Makale

KUR’AN ÂŞIĞI BİR DİN GÖREVLİSİ: VAHNASLI YUSUF AYDIN HOCA

KUR’AN ÂŞIĞI BİR DİN GÖREVLİSİ:
VAHNASLI
YUSUF AYDIN HOCA

Bünyamin ALBAYRAK
Ahmet ÜNAL

Anadolu’nun ücra bir köşesinde en zor şartlarda Kur’an öğretiminden vazgeçmeyen Kur’an aşığı bir din görevlisi. İki bine yakın hafız yetiştiren, onların hayatlarına yön veren kâmil bir mümin. İslam’ın yüce hakikatlerini hayatına ve okuttuğu öğrencilerine aktarmaya çalışan öncü bir âlim, Vahnaslı Yusuf Aydın Hoca.

Yusuf Aydın, 1930 yılında Erzurum’un İspir İlçesi Soğuksu eski adıyla Vahnas köyünde doğar. Babası Tayfur Efendi, annesi Emine Hanım’dır. Yusuf Aydın’ın babası Tayfur Efendi ailenin tek çocuğudur. Babası erken yaşta rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Yetim olarak büyüyen Tayfur Efendi, Osmanlı’nın zor zamanlarında askere gider. Annesi Hatice Hanım’a köylüleri, “Bizim çocuklarımız çok. Onlardan birisi savaşa gidip geri dönmese dahi belki diğerleri döner. Ama senin bir çocuğun var. Sen bu oğlunu askere gönderme. Savaşa gider geri gelmezse senin kimsen kalmaz.” derler. Bunun üzerine gönlünde vatan aşkı ve bayrak sevgisini barındıran Hatice Hanım sarsılmaz imanı ve rabbine olan tevekkülüyle köylülere şöyle cevap verir: “Allah, birleri bin eder. Belki çok olanlardan o kadar hayır göremezsiniz. Nice azlar vardır ki bereketlenir. Biz Allah’a dayanır ve ona güveniriz.” Evet, Tayfur Efendi, annesinin dediği gibi yedi yıl cephede savaşır ve salimen köyüne geri döner ve Emine Hanım’la evlenir. Bu evlilikten iki erkek, beş kız olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelir. Bu çocuklardan biri de Yusuf’tur.

Tayfur Efendi bir gün kendi köyünde bulunan camide bölgenin önemli hocalarından Büyük Hafız lakaplı Ali Gültekin Hoca’yı dinler. Okunan bu Kur’an’ın etkisiyle evine döner. Gece teheccüt namazı için kalkar, namazını kılar, ellerini semaya açar ve şöyle niyazda bulunur: “Ya Rabbi! Hiç değilse evlatlarımdan birinin bugün dinlediğim hoca efendi gibi hafız-ı kelam olmasını nasip eyle!” İşte, Yusuf Aydın Hoca, babasının içten yapmış olduğu bu duanın karşılığıdır.

1942 yılında bölgenin önemli simalarından biri olan Ali Gültekin Hoca’da hafızlığını tamamlayan Yusuf Aydın, Kur’an-ı Kerim’i daha iyi okumak ve İslami ilimler öğrenmek üzere babasıyla İstanbul’a gider. İstanbul’a küçük Yusufuyla gelen Tayfur Efendi, oğlunu devrin en önemli üstatları arasında yer alan Kesikbacak İsmail Efendi’nin yanına verir. Genç Yusuf, Kesikbacak İsmail Efendi’nin yanında üç yıl kıraat dersi alır. Önce talim ve tashih-i huruf eğitimi, sonra da aşere ve takrib okuyarak ilm-i kıraatten icazetini alır.

Yusuf Aydın’da bitmez tükenmez bir ilim aşkı vardır. İstanbul’dan köyüne döndükten sonra kısa bir süre Vaşkin Köyü’nde imam hatiplik yapar. Ancak bu ilim aşkı 1956 yılında onu Of’un Çalek köyündeki Hacı Dursun Efendi’nin medresesinde talebe olmaya yönlendirir. Dursun Efendi’nin yanına varınca, “Hocam! Yeriniz olsun olmasın, ben dışarıda da yatarım. Ancak burada kalacağım ve okuyacağım. Yeter ki siz beni kabul edin ve beni okutun.” diyerek kararlılığını aktarır. Dursun Efendi, talebesinin bu karalılığından etkilenir ve onu medresesine kabul eder.

Dursun Efendi, güzide öğrencisi Yusuf’u bir an olsun yanından ayırmaz. Köylere vaaza giderken “Yusuf’um” dediği talebesini yanında götürür, kendisi vaaz verirken genç talebesine de hutbe okutur. Yusuf Hoca yedi yıl süren eğitimin ardından İspir’de yapılan törenle icazetini alır. Dursun Efendi icazet merasiminde kısa bir konuşma yapar. Orada bulunanlara “Bundan sonra beni ziyarete gelmeyin. Talebem Yusuf’um burada. Onu ziyaret ediniz.” der ve ilim ve takva sahibi talebesi Yusuf Hoca’ya dönerek şunları söyler: “Bütün umudum sensin. İnşallah sen, İslam’a büyük hizmetler edeceksin.”

Yusuf Hoca, medrese eğitimini tamamladıktan sonra doğduğu topraklara geri döner ve 1963 yılında ilim tahsili için ara verdiği imam hatiplik görevine tekrar başlar. İmam hatiplik görevinin dışında büyük küçük demeden herkese Kur’an’ı öğretir. Hem yaptığı göreviyle hem de verdiği vaaz ve nasihatlerle köylülerin gönlünde taht kurar.

Hayat böyle geçip giderken Tayfur Efendi oğlu Yusuf’a haber göndererek artık kendi köyüne gelmesini ve hizmetlerini burada sürdürmesini ister. Yusuf Hoca babasının isteğini kırmaz ve 1969 yılında doğduğu köy olan Soğuksu’ya döner. Bu köy artık Hocamızın hizmetlerini her geçen gün artırarak devam ettireceği yer olur.

Yusuf Hoca, köyünde imam hatipliğe başlar başlamaz köylülerden bir Kur’an kursu yapmalarını ister. Köylüler, yoğun bir çalışmanın ardından 40 kişinin yatılı olarak kalabileceği Kur’an kursunu faaliyete geçirirler. Böylelikle Vahnas (Soğuksu) köyü artık bir eğitim yuvasına dönüşür.

Yusuf Hoca’nın hizmetleri civar köy, ilçe ve illerde duyulmaya başlayınca insanlar, çocuklarını birer birer onun yanına getirmeye başlar. Talebelerin sayısı yetmişi aşınca artık kurs, bu yoğunluğu kaldırmaz. Köylüler kendi aralarında karar alırlar. Köye gelen ve kursta yer bulamayan her öğrenciye kendi evlerini açarlar ve talebelerini bağırlarına basarlar. Öyle ki bu talebeler, misafir olarak kaldıkları evde yiyorlar, yatıyorlar ve çamaşırları yıkanıyordu. Zira bu durum köylüler tarafından bir rahmet ve bereket kaynağı olarak görülüyordu.

Yusuf Hoca, Kur’an kursunun eğitim-öğretime ara vermeden devam etmesi için canla başla çalışır. Bu kursa ülkemizden hatta yurtdışından nice yardım gelir. Günlerden bir gün kursun en temel gıda maddeleri olan un, yağ ve şeker biter. Elde nakit para da yoktur. Yusuf Hoca, kursun ihtiyaçlarını karşılamak üzere Erzurum’da bir esnaf arkadaşını ziyaret eder. Esnaf içinde bulunduğu sıkıntılardan dolayı yardım yapamayacağını aktarır. Yusuf Hoca üzgün bir şeklide oradan ayrılacakken içeriye irsaliyesi elinde bir kamyon şoförü girer ve “İspir’in Vahnas köyünü, Yusuf Aydın Hoca’yı arıyorum. Tanıyanınız var mı?” diye sorar. Bunun üzerine o esnaf, “Aradığın hoca efendi işte şurada oturandır. Aradığın köy de hocamızın görev yaptığı köydür.” der. Bunun üzerine kamyon şoförü, “Allah’ıma şükürler olsun ki sizi buldum hocam. Kamyonda bir kasa dolusu un var. Hayır sahipleri bu unları size ulaştırmamı istediler.” diyerek emanetleri Yusuf Hoca’ya teslim eder. Anadolumuzda yaygın olarak kullanılan “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” sözü sanki o gün yeniden tecelli eder.

Yusuf Hoca’nın iki bine yakın hafızı vardır. Bu hafızlar ülkemizin dört bir yanında görev almışlar, vatanımıza, milletimize ve ümmet-i Muhammed’e hizmet sunan birer gönül insanı hâline gelmişlerdir.

Yusuf Hoca belki bir köyde yaşadı ve nihayetinde kendi köyünde de baki âleme göç eyledi. Ancak yürüttüğü hizmetler, yetiştirdiği talebeler vesilesiyle başta bulunduğu coğrafyada sonra da ülkemizde her bir din görevlisinin kendisini örnek alacağı bir hayat yaşadı ve müminler nezdinde hoş bir seda bıraktı.

Yusuf Aydın Hoca, 4 Şubat 1999’da vefat etti. Binlerce seveni ve yüzlerce hafızının katılımıyla kılınan cenaze namazının ardından kendi köyünde ömrünün sonuna kadar hizmet ettiği Kur’an kursunun bahçesine defnedildi. Bu vesile ile başta Yusuf Aydın Hocamız olmak üzere ilim erbabı tüm âlimlere ve gönül ehli tüm ariflere Yüce Rabbimden rahmet diliyorum. Cenab-ı Hak, onların açmış olduğu bu kutlu yolda yürüyebilmeyi onların miraslarını gelecek nesillere aktarabilmeyi cümlemize nasip eylesin!