Makale

EN HAYIRLI ÜMMET

EN HAYIRLI ÜMMET
Hilal CeyHan KÖKSAL
Ankara Çankaya Kur’an Kursu Öğreticisi
Hayat, düşe kalka yürümeye çalıştığımız, her tökezlediğimizde etrafımızda yardım alabileceğimiz kim var diye bakındığımız bir yolculuk. Ne kadar dik durmaya çalışsak nafile, etrafımızdaki insanlarla varız. Allah, kullarını bu dünyaya tek başına göndermemiş. Zorlukları beraberce aşıp bu imtihandan alnımızın akıyla çıkalım diye bizi eş, dost ve akrabalarla desteklemiş.

Her birimiz, farklı ilgi alanlarına sahibiz. Yaratılışlarımızdan gelen şahsımıza münhasır özelliklerimiz var. Bu özellikler, ebeveynlerimizle, tecrübelerimizle, eğitimimizle ve hayatımıza giren diğer insanların tesiriyle gelişiyor ve değişiyor. Diğer taraftan hepimiz, benzer zaaflara ve benzer ihtiyaçlara sahibiz. Birbirimizden öğreneceğimiz onca şey varken insanın insana yabancılaşması tuhaf şey...

Ahir zaman ümmetinin başlıca sorunlarından biri, insanların içine dönerek kendi dertlerinden başkasını görmez oluşu. Aldırmazlık, vurdumduymazlık ve benmerkezcilik yüreklerimizi istila etmiş… Etrafımızda merhamet dolu bir bakışımıza, sıcacık bir gülümsememize muhtaç o kadar çok insan var ki! Sadece sırtını sıvazlayıp hatırını sorduğumuz birinin bile fark etmeden kim bilir hangi yarasına merhem oluyoruz…

Yüce Rabbimiz de bizden uyanık olmamızı etrafımızdaki insanların ihtiyaçlarını fark ederek onlara faydalı olmamızı bekliyor ve Âl-i İmran suresinin 110. ayetinde şöyle buyuruyor: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz…” Ne kadar önemli bir sorumluluk yüklenmiş sırtımıza değil mi?

İster din adamı ister din gönüllüsü deyin -ya da hiçbir unvanı olmasın- bu yola baş koymuş herkes, bu görevi yerine getirmeye çalışıyor. Bu insanların ortak özelliği, diğer insanların hayatlarına dokunmak, onların hem bu dünyada hem de ahirette iyiliğe ulaşmalarını sağlamak.

İnsanların alışkanlık edinmesi de alışkanlıklarını terk etmesi de kolay değildir. Dolayısıyla onların seçimlerini etkilemek zordur. Din gönüllüleri, zoru başarırlar. Kendini dindar olarak tanımlayan herkesin hayatında böyle bir din gönüllüsünün tesiri vardır. Bu işin sırrı nedir diye düşündüğümüzde ortaya iki husus çıkar: samimiyet ve azim. Bu işe niyetlenen kişi bu yola baş koymalı, gönlünü her daim temiz tutmalıdır.

Birinin hayatına dokunabilmek, onun maneviyatının mimarı olabilmek en başında kuvvetli bir muhabbet gerektirir. Kişi karşısındakini severse onun dediklerini kabul edip kendini değişime açar. İlişkinin herhangi bir menfaate dayanmaması onu sürekli kılar. Bu noktada din gönüllüsünün samimi ve sevecen yaklaşımı hayati öneme sahiptir.

Diğer önemli şart ise gerekli ilmî donanıma sahip olmaktır. Hoca konumundaki kişinin, Kur’an ve sünnetten beslenmesi gerekir. Sağlıklı bilgilerle donanan müminler, Allah ve Resulünü sevmeye, dolayısıyla hocasına da derin bir muhabbet duymaya başlarlar.

İslam’ın ilme verdiği değer de Müslümanların âlimlere olan hürmet ve muhabbetini besler. Âlim denilince insanların aklına ilmiyle âmil olan samimi din bilginleri gelir. Böyle âlimler, toplumumuz tarafından öyle sahiplenilmiştir ki sağken bulundukları mekânlar; vefatlarından sonra da kabirleri ziyaretçi akınına uğrar.

Günümüzde âlimlerin izinden yürüyen pek çok din gönüllümüz vardır. Arkasında saf tuttuğumuz imamlarımız, ezan ve salalarıyla ruhumuza dinginlik veren müezzinlerimiz ve Kur’an öğretmeye gönül vermiş, bu yola hayatını adamış Kur’an kursu hocalarımız bunlardan aklımıza ilk gelenler... Toplumun önemli bir kesimine hitap eden ve onları yönlendirme becerisine sahip bu “hoca”ların milletimize kazandırdığı pek çok güzellik vardır.

Halkımızın hocalara teveccühü büyüktür. “Hoca” denildiği zaman insanlarda saygı ve sevgi hisleri uyanır. Tabi bu hislerin beslenmesi gerekmektedir. İnsanlar, “hoca” diyerek kendilerine rehber edindikleri kişilerin samimiyetlerini görmek isterler. Eğer ihlas ve azmi bir arada görürlerse o hoca, onların hayatına dâhil olur. Sadece fetva mercii değil, kararlarını alırken başvurdukları, gidip dertlerini anlattıkları samimi bir danışman hâline gelir. Bu da cemaat bilincinin oluşmasını sağlar.

Hocaların makbul olması için birtakım özellikleri haiz olması gerekir. Bu halkımızın aldığı güvenlik tedbirlerinden ilkidir. Bu şekilde hocaların bilgisi halk tarafından sınanır. Sorulan soruların hepsi, bilgilenmek maksadını taşımaz. Bazen aynı sorunun sorulduğu ikinci ya da üçüncü hocasınızdır ve verdiğiniz cevapla “derin” bir hoca olup olmadığınız sınanıyordur. Samimi Müslümanların keskin bir değerlendirme yetenekleri vardır. Kendisinden daha donanımlı âlimleri hafife alan ya da bazı hakikatleri kolaylık uğruna terk ettiği sezilen hocaların, insanlar nezdinde bir ciddiyeti kalmaz. İyi hoca olmak, gerekli donanıma sahip olmanın yanı sıra samimi ve mütevazı olmayı da gerektirir.

Bu öyle bir samimiyettir ki hayatınızda başka bir şeye yer bırakmaz. Eğer bir hocaysanız, bu yaşamınızın her alanına yansır. Kurumunuzun kapısından çıkarken bırakabileceğiniz bir unvan değildir bu. Komşularınızın gözünde de alışverişinizde de tatilinizde de hocasınızdır! Dost meclislerinde muhabbet ederken ya da spor yaparken veya herhangi bir işle meşgulken bu sıfattan bağımsız hareket edemezsiniz. Giyim kuşamınız, kullandığınız aracınız, gittiğiniz mekânlar, hangi markaları tercih ettiğiniz dikkat çeker. Şahsi hatalarınız, İslamiyet’e mal edilir. Sizin gündelik işleriniz, insanların kendilerine fetva çıkardığı örnekler hâline gelir. Bu da ciddi bir sorumluluktur. Tatili ve emekliliği olmayan bir meslektir.

Günümüzde şartları rahatlasa da eskiden beri bu, emek ve yürek isteyen bir iş olmuştur. Hakikati her şartta söylemek ve Allah’ın emir ve yasaklarını her zaman insanlara duyurmak, hocanın birinci vazifesidir. Mesela, sıkıntılı zamanlarda görevini gayretle yürüten pek çok gönül eri, nezarethanelerde ve hapishanelerde alıkonulmuş ama hiçbir şey onları tebliğ vazifesinden geri koymamıştır. Onların bu azimleri sayesinde vatanımızda bayrak inmemiş, ezanlar dinmemiştir.

Güzel yurdumuz, ilme irfana beşiklik eden bir diyardır. Her biri topluma örnek olacak nice güzel insan bu topraklarda yaşamıştır. Bu insanların öncülük ettiği hayırlardan bazıları, asırlarca süren sadaka-ı cariyelere dönüşmüş; gönüllere nüfuz eden samimi telkinleri, Türk-İslam geleneğinin şekillenmesine vesile olmuştur.

Din gönüllüleri, her dönemde olduğu gibi günümüzde de zor bir görev yüklenmişlerdir. Çünkü artık insanların vakitlerini heba eden, yaşamlarını etkileyen, berrak düşünmelerini engelleyen pek çok uyarıcı var. Eskiden helal haramın öğretilmesi yeterliyken, şimdi insanların neden haramdan kaçınması gerektiğine ikna edilmesi, yeri geldiğinde iman ile ilgili tereddütlerinin giderilmesi gerekiyor.

Bu konuda bazen eski yöntemler yetersiz kalabiliyor. Bunun için teknolojinin imkânlarından daha çok faydalanılması ve yeniliklere açık olunması kısacası din gönüllülerinin de kendilerini güncellemesi gerekiyor. Akla ve kalbe giden tüm yolların denenmesi, insanların sevgi damarının yakalanması çok önemli. Haz çağında herkes, kendisini mutlu eden şeyin peşinde koşarken onları doğru yol üzerinde tutmak zor bir zanaat. Bunun için alın teri dökmezsek insanları içine alan girdabın yanı başımızdakileri yutuverdiğini göreceğiz. Gayret bizden takdir Allah’tan olacak. Samimiyetle sarf edilen her cümle, bir yankı oluşturacak. Ve belki böylece bizler, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olduğumuzu fark edecek, dünyaya da bunu böylece göstermiş olacağız.

Sözlerimizi Necm suresinin 39-41. ayetleriyle sonlandıralım: “İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.”