Makale

CEMİYETİ İNŞA EDEN ÜÇ OCAK

CEMİYETİ İNŞA
EDEN ÜÇ OCAK

Abdulnasir KIMIŞOĞLU

Erzurum Palandöken Hacı Muammer Oluroğulları Camii İmam Hatibi

Tarih boyunca bizi biz yapan değerlerimiz vardır. Bu değerlerimizi kendisinde cem eden ve böylece en güzel şekilde ifade eden önemli kavramlardan birisi de “ocak” kavramıdır. Çünkü bu kavramla hanemizi, ailemizi, vatanımızı, ordumuzu, inancımızı, müesseselerimizi vb. ifade ederiz.

Asırlar boyunca millet olarak İslamiyet’in sancaktarlığını yapan bizler, bu hizmet ve görev şuurunu “ocak” dediğimiz değerin mana âleminden almaktayız. Ki bu ocak, bizleri beşikten alıp kabre indirene kadar eğitmekte, şuur vermekte; mesuliyet, adalet ve merhamet duygularıyla donatmaktadır.

Bu ocak bizleri birlik, beraberlik ve kardeşlik hukuku içerisinde bir binanın tuğlaları olarak ifade edilen düşüncenin ruh deryasında eğitmektedir. Zalime dur diyebilecek Yavuz’u, mazluma el uzatabilecek Yunus’u büyüten bir müessesedir.

Bu müessesenin üç büyük şubesi vardır ki bunlar bizleri daima sıratı müstakimde sebat ettirmek isteyen ve varlığımızı muhafaza ve müdafaa etmeye amil olan şubelerdir: Baba ocağı, ilim ocağı, peygamber ocağı.

Bu üç ocaktan baba ocağı ailedir, ilim ocağı maariftir ve peygamber ocağı da ordudur. Ailemiz ferdi yetiştirir, maarifimiz cemiyeti şekillendirir ve ordumuz da bu iki değerimizin sağlam hareket edebilmesi için dâhili ve haricî tüm tehlikelere karşı kalkan vazifesi görür.

Millet olarak bu üç ocağı sağlam ve güvende tutabildiğimiz kadar hayatta başarılı olabilmişizdir. Fert şahsiyetli, haysiyetli ve karakterli; cemiyet merhametli, adaletli ve mesuliyet duygusuna hâkim olduğu zaman, dünyada söz hakkına sahip olmuşuzdur. Çünkü ferdin ve cemiyetin bu sıfatlarla donatılması nazarda basiret, yaşamda feraset, ömürde fazilet ve iki cihanda da saadettir.

Her üç şubeyi de özetle ele aldığımız zaman göreceğiz ki dünyada daima adalete ve merhamete vesile olan yüce milletimiz ve devletimiz, bu hasletini kendisini millî, manevi, ahlaki ve vicdani değerlerinin ruh ve şuur ateşinde pişiren ocağa borçludur.

Baba ocağı, cemiyetimizin içerisinde mahremiyete en çok dikkat edilmesi gereken en küçük müessesedir. Anne ve babanın gözetiminde başlayan nesillerin varlığı, cemiyete insan yetiştirmenin ilk basamağıdır. Aileden maksat cemiyet hayatımızın ve nesebin sağlığını muhafaza etmektir. Kişi, aile içerisinde fert olmaktan çıkıp cemiyet hayatının bir parçası durumuna gelir ve bir hüviyete bürünür. Bu hüviyeti kazanma da aileden başlayıp cemiyete doğru genişlemektedir. Çünkü aile laboratuvardır, mekteptir, medresedir, kaledir, merkezdir ve mescittir. Bu yüzdendir ki kişiyi ve nesilleri en güzel şekilde eğiten, donatan, şekillendiren ve İslami hüviyet kazandıran en önemli müessesedir.

İlim ocağı diye tabir ettiğimiz müessese de maarifimizdir. Öğretimden ziyade eğitimin söz hakkına sahip olduğu bir maariftir. Bizlerde ilim, elde edilen bilgiyi ilmî seviyeye çıkarmak ve bu bilgiyle hakka mihman, batıla engel olmaktır. Hele hele günümüzde teknoloji ve bilgi kaynaklı yapılan tahrifat ve tahribatlara karşı daha zinde bir ilim gücüyle var olmak zorundayız. İlim ocağımızın membaı kitabi olmaktır. Kitabın olduğu yerde ilim, irfan, hikmet, fikir ve tefekkür vardır. Cehaletin ve laf ebeliğinin yaşam hakkı elde edemeyeceği bir müessesedir. Bizler tarih boyunca ilim ocağımızda maarifimizle kültür, sanat, edebiyat, ilim, estetik, üretim ve teknolojiye kafa yordukça başarılı olduk. Bu ocağımız, fen ve sosyal bilimler yanında dinî ilimlerin de sunulduğu gerçek bir maariftir. Böyle bir dengenin varlığı insanı ne materyalist yapar ne de teknolojiye sırtını dönen bir şaşkın. Aksine fen, sosyal ve dinî ilimlerin ihata ettiği kâinatı anlamaya çalışan insanı, âlim ve arif yapar. Bu yüzdendir ki tarih boyunca kurmuş olduğumuz bütün medeniyet(ler)imizin temelinde kitabi bir ruh ve şuur vardır.

Peygamber ocağı milletimizin ordu-millet anlayışı içerisinde tarihî süreçle gelişen bir tabirdir. Bu ocak Muhammedî davayı kendisine dava edindiği için ordumuzun her bir askerine “Mehmetçik” denilmektedir. Bu vasıf, sadece dünya Müslümanları arasında asırlar boyu İslamiyet’e hizmet etmiş olan ordumuza verilen bir vasıftır. Bu vasıf, ordumuzun en yüce şerefidir. Çünkü bu ordunun menzili daima i‘lây-ı kelimetullah ve nizam-ı âlem mefkûresidir. İşte bu yüzden de bizler askeriyeye peygamber ocağı demekteyiz. Çünkü bu ocakta eğitilen, donanımlı hâle gelen cengâver askerimiz tarih boyunca mazlumun ümidi, zalimin de korkulu rüyası hâline gelmiştir. Asya bozkırlarından çıkıp Viyana önlerine varan uzun bir yolculuğun davasını sürdürmüştür. Malazgirt’le Anadolu’ya dayanıp Niğbolu’yla haçlıları durdurmuş, Mohaç’la krallıkları devirmiş, Preveze’yle haçlıyı sularda boğmuş, büyük fetih 1453’le çağlar değiştirmiş; Afrika’ya, Balkanlara, Avrupa’ya, Kafkaslara, Kırım’a, Arabistan’a at koşturmuş dualı bir ordudur bu. Sarıkamış’ta donmuş, Yemen’de yanmış, Çanakkale ve Kût’ül-amâre’de başarılı olmuş gazi bir ordudur. Millî mücadeleyi başlatıp Anadolu’yu işgalden kurtarmış, çınar kadar köklü, fidan kadar genç cumhuriyeti kurmuştur. Birçok badireler atlatmasına rağmen dün Kıbrıs Harekâtı’nı yapmış; bugün ise Afrin, Zeytin Dalı ve Pençe harekâtlarıyla vatan müdafaası için cephede taarruzdadır.

Netice itibarıyla bu üç şubeli ocak, millet ve devletçe daima bizleri kuvvetli ve kudretli kılmıştır. Var olabilmemizin temelinde aile, maarif ve ordu anlayışının inşa edici özelliği yatmaktadır. Dünya siyasetinde var olacaksak bu üçüne dikkat etmemiz gerekir. Dünya genelinde insanoğluna söz söyleyeceksek bu üçlü ocağın ilham kaynağında tesirli ve etkili cümle kurabilecek donanımda olabilmeliyiz. Zulme dur diyebilmek için bu üç ocağımızı kuvvetli kılıp sesimizi gür seda olarak zalimlerin korkulu rüyası hâline getirebilmeliyiz. Ve tüm mazlumlara el uzatabilmek için de ayrıca yine bu üç ocağımızın rahle-i tedrisinde insani, ahlaki ve vicdani vasıflarla pişip sırf merhamet duygusuyla el uzatabilmeliyiz.