Makale

Din Eğitiminde Âlemi Öğreterek ALLAH’I TANITMA

Din Eğitiminde Âlemi Öğreterek
ALLAH’I TANITMA
Prof. Dr. M. Şevki Aydın
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Çocuklara olduğu kadar gençlere ve yetişkinlere de Allah’ı tanıtmak, sanıldığı kadar kolay değildir. Aralarında yaklaşım farklılıklarının olması gerekse de her birinin kendine özgü zorlukları bulunmaktadır. Şimdiye kadar Allah’ı tanıtmak için çok çeşitli yol ve yöntemlere baş vurulduğu görülmektedir. Çağımızda gelişmiş olan psikoloji, eğitim bilimleri ve özellikle de din eğitimi bilimi gibi beşerî bilimlerin verilerinin ışığında meseleye yaklaştığımızda çok ilginç sonuçlarla karşılaşmaktayız. Allah’ı tanıtma adına ortaya konan yaklaşımların birçoğunun, kaş yapalım derken göz çıkardığını, bilimsel veriler açıkça göstermektedir. Bu sonuçlar, özelde Allah’ı tanıtma, genelde ise din eğitimi işinin rastgele, atadan babadan görülen usullerle, el yordamıyla vb. değil de, tamamen bilimsel bir yaklaşımla, bilgiyle, bilinçle yapılması gerektiği gerçeğini açığa çıkarmış olmaktadır.

Allah’ı insanlara tanıtma konusunda en fazla baş vurulan yollardan birisi, “istişhad bi’ş-şahid ala’l-ğaib” yöntemidir. Yani görüneni, görünmeyene tanık kılma, ona dair çıkarımda bulunma. Yaratılanlardan hareketle, Yaratıcı’nın varlığına ulaşmak. Bu çerçevede tabiat, yaratıcı niteliğiyle Allah hakkında insanı bilgi ve kanaat sahibi kılan ayetler bütünü olarak ele alınmaktadır. Tabiat da okunması gereken bir kitaptır; kevnî kitap. Oradaki her varlık, bir işaret, bir ayet olarak Allah’a, O’nun varlığına tanıklık etmektedir. Tabiat, bir bakıma Allah’ın varlığını keşfetme alanıdır. İnsan, tabiatı algılama ve tabiatın görünen yüzünün ötesine geçerek, onun Allah’ı gösteren bir semboller dünyası olduğu yorumunu yapma gücüne sahiptir. İslâm geleneğinde bir şairin şu sözü çok meşhurdur: “Her şeyde Allah’ın bir ayeti vardır ve O’nun bir olduğunu göstermektedir.”

Bizim akaid/kelâm geleneğimizde, bu yaklaşım tarzı oldukça öne çıkmaktadır. O kadar ki, akaid/kelâm kitaplarının daha girişlerinde, “Hakâiku’l-eşyai sabitetun” gibi “eşyanın/varlıkların gerçekli”ğine ilişkin ifadelere yer vererek, bu kozmolojik delillere bir temel oluşturmaya çalışılmıştır. Allah’ın varlığı gerçekliğine işaret etmesi için tabiattaki varlıkların gerçekliğine vurgu ile işe başlanmıştır. Tümevarımcı akıl yürütme ve buna dayalı kozmolojik deliller geliştirerek, Allah’ın varlığını kanıtlama çabaları, kelam geleneğimizde oldukça ileri noktalara ulaşmış; hatta felsefî kelam diye nitelenen eserlerde karmaşık bir hâl almıştır, denebilir.

Esasen kelâmcıların bu yaklaşımının temelinde Kur’an’ın üslûbu yatmaktadır. İnsanlara Allah’ı anlatmak için gönderilmiş olan Kur’an, insanların dikkatlerini varlık dünyasına çekmekte; insanların onlar üzerinde düşünmelerini, onları inceleyip anlamlandırmaya çalışmalarını istemektedir. (Mesela bk. Ğaşiye, 17-22; Nahl, 1-17) Üstelik, sadece duyularla algıladığı dış çevre değil, bizzat insanın kendi dünyasının da, onun tarafından incelenip anlamlandırılması istenmektedir: “Varlığımızın delillerini ufuklarda/dış dünyada ve kendi varlıklarında onlara göstereceğiz ki,…” (Fusssilet, 53)

“Allah’ın zatını düşünmeyiniz; ama O’nun yaratıkları hakkında düşününüz.” (Kenzu’l-Ummal, 3/206, Hadis No. 5705) hadisi ve benzeri deliller de, Müslümanları, varlıklar üzerinde derinlemesine düşünmenin, onları araştırıp incelemenin Allah’ı tanıma imkânı sağlayacağı, O’na olan imanlarını geliştireceği kanaatine yöneltmiştir.

Varlıklardan hareketle Allah’a ulaşma yöntemi, “somuttan soyuta”, “yakından uzağa”, “bilinenden bilinmeyene”, “basitten karmaşığa” doğru gitme gibi temel eğitim ilkelerinin de gereğidir. Tabiî ki, bu ilkeler sadece bu konuda değil, din eğitimi geneli için geçerlidir. Din eğitimi faaliyetlerinde, bireyin yakın çevresinden, bildiklerinden hareketle dinin ilkelerini, değerlerini öğretmeyi öngörmektedir. Dolayısıyla, Allah’ı tanıtmak amacıyla bireyin çevresindeki varlıklar hakkında bilgilenmesini sağlamak, onlar üzerinde düşünme ve inceleme merakını geliştirip onları doğru anlamlandırmasına katkıda bulunma yaklaşımı, doğrudan eğitimin doğasının gereğidir.

Ne var ki, tabiattaki her varlığın, hem kendinde bir anlam ve değere, hem de kendi dışındaki bir alana insanı yönlendiren bir anlama sahip olmasına rağmen, tek başına bu dış dünyanın insanı Allah’a ulaştırma garantisi yoktur. Bunun gerçekleşmesi, bireyin bilinçlilik hâlinin, zihinsel ve duygusal istekliliği/niyetliliği ile doğrudan irtibatlıdır: “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl yaptık/bina ettik ve süsleyip donattık! Onda hiçbir düzensizlik ve eksiklik yoktur. Yeryüzüne de bakmazlar mı? Onu nasıl yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada iç açıcı çift bitkiler bitirdik. Bütün bunlar, içtenlikle Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak, ona öğüt ve ibret vermek içindir.” (Bk. Kaf, 8; Ayrıca bk. Ğaşiye, 23) Bilgilendirme/eğitim, inanmanın sınırına kadar bireyi taşır; ama inanmasını garanti edemez. İnanma kıvılcımının çakması, çok farklı bir olaydır.

Burada asıl üzerinde durmamız gereken husus, bireye varlıkları öğreterek Allah’ı tanıtmanın niteliği meselesidir. Bu meseleye girmeden önce, okuduğum bir haber yazısından alıntı yapmak istiyorum. “Anaokulunda dinî eğitim” üst başlığını taşıyan bu habere şu cümleyle girilmiş: “Çocuklar için renkli görüntülerle hazırlanmış kitaplarda, her şeyin nedeni Allah’a bağlanıyor.” Sonra bu iddiaya örnekler verilmektedir:

“Ben bir aslanım, ormanda yaşarım, çok güçlü bir hayvanım, Allah’ın izniyle avımı yakalarım. …Ben bir kuşum, rengârenktir kanatlarım, Allah’ın izniyle uçarım. …Ben bir kaplumbağayım, her zaman yavaş yürürüm, evimi sırtımda taşırım, Allah’ın izniyle tehlikelerden korunurum. …Ben bir balığım, parlaktır derim, denizde yaşarım, Allah’ın izniyle kolayca yüzerim…” Değerlendirme kısmında, kitapların “renkli görüntüleriyle çocukların dikkatini” çektiğine işaret edildikten sonra şöyle söze şöyle devam ediliyor: “Ancak kitabın içindeki cümleler, çocukların hayatı sorgulamasının önünü tamamen kesip, her şeyin nedenini Allah’a bağlıyor.” (Cumhuriyet, 06.12.2007)

Belli ki, sözü edilen kitaplarda varlıklar hakkında bilgi verilerek çocukların onlardan hareketle, Allah’ın varlığından haberdar olmalarını sağlamak amaçlanmaktadır. Ancak, üslûpta, izlenen yöntemde yetersizlikler bulunmaktadır. O da şudur: Varlıkların özellikleri hakkında çocuk yeterince bilgilendirilmeden hemen onun varlığının Allah ile ilişkisi dile getirilmektedir.Tabiî ki, her varlığın nasıl meydana geldiği araştırılırken bir sebepler zinciriyle karşı karşıya kalınacak ve bu sebepler zincirinin bir yerde kesilmesi gerekecektir. Bu, varlığının kendi dışında bir sebebi olmayan sebeptir ki o da, Allah’tır. Ama haberdeki değerlendirmelere bakılırsa, bu kitaplarda söz konusu sebepler zincirine pek işaret etmeden, hemen Allah’a bağlama çabası görülmektedir. Balık “Allah’ın izniyle yüzmekte”; ama bu iznin mahiyeti nedir? Nasıl izin veriliyor? Görünürde onun yüzmesini sağlayan sebepler nelerdir? Bu ve benzeri soruların cevaplarını içeren sebepler zinciri açıklanmadan, balıkla Allah arasında ilişki kurulmaktadır. Balığın suda yaşamasını ve yüzmesini sağlayan donanımının olağanüstülüğünü çocuğun görmesini bu söz âdeta perdelemektedir; dolayısıyla bu donanımı onda yaratan gücün farkına varması da önlenmiş olmaktadır. Burada yapılan şey, çocuğa bu ilişkiye dair bir kalıp ifade ezberletilmesidir; onun bu ilişkiyi kavrayıp anlamlandırmasına imkân sağlamak değil.

İlkokula giden çocuklar Hayat Bilgisi dersinde okudukları yağmur konusunu kendi aralarında evde tartışıyorlar. Yağmurun nasıl oluştuğunu konuşuyorlar. Yağmurun oluşmasındaki safhalar sırayla dile getirildikten sonra biri soruyor: “Peki bu nasıl oluyor? Ben işte bunun arkasında ne olduğunu merak ediyorum.” Hepsi bu soru karşısında duraksıyorlar, tıkanıverdiklerini hissediyorlar. İşte orada, Allah’ın varlığı, O’nun yaratması akıllarına geliyor ve nihaî sebep olarak, O’nu fark ederek rahatlıyorlar.

Söz konusu kitaplarda ise çocuğun varlıklar hakkında merakını tetikleyici, onları inceleme arzusunu geliştirici bir yaklaşım yeterince ortaya konmamaktadır. Oysa önemli olan, sözü edilen varlıkları çocuğun kendi seviyesine uygun ölçüde tanımasını kılavuzlamak ve onlar hakkında daha fazla bilgi elde etme merakını tahrik etmek; onlar hakkında araştırma yapma arzusunu geliştirmesini sağlamaktır.

Bu gerçekleştirildiği takdirde çocuk, o varlıkların yapısal niteliklerindeki olağanüstülükleri daha iyi tanıyacak, tanıdıkça hayret duyguları gelişecektir. Her adımda çocuğun merakı derinleşecek, düşünmeyi ve sorgulamayı sürdürecektir. Bu sorgulama ve düşünme süreci, çocuğun varlıkları daha sağlıklı biçimde anlamlandırmasına imkân sağlayacak ve sonuçta bu olağanüstü yapının kendiliğinden olamayacağı fikrine ulaşmasına imkân sağlayacaktır. Bu derinlikli ve analitik düşünme yolculuğunun sonunda, Allah’ın varlığını farketmesi daha kolaylaşacaktır.

Kısacası, varlıkların tanıtımının niteliği son derece önem arz etmektedir. Burada varlıklar hakkında yüzeysel bilgi verip onlarla Yaratıcı arasındaki ilişkiyi dile getirmek; bunu kalıp bilgilerle sunmak, pek de önemli değildir. Asıl önemli olan çocuğun, bu varlıkları tanıyıp keşfetmesini, bizzat anlamlandırmasını kılavuzlamaktır. Bundan sonra da onlarla Allah arasındaki ilişkiyi bizzat keşfetmesine rehberlik etmektir.

Dikkat edilirse burada varlıkların özelliklerine ilişkin bilgileri edinme, onları işleme, onları kullanarak yenilerini üretme ve benzeri işlemleri bizzat çocuğun yapmasından söz edilmektedir. Çocuğun bütün bu eylemlerin nesnesi değil, öznesi olması öngörülmektedir. Varlıklar üzerinde o düşünecektir; varlıkların neliğini o sorgulayacak, o araştıracak, o inceleyecek, elde ettiği verileri o anlamlandıracaktır. Eğitimcilerin yapacağı iş ise, ona sadece ve sadece bütün bu iş ve işlemlerde kılavuzluk etmektir. İşte bu kılavuzluk işi, pek de kolay değildir; ancak uzmanları yapabilir.

Bu yapıldığı takdirde, çocuk onlarla yetinmeyecek, araştırma merakı kamçılandığından dolayı varlık dünyasını keşif yolculuğunu zevkle sürdürecektir. Varlık hakkında bilgi düzeyi yükseldikçe oradaki olağanüstü sistemi/nizamı anlamaya çalışacak, Allah’a olan imanı giderek daha da güçlenecektir. Aslanın özelliklerini, gücünün bedensel bağlantılarını/sebeplerini, kuşun uçmasını sağlayan yapısal özelliklerini, balığın yüzmesini sağlayan donanımını yakından tanıyan birisinin Allah’a inanması ile, bunlardan habersiz olanın inanması elbette bir olmayacaktır.

Hz. Musa (a.s.) ile sihirbazların müsabakası bu anlamda iyi bir örnektir. (Bk. Arâf, 106-124) Söz konusu müsabakada Hz. Musa’nın (a.s.) değneğini izleyen sihirbazlar secdeye kapanıp imanlarını ilan ederken, halkın büyücülerin yaptıklarından farklı hiçbir şey olmamış gibi davranmalarının altında yatan sebep, tamamen buydu. Sihirbazlar, sihir hakkındaki derinlemesine bilgileri nedeniyle, Hz. Musa’nın yaptığının sihir değil, olağanüstü bir iş olduğunu hemen fark edip inandılar. Buna karşılık diğerleri, ortaya konan büyüsel olaylar hakkında yeterli bilgileri olmadığından dolayı, onu da sihirlerden bir tür olarak algılama durumunda kaldılar.

Bu durum göstermektedir ki, bireyin din eğitiminin kalite düzeyi, onun diğer alanlara ilişkin bilgisiyle, genel kültürel birikimiyle yakından ilişkilidir. Varlık dünyasına ilişkin, hayata ilişkin bilgi donanımı ne kadar yeterli olursa birey, dinin ortaya koyduğu ilkeleri, değerleri o nisbette daha iyi anlama imkânına sahip olacaktır. Bu durum, din eğitiminin genel eğitimle bütünlük içinde ele alınmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Onun için din eğitiminin amacına yaklaşımda bulunurken, bunu genel eğitimin amacından soyutlamamak gerekmektedir.

Bunun uzantısı olarak şu gerçeğin altını çizmekte yarar var: Din eğitiminde konular öğretilirken, bireyin diğer bilgileriyle ve kültürel birikimiyle, bu öğretilecek dinî konunun ilişkisi kurulduğu ölçüde öğrenme kolaylaşır ve kalıcılık düzeyi yükselir.

Varlık dünyası hakkında bireyi yeterince bilinçlendirdikten sonra, bu varlığı Yaratan’ı tanıtmaya kalkışan bir din eğitimi yapılmadığı takdirde, dindar görünen bireyler, her biri aklı hayretler içinde bırakacak özelliklere sahip varlıklar üzerinde düşünüp, onları inceleme meraklarını geliştirememekte; hemen yanı başındaki olağanüstülüklerden habersiz yaşayabilmektedirler. Bu habersizlik, hizmetlerine tahsis edilmiş olan varlıklardan yeterince yararlanmalarını engellediği, onlarla sağlıklı ilişki kurmalarını önlediği gibi, onları çok tuhaf tutum ve davranışlara da itebilmektedir. Söz gelimi, peteğin yapısını inceleyip ondaki mucizevî yapıyı fark edemeyenler, petek üzerinde “Allah” yazdığını haber yaparak büyük bir iş yaptıklarını düşünebilmektedirler. Kuzunun kendisi şöyle dursun yününün yapısını incelemeyenler, kuzunun yünlerinde farklı renkle “Allah” lafzı yazılı olduğunu ilan ederek, hayretler içinde kaldıklarını söyleyebilmektedirler.

Bunlar gösteriyor ki, din eğitimi adına yapıcı tutum takınmak, olumlu sonuçlar elde etmek istiyorsak, Kur’an’ın tavsiyesine uyarak bilime kulak vermekten başka çare bulunmamaktadır. Örgün veya yaygın eğitim bağlamında şöyle veya böyle din eğitimi faaliyetlerinde bulunmak durumunda olan herkes (anne-baba, din öğreticisi, din konusunda yazıp çizen) için özellikle eğitim bilimlerinin ve din eğitimi biliminin verilerinden yararlanmak artık olmazsa olmaz şarttır.


“Allah’ı tanıtma adına ortaya konan yaklaşımların bir çoğunun, kaş
yapalım derken göz
çıkardığını, bilimsel
veriler açıkça
göstermektedir. Bu
sonuçlar, özelde Allah’ı tanıtma, genelde ise din eğitimi işinin rastgele, atadan babadan görülen usullerle, el yordamıyla vb. değil de, tamamen bilimsel bir yaklaşımla, bilgiyle, bilinçle yapılması gerektiği gerçeğini açığa çıkarmış olmaktadır.”


“Varlıklar hakkında
yüzeysel bilgi verip onlarla Yaratıcı arasındaki ilişkiyi dile getirmek; bunu kalıp bilgilerle sunmak, pek de önemli değildir. Asıl önemli olan çocuğun, bu varlıkları tanıyıp keşfetmesini,
bizzat anlamlandırmasını
kılavuzlamaktır. Bundan sonra da
onlarla Allah arasındaki ilişkiyi
bizzat keşfetmesine
rehberlik etmektir.”


“Din eğitimi adına
yapıcı tutum takınmak, olumlu
sonuçlar elde etmek istiyorsak, Kur’an’ın tavsiyesine uyarak bilime kulak vermekten başka çare
bulunmamaktadır.”