Makale

SABIR VE SEBATTA BAYRAKLAŞAN GURBETÇİ: AMR B. ABESE

SABIR VE SEBATTA BAYRAKLAŞAN GURBETÇİ:
AMR B. ABESE

Doç. Dr. Yaşar Akaslan
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Cahiliyye Dönemi’nde, Arap kabilelerinden Süleymoğullarına mensup, hayatını hak ve hakikati aramaya adayan, bu münasebetle de “kurtuluşun babası” lakabıyla şöhret bulan bir zat vardı. O, yaşadığı devirde yaygın olan adaletsizlik ve yozlaşmanın rahatsızlığını duyar, birden fazla ilahın olamayacağını düşünür, atalarının inancını reddederdi. Bu sebeple akıllı ve vicdan sahibi olduğunu düşündüğü insanlara hakikat konusunda sorular yönelterek içindeki boşluğu doldurmaya çalışırdı. Zaman zaman da ehlikitap mensuplarıyla görüşüp onlardan bu konuda bilgi alırdı. Bir defasında Yahudi bir âlimle karşılaştı ve kendini tanıtarak cahiliyyenin trajikomik panoramasını yansıtan şu ifadelerle ona dert yandı: “Ben, yolculuk yaparken konakladığında dört taş bulan, bunlardan üçünü yemek pişirmek üzere ocak için kullanan, diğerlerinden daha güzel olanını ise put yapıp secde eden, konak yerinden ayrılacağı zaman da bu taşları etrafa atan, yeni konak yerine varınca tekrar taş toplayan bir kabiledenim. Her daim diri olan Allah’ı bırakıp da insana ne fayda ne de zarar veren bu taşlara tapmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Lakin O’na nasıl iman ve ibadet edeceğimi bilemiyorum. Bu hususta bana yardımcı olup yol gösterebilir misin?” Yahudi âlim, bu samimi zata şu cevabı verdi: “Çok yakında Mekke’de bir peygamber ortaya çıkacak. O, mensubu bulunduğu kavmin taptığı putlardan yüz çevirecek ve insanları tek olan Allah’a imana çağıracak. Bu daveti işitirsen vakit kaybetmeksizin ona koş ve tabi ol. Zira o peygamber, insanları kendilerine sunulan en güzel dine davet edecektir.” (İbn Sa‘d, Tabakât, 4:203-204) “Kurtuluşun babası”, duyduğu bu sözlerden sonra Yahudi âlimin bahsettiği peygamberin haberini dört gözle beklemeye başladı. Bu süreçte, yaşadığı köye çeşitli vesilelerle Mekke’den gelen ziyaretçilere sık sık Mekke’de neler yaşandığını, orada yeni gelişmeler olup olmadığını sordu. Zaman zaman da özlemle beklediği haberi takip için Mekke’ye bizzat kendisi gitti ve beklenen peygamberin ortaya çıkıp çıkmadığını gizlice araştırdı. Durum, bu minval üzere yıllarca devam etti. Yine peygamberden haber alma ümidiyle yola revan olduğu bir gün, seyahat esnasında tanıştığı Mekkeli birine, Mekke’de yeni bir gelişme olup olmadığını sordu. Ondan, “Muhammed b. Abdullah putları reddederek insanları yeni bir dine davet ediyor.” cevabını aldı. Özlemle beklediği gün gelmişti artık. Vakit kaybetmeden hazırlığını yapıp Mekke’ye doğru yola çıktı.

Mekke’ye ulaştığında, bahsedilen yeni dinin peygamberiyle görüşmenin yollarını aradı. O günlerde, Mekke’de henüz İslam yüksek sesle dillendirilmediğinden ufak çaplı bir araştırmayla Allah Resulü’nü Kâbe’de bulabileceğini öğrendi. Kâbe’ye gidip sabırla ve tarifsiz bir merakla beklemeye koyuldu. Gün batana, insanlar evlerine çekilene kadar bu bekleyişi sürdü. Gece olduğunda, üzerindeki ağır yol yorgunluğuna yenik düşerek Kâbe’nin duvarının dibinde uyuyakaldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde sesli bir şekilde söylenen “Lâ ilâhe illallah” cümlesiyle irkildi. Uyandı ve kalktı. Tek ilah vurgusunu yapan kelime-i tevhid cümlesini kim kurabilirdi? Yıllardır hasretle arayageldiği kişinin, sesin sahibi olduğunu anladı ve hemen onun yanına gitti. Özlemini duyduğu peygamber karşısındaydı. Ama hâlâ inanamıyordu. Kendini tanıttı. Mekke’ye neden geldiğini uzun uzadıya anlattı (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, 945). Heyecanla “Allah aşkına doğru söyle! Seni Allah mı gönderdi? Peki O, bizden ne yapmamızı istiyor?” deyince Resulüllah “Putlara tapmamayı, sadece O’na kulluk etmeyi, akrabalık bağlarını gözetmeyi, haksız yere kan dökmemeyi.” buyurdu. Yolcunun duydukları çok hoşuna gitmişti. Zaten beklediği de bunlardı. Aradığını bulmuştu. “Allah, ne güzel şeyler emrediyor böyle? Sen ne güzel işler için gönderilmişsin! Ben sana inandım ve seni tasdik ettim. Uzat elini de sana biat edeyim.” dediğinde Hz. Peygamber ona elini uzattı ve bu hak yolcusu Allah’ın elçisine biat ederek iman ile şereflendi. Resulüllah’ın İslam hakkında bilgi verdiği bu cesur adam, Allah Resulü’nün yanında kalmak, ona destek olmak üzere izin istedi. Ancak Resulüllah, “Hayır! İnsanların bana nasıl baktığını, neler yaptığını görmüyor musun? Bu şartlarda burada kalmaya güç yetiremezsin. Sen, şimdi memleketine dön ve bekle. İslamiyet’i açıkça ilan etmeye başladığımı duyduğun zaman yanıma gel!” diyerek Mekke’de kalmasına müsaade etmedi. Bunun üzerine, arzuladığı birlikteliği bir başka bahara erteleyerek mahzun bir şekilde ailesinin yanına, memleketine döndü (İbn Sa‘d, Tabakât, 4:204). Yine onun için uzun sürecek hasret dolu bir bekleyiş başlamıştı. Bu zaman zarfında, Resulüllah’tan öğrenebildiği kadarıyla ibadetlerini yerine getirdi. Putperest halkı, tek olan ilaha çağırdı. İnsanları, Allah’ın dinine davet sürecinde çeşitli zorluklarla karşılaşmasına rağmen yılmadan usanmadan tebliğ mücadelesine devam etti.

Aradan, büyük sabırla beklediği uzun yıllar geçti. Köyüne uğrayan gerek Mekkelilere gerekse meseleye muttali olan diğer yolculara Allah’ın elçisinden haberler sorup durdu. Mekke’nin fethinden kısa bir süre önceydi. Yine bir gün köylerine Medineli bir grubun geldiğini işitti. Hiç vakit kaybetmeden soluğu yanlarında aldı. Merakla Hz. Peygamber’den haberleri olup olmadığını misafirlere sordu. Allah Resulü’nün Medine’ye hicret ettiği ve Medinelilerin, akın akın onun çağırdığı dine girdiği cevabını aldığında artık mutluluktan kabına sığmıyordu. Hz. Peygamber’e kavuşacağı gün gelmişti. Hasret son bulacaktı. Derhâl hazırlanıp ailesiyle vedalaştı ve doğruca Medine’ye gitti. Mescid-i Nebevi’ye vardı. Resulüllah tam karşısındaydı. Gözyaşlarını tutamadı. Yanına gitti ve “Ya Resulallah! Beni tanıyabildiniz mi?” dedi. Vefa peygamberi, bu hasret dolu, gözü yaşlı sabır timsalini görünce sevinerek “Elbette tanıdım. Sen, Mekke’de bana gelip bazı sorular sorduktan sonra iman eden Sülemîli değil misin?” buyurdu. Resulüllah’ın, onu çok net olarak hatırlaması ve gösterdiği yakınlık üzerine dünyalar onun olmuştu. Mutluluktan yerinde duramıyordu. Artık Medine’ye hicret ettiğini ve çekine çekine buraya yerleşme isteğini dile getirdi. Bu kez izin çıkmıştı. Vakit, geç kaldığı yılları telafi etme vaktiydi. Bulunduğu zamanı ve yeri ganimet bildi. Bu fedakâr gurbetçinin hicreti böylece gerçekleşmiş oldu.

Allah Resulü’nün yakından ilgilenip suffeye yerleştirdiği bu güzide muhacirin asıl adı Ebu Nedh Amr b. Abese b. Hâlid’dir. İlk Müslümanlardan olan Amr’ın bizzat ifadesine göre o Müslüman olduğu sırada sadece Hz. Ebû Bekir ile Bilâl-i Habeşî olmak üzere iki kişi İslam ile şereflenmişti (İbn Sa‘d, Tabakât, 4:201).

Resulüllah, Mekke şartlarının müminler için müsait olmadığı gerekçesiyle Amr’ı memleketine göndermesinden sonra yaklaşık yirmi yıl gibi uzun bir süre geçmişti. O, İslami davetin açıkça yapıldığını ne yazık ki uzun yıllar sonra öğrenebilmişti. Gelecek müjdeli bir haberi sabır ve sebatla beklerken koca bir ömür geçmişti. Hz. Peygamber’den ayrı geçirdiği yıllar için çok üzülmekteydi. Mekke’nin fethinden kısa bir süre önce hicret ettiği Medine’de, suffenin bir sakini ve öğrencisi olarak Hz. Peygamber’in ve bu okulun müstesna hocalarından, Allah’ın kitabına dair her gün yeni bilgiler edindi. İlme ve öğrenmeye aşırı merakı bulunan Amr, bir yandan yıllarca bu ilim ve irfan meclisinden uzak kalmanın hüznünü yaşarken diğer yandan öğrendiklerini hiç vakit kaybetmeden ve tarifsiz bir heyecanla hayatına aktardı.

Amr, İslam’ın henüz doğduğu Mekke’nin ilk günlerinde Müslüman olmasına rağmen Medine Dönemi’nin son üç yılına ancak yetişebildi. Resulüllah’la beraberliği bu kadar kısa olsa da yaşadığı uzun gurbet, onun Allah Resulü’nden bir an bile ayrılmamasına vesile oldu. İlme olan iştiyakı sebebiyle sık sık Hz. Peygamber’e gelerek “Ey Allah’ın Nebisi! İlminden bana da öğretir misin?” diyerek sorular sorar; Resulüllah da onu kırmaz, her sorduğu soruyu yüksünmeden cevaplandırırdı. Öğrenme aşkıyla dolu olan Amr, aldığı her cevaba öylesine dikkat kesilir, bunları hafızasına öyle bir işlerdi ki asla unutmazdı. Can kulağıyla dinlediği Allah Resulü’nün sözlerini başkalarına aktarmayı vazife bilirdi. Bu yüzden gerek işittiği hadisleri hayatına yansıtma gerekse insanlara nakletme konusunda oldukça titiz davranırdı. Hz. Peygamber’den otuzun üzerinde hadis rivayet etti. Bunlardan biri de bize Allah yolunda cehd ve sebatın önemini gösteren şu hadis-i şeriftir: “Kim saçını Allah yolunda ağartırsa, kıyamet gününde bu saç onun için nur olur.” (Tirmizî, “Cihâd”, 9)

Daha Cahiliyye Dönemi’nde putlara tapmayı akılsızlık olarak nitelendiren, Allah Resulü’nün bir sözüyle yıllarca çekeceği gurbeti sineye çeken, İslam’ı tebliğ ederken putperest kabilesi ve en yakın akrabaları tarafından türlü zorluklara maruz kalan, ancak yılmayıp bu kutsî dava uğruna mücadelesine sabır ve sebatla devam eden Amr b. Abese, Resulüllah’ın vefatından sonra Şam’a yerleşti. Hz. Osman’ın hilafeti döneminde Humus’ta dâr-ı bekaya göçtü (İbn Sa‘d, Tabakât, 9: 407).