulaşmaktır, gönül gözüyle her yerde, her işte, her varlıkta O’nun tecellilerini görmek, sanatını seyretmek, hikmetini tanımanın hazzına ermek, O’na hayran olup “Sübhânallah, el-hamdü lillah, lâ havle velâ kuvvete illa billah, mâşâallah” diyerek zatını yüceltmektir. Dünyanın fani, Mevla’nın baki olduğunu idrak ettiren bir tefekkür, gaflet içinde taklitle yapılan nice ibadetten hayırlıdır. Şu hadis bunu ifade ediyor: “(Kalbi Hakk’a bağlayan) bir saatlik tefekkür, (içinde tefekkür ve kalp uyanıklığı bulunmadan yapılan) altmış yıllık ibadetten daha hayırlıdır.” (İbnu Hıbbân, Kitâbü’l-Azame, nr. 73.)

Kulu Allah sevgisine ve rızasına en kolay ulaştıran amellerden bazısı şunlardır: Sevdiğini Allah için sevmek, gönül yapmak, özellikle mahzunları ve fakirleri sevindirmek, insan hayvan ayrımı yapmadan her canlıya hizmet etmek, her mümine karşı gönlü temiz tutmak ve ona samimiyetle davranmak, tevazu ve alçak gönüllülük. Şu dörtlük, anlayana çok şey söyler: “Yunus der ki ey Hâce/ İstersen var bin hacca/ Hepisinden iyice/ Bir gönüle girmektir.”

Kısaca dinimizce bizden istenen bütün taatlarda, farz veya fazilet bütün amellerde yüce Allah’ın rızası, sevgisi, özel yakınlığı ve hususi rahmeti vardır. Ancak bunların içinde kulu Allah’a en fazla yaklaştıran ameller farzlardır. Bunu şu kutsi hadisten anlıyoruz: “Allah Teâlâ buyurur ki: Bir kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşmaz. Kulum nafile ibadetleriyle de bana devamlı yaklaşır. Nihayet onu severim. Kulumu sevince, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.” (Buhari, Rikak, 38.)

İşte marifetin, mücahedenin ve müşahedenin meyvesi budur. Bunun için kalbin, bütün manevi kirlerden arınıp uyanması, nurlanması ve selim hâle gelmesi istenir. Kalp, dünyada veya ahirette temizlenmeden cennete giriş gerçekleşmez. Bu temizlik ya aşk ile ya da ateşle olur. Kalbi aşk ve gözyaşı ile temizlemek varken işi ateşe bırakmak akıl kârı değildir.

İbn Ataullah İskenderi “Hikem” adlı eserinde der ki: “İçinde varlıkların suretleri (şekil ve sevgileri) yerleşmiş bir kalp, nasıl parlayıp ışık verir? Şehvetlerine bağlanıp kalmış biri, yüce Allah’a nasıl gidebilir? Gaflet kirlerinden arınmayan kimse, Allah’ın huzuruna girmeyi nasıl umabilir? Günah ve kusurlarından tövbe etmeyen kimse, ince sırları anlamayı nasıl bekler? Sen, nefsinin kötü alışkanlıklarını terk etmemişken, senin için harikulade olaylar nasıl gerçekleşir? Çoğu kere sana nurlar gelir de kalbini dünyevi şeylerle dolu görüp geldiği yere geri döner. Kalbini ağyardan boşalt ki Allah onu marifet ve sırlarla doldursun.”

Ariflerden Şemseddin Sivasi, konumuzu iki beyitte şöyle özetler:

“Vasıl olmaz Hakk’a kimse cümleden dur (uzak) olmadan

Kenz açılmaz şol gönülden ta ki pür nur olmadan

Sür çıkar ağyarı dilden (gönülden) ta tecelli ede Hak

Padişah konmaz saraya hane ma’mur olmadan”