Makale

ALLAH’A KULLUKTA ENGEL YOK

ALLAH’A
KULLUKTA ENGEL YOK
Haki ÖZGÜL
Ordu Ulubey Müftüsü

Sene 2012, Ulubey’de Akpınar mahallesinin camiinde imamlık yapıyordum. Yanlış hatırlamıyorsam, bir salı günü ikindi namazı için ezan okudum ve bir müddet cemaatimin gelmesini bekledim. Salı günü ilçenin pazarı olduğu için cemaatten namaza iştirak eden pek fazla kimse olmamıştı. Kendi kendime, “Sünneti kılayım, cemaatten gelen olursa farzı beraber kılarız.” diye düşünerek namaza durdum. Namazın ortalarına doğru halıya bir şeyin sürtünmesinden kaynaklanan, içimde endişe uyandıran bir ses duymuştum. Ne yalan söyleyeyim, içim ürpermişti. Bana doğru yaklaşmakta olan o ses de neyin nesiydi? Bir taraftan namaza devam ederken diğer taraftan da zihnimde, sorduğum soruya bir cevap aradım. Tedirgin bir hâlde namazımı tamamlayabilmiştim.

Arkamı döndüm, bir de ne göreyim? Belden altına şambrel geçirilmiş, yirmi yaşlarında engelli bir delikanlı. Şaşkınlığım saygıya dönüştü, onunla eşit seviyeye gelmek için diz çöktüm “Hoş geldiniz, adınızı öğrenebilir miyim?” diye sordum ve kendisiyle musafaha ettim. Genç “Hocam, adım Murat.” dedi. “Muratcığım, hoş geldin. Hele namazı kılalım seninle detaylı tanışmak istiyorum.” dedim ve “Yalnız namaz kılacağız ama müezzinlik yapabilir misin?” diye sordum. “Yapabilirim Hocam.” diye yanıt verdi. Yanık, içten, duygu yüklü bir sesi vardı, o okudukça ben ürperdim. Engelli, kocaman yürekli bir genç namaza gelmiş müezzinlik yaparken, bütün duygularını sesine yansıtarak, âdeta yüreğindeki özlemi ve hasreti kamete dökerek “Allahu ekber” diyen bir genç. O duygular içinde namazı bitirdim. Namazın akabinde o yerde sürünerek ilerlerken ben küçük adımlarla ona eşlik ediyordum. Derken camiden çıktık. Merdivenleri inerken “Hocam, ben bedensel engelliyim ama çevremdeki insanlar sanki zihinsel engelli. Bana acıyorlar ama asıl ben onlara acıyorum. Kulakları var, ezanı, ilahi daveti duymuyorlar. Gözleri var, gerçekleri görmüyorlar. Sağlık nimetinin nasıl bir nimet olduğunu idrak edemiyorlar. Üzülme be Hocam! İman varsa, imkân da oluyor; hiçbir engel Allah’a kul olmaya engel değildir. Ben Rabbime bana böyle güçlü kollar verdiği için hamt ediyorum.” Murat bana bildiğim ama unuttuğum hakikatleri, hayatın gerçeklerini hatırlatıyordu.

Sohbetimizi sürdürdük: “Peki, Muratcığım, nerelisin? Buraya nereden geldin?” dedim. “Hocam ben Ulubey’in bir köyündenim. Vaktiyle bana okuma yazma öğreten bir öğretmenim vardı, duydum ki öğretmenimin tayini buraya çıkmış. Bende hakkı var diye düşündüm ve onu ziyaret etmek istedim…” Murat bana ahde vefayı hatırlatıyordu. “Ziyaret esnasında ezan-ı Muhammediyeyi duydum. Bu ilahi çağrıya kayıtsız kalamazdım. Öğretmenimden müsaade istedim ve öğrenci arkadaşlar da beni merdivenden çıkardı. İşte böyle hocam. Nihayetinde tanışmış olduk…”

İçimde Murat’a karşı müthiş bir saygı oluşmuştu. Vefalı duruşu içimde bir yerlere dokunuyordı: “Muratcığım, öğle yemeğini beraber yiyeceğiz, haberin olsun.” diyerek onu yemeğe davet ettim. “Olmaz hocam. Öğretmenime söz verdim, okulda yemek veriliyormuş, okulda onunla beraber yiyeceğiz. Hem verdiğim sözden cayamam.” Murat bana burada da söze sadakati hatırlatıyordu. “Peki, Murat, senin için bir şeyler yapmak istiyorum. Sen Ulubey’in hangi köyünden isen seni oraya arabamla ben götüreceğim. Yolda sohbet ederiz, gidince hem köyünü, yaşadığın yeri hem de seni yetiştiren anne babanı tanımış olurum. Senin gibi bir evlat yetiştirdikleri için de hürmetle ellerinden öperim.” dedim. “Olmaz hocam, size yük olamam. Zaten köyümün minibüsü buradan geçerken beni alır.” dedi. Murat bana kendi kendine yetmeyi, insanlara yük olmamayı hatırlatıyordu. “İyi de Murat! Ne olur beni anla! Senin için bir şey yapmak istiyorum. Sana bir iyiliğim dokunsun istiyorum. Lütfen beni bundan mahrum etme! Bu hususta bana yardımcı ol.” diye rica ettim. “Hocam! Gerçekten benim için bir şey yapmak mı istiyorsun?” diye sordu. “Evet, Muratcığım.” diyerek yanıtladım. “O hâlde...” diye durakladı. Murat benden bir şey isteyecekti. Aklımdan onlarca şey geçti. Belinden altı engelli bir genç, benden ne isteyecekti? Peki, o kadar istekli olan ben onun isteğini karşılayabilecek miydim? Ya isteğini karşılayamaz mahcup olursam, ne olacaktı? Sorular zihnimi zorluyordu. “Söyle güzel kardeşim!” dedim. Murat mahcup bir edayla: “Hocam benim için Bakara ve Âl-i İmran surelerini okuyup sevabını bana bağışlayabilir misin?” dedi. Aman Allah’ım! Bu genç benden maddi anlamda hiçbir şey talep etmemiş, kendisi için Kur’an’dan iki sureyi okumamı istemişti. “Peki, güzel kardeşim peki… Ancak, iki gün içinde umreye gidiyorum, gelen giden misafirim çok, evim de kalabalık acelesi yoksa daha sonra okuyabilir miyim?” dedim. “Elbette hocam ne zaman isterseniz…” diye yanıtladı beni.

Murat ile kucaklaşarak vedalaştım. İçimi, derin bir sessizlik almıştı. Empati yaptım diyemem yapamadım. Hayattan kopmamış, bilakis hayata imanla, teslimiyetle, erdemle, takvayla sımsıkı sarılmış. Nefsi için, maddi anlamda hiçbir talebi olmayan, bakışlarını ahirete çevirmiş, gönlü camilere bağlı, iman dolu bir genç… Biz böyle bir imtihanla imtihan edilmiş olsak… Allah muhafaza! Aynı teslimiyeti gösterebilir miydik bilmiyorum… Kimse sınanmadığı bir imtihandan, ben de geçebilirim demesin!

İki gün sonra umreye gittim. Koşuşturmadan ve umredeki görevlerimiz sebebiyle Murat’a verdiğim sözü unutmuştum. Umreden dönmeye az bir vakit kalmıştı. Her zamanki âdetim üzere son bir tavaf yapıp sevabını üzerimde kimin hakkı varsa hak sahiplerine hediye etmek üzere tavafa girdim. Tavafın akabinde oturdum, gözlerimi yumdum, kendimi bir anda mahşer meydanında yapayalnız hissettim. Başladım aklıma gelenlere tavafımın sevabını bağışlamaya. “Allah’ım! Tavafımdan hâsıl olan sevabı rahmetli babama, beni yetiştiren babaanneme, hocalarıma…” sayarken birden Murat’ın yüzü karşımda belirdi: “Hocam benim için Bakara ve Âl-i İmran suresini okudunuz mu?”

Birden yerimden fırladım, gözümü açtım. Etrafım insanlarla dolup taşmıştı. Umreci bir grup beni aralarına alarak oturmuşlardı. Hemen yerimden fırlayarak bir Kur’an-ı Kerim buldum. Murat’ın arzusunu yerine getirdim. Mültezem’de tekrar oturdum. Yüreği iman ve teslimiyet dolu gence okuduğum surelerin sevabını hediye ettim.

Umre dönüşü bir gün ilçe merkezinde vaaz ediyordum. Birden cemaatin içerisinde Murat’ı gördüm. Gözlerini dikmiş, dikkatle beni dinliyor. Vaazın akabinde yanına gittim. “Murat sen ne güzel bir insansın… Allah senin Kur’an’ını bana Mültezem’de okuttu.” deyince Murat bana sarıldı ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Hem beni hem de orada bulunan ve ne olduğunu anlamaya çalışan insanları ağlattı.