Makale

KADÎM BİR MEDENİYETE YOLCULUK: ENDÜLÜS

KADÎM BİR MEDENİYETE YOLCULUK: ENDÜLÜS

Dr. Salih AYBEY
Bülent Ecevit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Uluslararası bir sempozyum vesilesiyle İspanya’nın güneyinde yer alan Granada/Gırnata, Cordaba/Kurtuba ve Sevilla’da bulundum. Gittiğim ülke İspanya idi ancak ben İspanya’da değil eski Endülüs’te bulunmanın hem mutluluğunu hem de hüznünü bir arada yaşadım. İstanbul’dan yaklaşık üç saatlik yolculuk yaparak Malaga Havalimanı’na indik. Buradan da yaklaşık 1,5 saat yolculuk yaparak Granada şehrinde bulunan otelimize yerleştik.

Sempozyum vesilesiyle gittiğimiz şehirde, üç günlük bilgi şöleninin akabinde ilk gezimiz 4-5 km yakınımızda bulunan El-Hamra Sarayı’naydı. Granada’ya gittim diyebilmek için, Granada’da görülmesi gereken en önemli tarihî eser, hiç kuşkusuz El-Hamra Sarayı’dır. Burada şu notu zikretmek faydalı olacaktır. Endülüs İslam Devleti’nin gerilemeye başlaması üzerine Muhammed b. Ahmer, devletin başkentini Kurtuba’dan Granada’ya taşıyarak 1232 yılında burada (Granada) Beni Ahmer Devleti’ni kurmuş ve El-Hamra Sarayı’nın temelini de bu tarihte atmıştır.

Günümüze kadar çok güzel korunarak gelmiş olması, İslam mimarisinin en güzel örneklerinden biri olması, sarayın içindeki ihtişam, her detayı hayranlıkla izlenebilecek, iyi ki de gelmişim dedirtecek yapı ve güzellikte bir yerdir El-Hamra Sarayı. Granada’ya hâkim bir tepe üzerine yapılmış olan bu saray, dışarıdan çok ihtişamlı gözükmese de, içine girince yeşil bahçesi, geniş avlusu, muazzam mimarisiyle gözle görülür bir ihtişam ortaya çıkıyor. Tabi ki bu sarayı ziyaret etmek kolay değil. Her gün belli sayıda ziyaretçi kabul ediyorlar. Talebin yoğun olması nedeniyle aynı gün bilet bulmak mümkün olmadığı için birkaç gün önceden biletleri almak gerekiyor. 15 Euro ödeyerek bilet alıp içeri girdiğiniz zaman ise sarayı iki saatte dolaşıp çıkma mecburiyetiniz var. Her bölüme girilecek bir saat dilimi var. O saatte o bölüme giriş yapmaz iseniz biletiniz geçersiz sayılıp diğer bölümleri gezemiyorsunuz.

El-Hamra Sarayı’nın pek çok anlatılacak özelliği olmasına rağmen benim ve hemen hemen bütün ziyaretçilerin dikkatini çeken önemli bir husus vardır. O da saraydaki bütün mekânlara nakşedilen bir cümle. İslam tarihinin en nadide eserlerinden biri olan El- Hamra’nın gizemi kanaatimce bu cümlede yatmaktadır. Bu gizemli cümle “Allah’tan başka galip yoktur.” anlamına gelen “Lâ Galibe İllallah” cümlesidir. El-Hamra Sarayı’nda 10.000 defa bu cümlenin yazılı olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Bu özelliğiyle El-Hamra Sarayı, binlerce defa Allah’ın tek galip olduğunu dünyaya haykıran eşsiz bir saraydır. Sarayın sahiplerinin fani olduklarını, baki olan tek varlığın Allah olduğunu ilan edercesine kemerlerinde, sütunlarında, kubbelerinde, duvarlarında kısacası her yerine “Lâ Galibe İllallah” yazan başka bir saray olmasa gerek.

Dört gün Granada şehrinde konaklamamız nedeniyle fırsat buldukça birlikte yolculuk yaptığım arkadaşımla şehri yürüyerek dolaştık. Şehir merkezinde gördüğümüz birkaç kiliseye girdik. Girdiğimiz zaman yazımın başında da ifade ettiğim o acı ve hüznü yaşadık. Çünkü kürsülerinden ve mihraplarından buraların önceleri birer cami olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Rehberin “buradaki pek çok kilisenin camilerden çevrildiği” bilgisini kilisenin içine girdiğimiz zaman bizzat müşahede ettik. Ayrıca buradaki bütün camilerin kiliseye çevrilmiş olması ve 1515 yılında iki Müslüman gencin İspanyol bir genci öldürmesini bahane ederek 60-65 yaşın altında kalan tüm Müslümanların katledilmesi gibi sebeplerle yaklaşık sekiz asır hüküm süren İslam medeniyetinden burada hiçbir eser kalmadığını gördük. Bu nedenle Beni Ahmer Devleti’nin yıkıldığı 1492 yılı, Endülüs’teki birlikte hoşgörü içinde yaşama tecrübesinin bittiği, İslam medeniyetine dair eserlerin tahrip ve talan edildiği yıldır diyebiliriz.

Gezimiz esnasında Tarık b. Ziyad’ın İspanya’yı fethederken ilk ayak bastığı ve gemileri yaktığı yer olan Cebelitarık Boğazı’na da gittik. Bu noktadan Boğaz’ın öbür yakasına (Fas) 14,5 km mesafenin olduğunu öğrendik. Eğer buraya kadar gelmişken Cebelitarık’ı da ziyaret edeyim derseniz İngiltere’den vize almak gerekmektedir. Çünkü burası İngiliz toprağı sayılıyormuş. Daha sonra Güney Avrupa’nın en uç kısmında bulunan ve adını MS. 711 yılında, Cebelitarık kuşatması öncesi buraları keşfetmek üzere Avrupa kıtasına bir çıkartma harekâtı yapan “Tarif İbn Malik”ten alan Tarifa’ya ulaştık. Burası 1292 yılına kadar İslam medeniyetinin egemenliğinde kalmış; ancak bu tarihten sonra Sancho tarafından bu kasaba Müslümanların elinden alınarak Müslümanların Afrika ile bağı koparılmıştır. Buradan Fas’a deniz otobüsleriyle günübirlik gidilip gelinebilmektedir.

Gezimizin bir diğer durağı ise Granada’dan yaklaşık 160 km mesafe deyer alan, bir dönem Endülüs Emevi Devleti’nin başkenti Cordoba (Kurtuba)’dır. Cordoba’ya ulaşınca ve eski adıyla Kurtuba Ulu Cami’yi görünce bir kez daha içimizi derin bir hüzün ve acı kapladı. I. Abdurrahman tarafından Şam’daki Beni Ümeyye Camii’nin mimarisi esas alınarak inşa edilen Kurtuba Ulu Camii, Müslümanların elinden çıktıktan sonra katedrale çevrilmiştir. Kurtuba Ulu Camii, 987 yılında tamamlanmış, 22 bin kişinin içinde aynı anda namaz kılabildiği, yapıldığında 1013 kolondan oluşan, şu an Hristiyanların tahribatı sonucunda 856 kolona sahip bir eserdir. (Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, s. 280.) Ortasına kondurulan haç planlı kilise ve içindeki diğer küçük kiliselere ve tadilatlara rağmen Kurtuba Ulu Camii, büyük oranda ayakta durmaktadır. İspanyollar buraya Arapça mescid kelimesinden müdevver olarak Mezquita demektedirler. Camii katedral olarak kullanıldığı için Catedrale De Mezquita, yani mescit katedrali adını verdikleri bilgisini öğrendik.

Kurtuba Ulu Camii’nin minaresinin çan kulesine çevrildiğini, caminin ortasına büyük bir kilise yapıldığını, burada haftanın belli günlerinde ayin yapıldığını, içeride namaz kılmak gibi bir durumun asla söz konusu olmadığını, eğer böyle bir durum olursa İspanyol polisler tarafından tutuklanacağımızın bilgisinin yanında, 5. Carlos’un Kanuni Sultan Süleyman’a “Avrupa’da İslam bitti” mesajını vermek için caminin tam ortasındaki kilisenin fotoğrafını gönderdiği bilgisiyle birlikte, caminin içinde Müslümanların diz çökmüş, yalvarır bir vaziyette şehrin anahtarını teslim ettiğinin resmini görünce gözyaşlarımıza hâkim olamadık.

Yaklaşan cuma namazı nedeniyle "Acaba nerede cuma namazımızı eda edebiliriz?" diye sorarken rehberimiz, cuma namazının saat 15.00’te Faslılara ait bir camide kılındığını ve bizi oraya götüreceğini söyledi. Niçin 15.00’te kılındığını sorduğumuzda ise, Fas’ı esas alarak namaz kıldırdıklarını söyledi. Nihayetince bizi cuma namazımızı eda etmek için bir mescide götürdü. Mescidin, TİKA tarafından restore edildiğini ve uzun süre TİKA tarafından restore edildiğini gösteren bir tabelanın girişte asılı olduğunu, son günlerde ise bu yazının söküldüğünü ve nedenini bilmediğini söyledi. Namaz kılmak için mescide girmek istediğimizde ise bunun kolay olmadığını gördük. Çünkü yirmi kişilik küçük bir mescitte en az 50-60 kişi namaz kılmak için beklemektedir. İşte o anda yaklaşık iki yüz metre mesafedeki o büyük esere sahip çıkamamanın acısını burada bir kez daha hissettim.

Netice itibarıyla Endülüs hakkında anlatılacak çok şey var. Ancak son olarak şunları ifade etmek isterim. Lise yıllarımdan beri Endülüs’ün tarihine ve kültürüne dair epeyce şeyler okumuştum. Ama Endülüs’ü gezip görünce pek çok şeyi idrak etmeden okuduğumu anladım. Bu nedenle İslam medeniyetinin hüküm sürdüğü yerleri gezip görmenin bir gereklilik olduğu kanaatine vardım.

Endülüs, bugün İspanya’nın güneyinde yer alan bir bölge olmaktan çok kadim bir medeniyet ve kültür mirasıdır. Yine geçmişte İslam coğrafyasına ait olup da tamamen terk ettiğimiz yerlerden biridir Endülüs. Evet, Endülüs’ü gezip görmeden, Kurtuba Ulu Cami’yi (şimdiki adıyla Catedrale De Mezquite) görmeden, El-Hamra Sarayı’nın içinde dolaşmadan Endülüs İslam Medeniyetinin büyüklüğü anlatılamaz. Bu nedenle Endülüs gezisi bende farklı duygular uyandırdı, farklı ufuklar açtı.

O Endülüs ki, Muvafakat sahibi Şatibi’nin, İbn Hazm Ez-Zahiri’nin, Muhyittin el- Arabi’nin, Müfessir Kurtubi’nin, İbn Haldun’un, İbn Rüşt’ün ve daha nice filozofların, müfessirlerin, ulemanın, fukahanın yetiştiği bir medeniyet. O Endülüs ki, 781 yıl boyunca İber Yarımadası’na hükmetmiş, birçok ilklere imza atmış ve dünya kültür ve bilim mirasına önemli eserler bırakmış bir medeniyettir. İslamiyet’in ilk yüzyıllarından itibaren oluşan ihtişamlı bir medeniyetin son beş altı asırdır izlerinin silindiğini okumuş olmak hepimizde bir burukluk oluştururken, hele gelip bu coğrafyayı gezip görünce bu acıyı, bu hüznü içimizin derinliklerinde hissediyoruz. Endülüs’ü gezdikçe, gördükçe ve rehberden dinledikçe buraların nasıl yüksek düzeyde bir medeniyet ve ilim-irfan yuvası olduğunu, bununla birlikte çöküşe yol açan ihtişam ve refahın getirdiği bozulmayı da bir arada görebiliyoruz. 711 yılında Tarık b. Ziyad’ın İber Yarımadası’na geçmesiyle İslam’la tanışmış olan İspanya’da 1492 yılına kadar -yaklaşık 8 asır- hüküm süren, kök salan İslam medeniyetinin, bu topraklardan varlığının/köklerinin bu kadar kazınmış olması bizleri hayrete düşürmüş ve Endülüs’ün ibret alınması gereken yerlerden birisi olduğu kanaatimizi sağlamlaştırmıştır. Bu nedenle Endülüs’ün bizim için bir gurur abidesi olduğu kadar, bir acı ve hüzün kaynağı olduğu da unutulmamalıdır.