Makale

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSLAM DÜŞMANLIĞI

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
İSLAM DÜŞMANLIĞI

Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

“Hatırlar mısın? İnkâr edenler seni etkisiz hâle getirmek veya öldürmek ya da yurdundan çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı; onlar tuzak kuruyorlardı, Allah da bozuyordu. Tuzak bozma işini en iyi yapan Allah’tır.”

(Enfâl, 8/30)

Hatırlar mısın? İnkâr edenler seni etkisiz hâle getirmek veya öldürmek ya da yurdundan çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı; onlar tuzak kuruyorlardı, Allah da bozuyordu. Tuzak bozma işini en iyi yapan Allah’tır.” (Enfâl, 8/30)

Enfâl suresi Medine’de nazil olmuştur. Müslümanlarla müşrikler arasında gerçekleşen Bedir Savaşı’nda her iki tarafın içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik durum, savaşta Allah’ın inananlara desteği, elde edilen ganimetlerin taksimi vb. konuları merkeze alan sure, zikredilen ayetin hemen öncesinde inananlara toplu hitapla emir ve nehiyleri hususunda Allah’tan sakınmayı öğütlemektedir (Enfâl, 8/29). Sonraki ayetler, müşriklerin vahye karşı olumsuz tutumlarından, Hz. Peygamber’e nazil olan ayetleri “geçmişin masalları” diye tanımladıklarından söz etmektedir (Enfâl 8/31-32). Siyak ve sibakıyla değerlendirmeye çalıştığımız 30. ayet, müşriklerin Hz. Peygamber’i ortadan kaldırma çabalarını ortaya koymaktadır.

Ayetin sebeb-i nüzulü hakkında İbn Abbas’tan nakledilen rivayete göre bir gün Ebu Cehil ve arkadaşları Daru’n-Nedve’de toplanır ve davasından vazgeçiremedikleri Hz. Peygamber’i tamamıyla ortadan kaldırmak üzere fikir alışverişinde bulunurlar. İçlerinden Amr b. Hişam onu hapsetmeyi, Ebu’l-Bahteri şehir dışına sürgün teklif eder (Firuzâbâdi, Tenvîru’l-mikbâs min Tefsiri İbn Abbas, 191). Hapsettikleri takdirde arkadaşlarının gelip kurtarması kaçınılmaz olacağından, sürgün ederlerse gittiği yerde daha çok taraftar toplama ihtimali ortaya çıkacağından bu fikirler kabul görmez. Ebu Cehil’in “Her kabileden güçlü bir genç alalım. Her birine keskin bir kılıç verelim. Bunlar bir adamın vuruşu gibi ona hep birden vursunlar. Böylece bütün kabileler onun kanından sorumlu olurlar.” sözleri herkes tarafından beğenilir. Bu durumda Peygamberimizin ailesi diğer kabilelerle savaşmayı göze alamayacağı için diyeti kabul etmek zorunda kalacak ve sorun tamamıyla çözülecektir (Sabuni, Safvetu’t-Tefâsir, 2/416). Hz. Peygamber’e vahiyle bildirilen bu olay üzerine müşriklerin planları alt üst olmuş ve Allah’ın elçisi kendisini öldürmek üzere toplanan grubun arasından geçerek Medine’ye hicret etmek üzere yola çıkmıştır (Beğavî, Mealimu’t-tenzîl, 3/350).

Peki, kendileri gibi yiyip içen çarşı pazarda dolaşan bir zatın peygamberliğini kabul etmeyi onurlarına yediremeyen Mekke toplumu ondan neden korktu? Mekke’de yüzlerce yıldır devam eden düzen bir kişinin gücüyle yıkılacak kadar zayıf mıydı?

Hz. Peygamber (s.a.s), onların ifadesiyle yetimliği ve fakirliği yönünden zayıftı ama soylu bir ailenin evladı, tevhide davet ettiği toplumun içlerinde yetişmiş bir ferdiydi. Ona “emin/güvenilir” demişler, hicrete kadar değerli eşyalarını ona teslim etmek suretiyle sözde değil, icraatta da bunu göstermişlerdi. İlk dönemler davasını ciddiye almamışlar, zaman içinde İslam’a girenlerin sayısının arttığını görünce Hz. Peygamber’i davasından vazgeçirmeye çalışmışlardı. Davasından vazgeçmediğini fark ettiklerinde onu devre dışı bırakmak istediler. Saltanatları yıkılmamalıydı. Güçlünün zayıfı ezdiği, ihtiyaç sahiplerinin aşağılandığı, hukukun tecellisinde adaletin değil soyluluğun öne çıkarıldığı düzenleri bozulmamalıydı. Kendi faydalarına kurdukları dünya düzeninde Allah’ın söz sahibi olmasını yadırgadılar.

Yurdunu terk etmek zorunda bırakılmak, işkence ve eziyet görmek, horlanmak, aşağılanmak bugün de devam eden süreçlerdir. Menfaatlerin çatışması, gücü elinde bulundurmak isteyenler, bu dünyadan başka bir hayatın varlığını kabul etmeyenler ve huzur-u ilahide hesaba ihtimal vermeyenler… Halkı mazlum topraklardan elde ettikleri maddi kaynakları sonsuz sandıkları güçlerine dayanak yapan bu kişiler, maruz kaldıkları tepkilerde kendi paylarının olduğunun farkında değil gibidirler. Yapılan araştırmalar İslam karşıtlığının korku üzerinden beslendiğini ve bunda medyanın rolünün büyük olduğunu göstermektedir.

Son yıllarda özellikle Batı’da şiddet üzerinden oluşturulan İslam ve Müslüman algısının dünya tarihindeki köklerinin ne kadar eskiye gittiğini ve Müslümanlara reva görülen acıların her dönemde görmezden gelindiğini söylemek mümkündür. Bütün bunlardan yola çıkarak adına İslamofobi denen İslam korkusu/karşıtlığı, köken itibarıyla Mekke döneminde ortaya çıkmış, Medine döneminde Müslümanlar güçlenip bir devlet kuruncaya kadar da şiddetini arttırarak devam etmiştir diyebiliriz. Asr-ı saadetten günümüze dünya üzerinde her dönem yaşanan çekişmelerden Müslümanlar da payını almış, yaşanan zor dönemleri bir şekilde atlatarak devletler kurup medeniyetler inşa etmek suretiyle varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Her ne yaşanırsa yaşansın umutsuzluk Müslüman’a yakışmaz, Allah da bunu hoş görmez (Zümer, 39/53). Allah’ın sözü ise en yücedir (Tevbe, 9/40). O, dinini yüceltmek istediği zaman kimi dilerse onu bu hizmete memur kılar. Bize düşen, Allah’a tevekkülle doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam etmek, kal ile değil hâl ile bütün insanlığa örnek olmaktır. Hz. Peygamber’e verilen nimetlerin arasında “Allah’ın himayesinde bulunuşu”nun zikredilmesi müminler için de bir teselli ve müjdedir. Samimiyet ve iyi niyetle Allah yolunda bulunan kullar, tıpkı Nebileri gibi Allah’ın gözetimindedirler. Hz. Peygamber’in de başka vesilelerle buyurduğu gibi “Bütün insanlık onlara bir zarar verme hususunda bir araya gelse Allah dilemedikçe zarar veremezler.” (Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 59).