SABIR VE SEBATTA BAYRAKLAŞAN GURBETÇİ:
AMR B. ABESE
Mekke’ye ulaştığında, bahsedilen yeni dinin peygamberiyle görüşmenin yollarını aradı. O günlerde, Mekke’de henüz İslam yüksek sesle dillendirilmediğinden ufak çaplı bir araştırmayla Allah Resulü’nü Kâbe’de bulabileceğini öğrendi. Kâbe’ye gidip sabırla ve tarifsiz bir merakla beklemeye koyuldu. Gün batana, insanlar evlerine çekilene kadar bu bekleyişi sürdü. Gece olduğunda, üzerindeki ağır yol yorgunluğuna yenik düşerek Kâbe’nin duvarının dibinde uyuyakaldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde sesli bir şekilde söylenen “Lâ ilâhe illallah” cümlesiyle irkildi. Uyandı ve kalktı. Tek ilah vurgusunu yapan kelime-i tevhid cümlesini kim kurabilirdi? Yıllardır hasretle arayageldiği kişinin, sesin sahibi olduğunu anladı ve hemen onun yanına gitti. Özlemini duyduğu peygamber karşısındaydı. Ama hâlâ inanamıyordu. Kendini tanıttı. Mekke’ye neden geldiğini uzun uzadıya anlattı (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, 945). Heyecanla “Allah aşkına doğru söyle! Seni Allah mı gönderdi? Peki O, bizden ne yapmamızı istiyor?” deyince Resulüllah “Putlara tapmamayı, sadece O’na kulluk etmeyi, akrabalık bağlarını gözetmeyi, haksız yere kan dökmemeyi.” buyurdu. Yolcunun duydukları çok hoşuna gitmişti. Zaten beklediği de bunlardı. Aradığını bulmuştu. “Allah, ne güzel şeyler emrediyor böyle? Sen ne güzel işler için gönderilmişsin! Ben sana inandım ve seni tasdik ettim. Uzat elini de sana biat edeyim.” dediğinde Hz. Peygamber ona elini uzattı ve bu hak yolcusu Allah’ın elçisine biat ederek iman ile şereflendi. Resulüllah’ın İslam hakkında bilgi verdiği bu cesur adam, Allah Resulü’nün yanında kalmak, ona destek olmak üzere izin istedi. Ancak Resulüllah, “Hayır! İnsanların bana nasıl baktığını, neler yaptığını görmüyor musun? Bu şartlarda burada kalmaya güç yetiremezsin. Sen, şimdi memleketine dön ve bekle. İslamiyet’i açıkça ilan etmeye başladığımı duyduğun zaman yanıma gel!” diyerek Mekke’de kalmasına müsaade etmedi. Bunun üzerine, arzuladığı birlikteliği bir başka bahara erteleyerek mahzun bir şekilde ailesinin yanına, memleketine döndü (İbn Sa‘d, Tabakât, 4:204). Yine onun için uzun sürecek hasret dolu bir bekleyiş başlamıştı. Bu zaman zarfında, Resulüllah’tan öğrenebildiği kadarıyla ibadetlerini yerine getirdi. Putperest halkı, tek olan ilaha çağırdı. İnsanları, Allah’ın dinine davet sürecinde çeşitli zorluklarla karşılaşmasına rağmen yılmadan usanmadan tebliğ mücadelesine devam etti.
Aradan, büyük sabırla beklediği uzun yıllar geçti. Köyüne uğrayan gerek Mekkelilere gerekse meseleye muttali olan diğer yolculara Allah’ın elçisinden haberler sorup durdu. Mekke’nin fethinden kısa bir süre önceydi. Yine bir gün köylerine Medineli bir grubun geldiğini işitti. Hiç vakit kaybetmeden soluğu yanlarında aldı. Merakla Hz. Peygamber’den haberleri olup olmadığını misafirlere sordu. Allah Resulü’nün Medine’ye hicret ettiği ve Medinelilerin, akın akın onun çağırdığı dine girdiği cevabını aldığında artık mutluluktan kabına sığmıyordu. Hz. Peygamber’e kavuşacağı gün gelmişti. Hasret son bulacaktı. Derhâl hazırlanıp ailesiyle vedalaştı ve doğruca Medine’ye gitti. Mescid-i Nebevi’ye vardı. Resulüllah tam karşısındaydı. Gözyaşlarını tutamadı. Yanına gitti ve “Ya Resulallah! Beni tanıyabildiniz mi?” dedi. Vefa peygamberi, bu hasret dolu, gözü yaşlı sabır timsalini görünce sevinerek “Elbette tanıdım. Sen, Mekke’de bana gelip bazı sorular sorduktan sonra iman eden Sülemîli değil misin?” buyurdu. Resulüllah’ın, onu çok net olarak hatırlaması ve gösterdiği yakınlık üzerine dünyalar onun olmuştu. Mutluluktan yerinde duramıyordu. Artık Medine’ye hicret ettiğini ve çekine çekine buraya yerleşme isteğini dile getirdi. Bu kez izin çıkmıştı. Vakit, geç kaldığı yılları telafi etme vaktiydi. Bulunduğu zamanı ve yeri ganimet bildi. Bu fedakâr gurbetçinin hicreti böylece gerçekleşmiş oldu.
Allah Resulü’nün yakından ilgilenip suffeye yerleştirdiği bu güzide muhacirin asıl adı Ebu Nedh Amr b. Abese b. Hâlid’dir. İlk Müslümanlardan olan Amr’ın bizzat ifadesine göre o Müslüman olduğu sırada sadece Hz. Ebû Bekir ile Bilâl-i Habeşî olmak üzere iki kişi İslam ile şereflenmişti (İbn Sa‘d, Tabakât, 4:201).
Resulüllah, Mekke şartlarının müminler için müsait olmadığı gerekçesiyle Amr’ı memleketine göndermesinden sonra yaklaşık yirmi yıl gibi uzun bir süre geçmişti. O, İslami davetin açıkça yapıldığını ne yazık ki uzun yıllar sonra öğrenebilmişti. Gelecek müjdeli bir haberi sabır ve sebatla beklerken koca bir ömür geçmişti. Hz. Peygamber’den ayrı geçirdiği yıllar için çok üzülmekteydi. Mekke’nin fethinden kısa bir süre önce hicret ettiği Medine’de, suffenin bir sakini ve öğrencisi olarak Hz. Peygamber’in ve bu okulun müstesna hocalarından, Allah’ın kitabına dair her gün yeni bilgiler edindi. İlme ve öğrenmeye aşırı merakı bulunan Amr, bir yandan yıllarca bu ilim ve irfan meclisinden uzak kalmanın hüznünü yaşarken diğer yandan öğrendiklerini hiç vakit kaybetmeden ve tarifsiz bir heyecanla hayatına aktardı.
Amr, İslam’ın henüz doğduğu Mekke’nin ilk günlerinde Müslüman olmasına rağmen Medine Dönemi’nin son üç yılına ancak yetişebildi. Resulüllah’la beraberliği bu kadar kısa olsa da yaşadığı uzun gurbet, onun Allah Resulü’nden bir an bile ayrılmamasına vesile oldu. İlme olan iştiyakı sebebiyle sık sık Hz. Peygamber’e gelerek “Ey Allah’ın Nebisi! İlminden bana da öğretir misin?” diyerek sorular sorar; Resulüllah da onu kırmaz, her sorduğu soruyu yüksünmeden cevaplandırırdı. Öğrenme aşkıyla dolu olan Amr, aldığı her cevaba öylesine dikkat kesilir, bunları hafızasına öyle bir işlerdi ki asla unutmazdı. Can kulağıyla dinlediği Allah Resulü’nün sözlerini başkalarına aktarmayı vazife bilirdi. Bu yüzden gerek işittiği hadisleri hayatına yansıtma gerekse insanlara nakletme konusunda oldukça titiz davranırdı. Hz. Peygamber’den otuzun üzerinde hadis rivayet etti. Bunlardan biri de bize Allah yolunda cehd ve sebatın önemini gösteren şu hadis-i şeriftir: “Kim saçını Allah yolunda ağartırsa, kıyamet gününde bu saç onun için nur olur.” (Tirmizî, “Cihâd”, 9)
Daha Cahiliyye Dönemi’nde putlara tapmayı akılsızlık olarak nitelendiren, Allah Resulü’nün bir sözüyle yıllarca çekeceği gurbeti sineye çeken, İslam’ı tebliğ ederken putperest kabilesi ve en yakın akrabaları tarafından türlü zorluklara maruz kalan, ancak yılmayıp bu kutsî dava uğruna mücadelesine sabır ve sebatla devam eden Amr b. Abese, Resulüllah’ın vefatından sonra Şam’a yerleşti. Hz. Osman’ın hilafeti döneminde Humus’ta dâr-ı bekaya göçtü (İbn Sa‘d, Tabakât, 9: 407).