Makale

REİSLİĞİN İLK YİRMİ BEŞ-OTUZ YILINDA MÜFTÜ SEÇİM VE TAYİNİ

REİSLİĞİN İLK YİRMİ BEŞ-OTUZ YILINDA MÜFTÜ SEÇİM VE TAYİNİ

Dr. Mehmet BULUT
DİB Başkanlık Müşaviri

Dinî soruların cevaplandırılması (fetva), bu hizmeti deruhte eden birimler ve bizzat ifa eden müftüler (1930’lu yılların sonuna kadar kavramın “müfti” şeklinde yazıldığını daha önce bu köşede belirtmiştik), fert ve toplum nezdinde her zaman önemli olmuştur. Bu mühim vazife sebebiyledir ki her dönemde müftü seçimine itina gösterilmiştir. Ayrıca, Osmanlı memleketlerinde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde Türkiye sınırları dâhilinde her vilayet ve kazada kanunen birer müftü bulunmasının öngörülmesi önemli bir husustur. Mesela, Reislik teşkilatında 1927’de 411, 1935’te 400 ve Reisliğin yeniden teşkilatlandığı 1950’de 479 müftü kadrosu bulunuyordu.

Bu yazıda, Reisliğin ilk 25-30 yılında, “Makam-ı Riyasetin mümessilleri” olan müftülerin seçim ve tayinleri ile seçimlerinde esas alınan tahsil kriteri üzerinde durmak istiyorum.

Tarihî arka plan

Osmanlı döneminde, medrese eğitimini tamamlayıp müderrislik payesini alan bir kişi, müftülük görevi talebinde bulunabilirdi.

Tanzimat’tan sonraki uygulamaya göre, bir beldede müftülük “inhilâl ettiğinde”, buraya mahalli ulema arasından, yine mahallinde yapılan seçim sonucu, medresede ders vermekle görevli ve ilmî yeterliliği olan bir kişi müftü olarak seçilirdi. Bu seçim, o bölgenin ders okutan medrese müderrisleri, büyük camilerin imam ve hatipleri, mahallin idare meclisi ve belediye meclisi üyelerinden temsilcilerin gizli oyları ile yapılırdı. Seçim sonucunda en fazla oy alan adayın ismi Meşihat makamına bildirilirdi. Mahallinde uygun adayın bulunmadığı durumlarda Meşihat bizzat müftü tayin edilebilirdi.

Bu sistem, Şeyhülislamlığın lağvına kadar uygulandığı gibi, bilahare Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti döneminde ve aşağıda üzerinde duracağımız gibi, kısmen de Reisliğin ilk 25 yılında uygulanmaya devam etmiştir.

Reislik mevzuatında

müftü seçim ve tayini

3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı “Şer’iyye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin İlgasına Dair Kanun”da, müftüler konusunda sadece “Müftülerin mercii, Diyanet İşleri Reisliğidir.” (Madde: 6) hükmü yer almıştı.

Reisliğin ilk teşkilat kanunu olan 14 Haziran 1935 tarih ve 2800 sayılı “Diyanet İşleri Reisliği Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun”da, Reisliğin taşra teşkilatının müftü, müsevvit, vaiz ve dersiamlardan oluştuğu ifade edilmişti. (Madde: 1) “Her vilayet ve kaza merkezinde Diyanet İşleri Reisliğine bağlı birer müftü bulunur.” hükmünü de içeren bu kanunda, müftülerin seçim ve tayini konusu şu şekilde yer almıştı. (Madde: 4):

“Müftülük inhilal ettikte vilâyetlerde valilerin, kazalarda kaymakamların reisliği altında mahallindeki dersiam, vaiz, imam ve hatiplerle belediye azası içtima ederek müftülük için lazım gelen ilim ve fazileti haiz zevat arasında gizli rey ile üç kişi seçerler. İntihab neticesi, vilâyetin hususi mütalaası da ilâve olunarak vilâyetten Diyanet İşleri Reisliğine bildirilir. Bu üç zattan biri Reislikçe tercih olunarak tayin ve memuriyeti mahalline tebliğ olunur. Reislik, intihab edilenlerden hiçbirini münasip görmediği takdirde yeniden intihab yapılmak üzere iade eder. Mahallinde müftü intihabına layık kimse bulunmadığı anlaşıldığı takdirde doğrudan doğruya Reislik makamınca evsaf-ı lâzimeyi haiz müftü tayin ve izam olunur.”

Görüldüğü gibi bu kanun, müftülük için önce mahallinde seçim ve sonra Başkanlıkça tayin şeklinde iki aşamalı bir süreci öngörmekteydi. Burada müftü olabilmek için gerekli ehliyet üzerinde durulmuş; ancak imtihandan söz edilmemiştir. Ayrıca hemen belirtelim ki burada sözü edilen kıstaslar zamanla farklı veçheler alabilmiştir.

Bu kanuna dayanılarak Kasım 1937’de çıkartılan “Diyanet İşleri Reisliği Teşkilâtının Vazifelerini Gösterir Nizamname”de, Reisliğin kuruluş amaçlarından biri olarak “müftülerin mercii olmak” da gösterilmiş; ancak bu tüzükte sadece görevlerden bahsedilmiş, müftü seçim ve tayini konusu yer almamıştır. Buna göre müftü seçim ve tayininde 1920’li ve 1930’lu yıllarda kısmen Osmanlı son döneminin konuya ilişkin düzenlemelerinin esas alındığı anlaşılmaktadır.

1940’lı ve 1950’li yıllarda müftü seçim ve tayinleri Müşavere Heyeti karar ve mütalaaları çerçevesinde gerçekleşmiştir. Nitekim bu yıllarda alınan kararlardan müftü ve vaiz seçimine ilişkin olanlar önemli bir yekûn tutmaktadır. Bu uygulamada Heyet, imtihanları ya bizzat yapmış ya da mahallinden yapılan imtihanlara ilişkin dosyaları -bu vaizlik imtihanlarında da böyle idi- tetkik ederek sonuçlandırmış ve nihayet tayinlerin yapılmasını sağlamıştır. Esasen Heyet’in görevlerinden birini bu muameleler teşkil etmekteydi. Hâlbuki bu süreçte, yine ilmi hizmet erbabından olan vaizler -1950’ye kadar Reisliğin barem harici kadroları arasında yer almışlardı-, cami hademesi arasında sayıldıklarından, 1928 ve 1935 yıllarında çıkartılan hayrat hademesi/cami hademeleri tüzüklerinde, bunların imtihan ve tayinlerine ilişkin detaylı hükümler bulunmaktaydı. Şunu da belirtelim ki, vaiz seçim ve imtihanları konularıyla ilgili bir kısım meseleler Müşavere Heyeti kararlarında müftülerle birlikte mütalaa edilmiştir.

1944’e gelindiğinde, müftü ve vaizlerin ehliyetlerini tespit doğrultusunda önce 9 Şubat 1944 tarihini taşıyan bir kararname çıkartılmış, ardından Reislik bu kararname çerçevesinde bir “Vaizlik ve Müftilik İmtihan Talimatnamesi” yayımlanmıştır. Talimatnamede imtihanların hangi derslerden yapılacağı, hangi derslerin yazılı, hangilerinin takrir şeklinde olacağı, taşrada yapılacak imtihanlar için oluşturulacak komisyonların kimlerden teşekkül edeceği, il ve ilçelerde yapılması hâlinde imtihanların nasıl icra edileceği gibi hususlar yer almıştır.

Müftü seçim ve tayin süreci

Öncelikle, 1950’ye kadar olan dönemde müftü seçim ve tayin sürecinin günümüzde yapılan benzer imtihanlardan bir hayli farklı olduğunu belirtmek isterim. Bir defa bu yıllarda imtihanlar, kişilerin talebi üzerine ve şahsa münhasır yapılan imtihanlardır. Yani Reislik belli zamanlarda müftü ve vaizlik imtihanı açmamakta, şahsın talebine binaen imtihan açılmaktadır. Buna göre:

Müftülük veya vaizlik vazifesine talip bir kişi, mesleki tahsil belgesi varsa doğrudan tayin edilebilmekte, yoksa önce mahallinde “ehliyet imtihanına” tabi tutularak yeterliliği tespit edilmekteydi. Yani mesleki tahsili olmayanların ehliyetlerinin imtihanla sabit olması gerekiyordu. Bu durumda, mesleki tahsil belgesi bulunmamak, müftülük veya vaizlik talebinde bulunmaya engel teşkil etmemekteydi; kişi, yapılan imtihanla ehliyetini belgelemesi hâlinde müftülüğe talip olup ayrıca müftülük imtihanına girebilmekte, başarılı olması hâlinde de müftü olabilmekteydi.

Sözü edilen ikinci imtihan için Müşavere Heyetince hazırlanıp mahalline gönderilen imtihan sorularını havi kapalı ve mühürlü zarf, usulen önceden teşekkül etmiş olan imtihan komisyonu huzurunda açılmakta ve adaydan, soruların cevaplandırılması istenmekteydi. Cevaplandırma tamamlanınca imtihan komisyonunca yapılan değerlendirme zaptı ile birlikte cevap kâğıdı da yine kapalı zarf içerisinde Reisliğe gönderilmekte; Müşavere Heyeti dosyayı inceledikten sonra nihai kararı vermekteydi.

Müşavere Heyeti kararlarında onlarca örneği bulunan, “Dosyasında mesleki tahsili bitirme belgesi bulunmadığından, ehliyeti imtihanla sabit olduğu takdirde Kurulumuz tarafından hazırlanan kapalı ve mühürlü zarfa konan imtihan sorularının talimatnamesiyle birlikte mahalline gönderilmesi uygundur.” şeklindeki kalıp ifadeden, mesleki tahsil belgesi olmayanların mahallinden yapılacak imtihanla ehliyetini belgelemesinin, ayrıca Heyet tarafından gönderilen sorular çerçevesinde müftülük imtihanının yapılmasının istendiğini rahatlıkla anlıyoruz. Ancak mevzuatta imtihansız alınacakları kaydedilmişse de kararlardan mesleki tahsil belgesi olan adayın da müftülük imtihanına tabi tutulup tutulmadığı kapalı kalmaktadır. Bununla birlikte yine de bu gibi adayların dosyasının Heyetçe tetkik edilerek bir karara varıldığı kesindir. Özetle, mesleki tahsil belgesi olmayan talipler için iki aşamalı imtihan söz konusudur: Mahallinden yapılan mesleki ehliyet imtihanı ve müftülük veya vaizlik imtihanı.

Bu uygulamada, 1950 yılında küçük bir değişiklik yapılarak yazılı imtihandan önce bir “şifahi imtihan” yapılması cihetine gidilmiştir.

Müftü seçiminde tahsil kriteri

Ele aldığımız dönemde, müftü ve vaiz seçim ve tayininde mesleki tahsil belgesine sahip olmak önemli bir avantaj teşkil etmiş; ancak bu hizmetlere kabul için bu bir ön şart olmamıştır. Buna göre, mesleki tahsil belgesine sahip olmayan bir kişi, imtihanla ehliyetini belgelemesi hâlinde müftü olabilmekteydi.

Ortaokul düzeyinde bir diplomaya sahip olan ancak müftü ve vaizliğe ilmî kifayetinin bulunduğu bir âlim heyetince tasdik edilen bir şahsın müftülüğe tayine hak kazandığı ifade edilen 1944 tarihli bir Müşavere Heyeti kararında şu hükme de yer verilmişti: “Devlet hizmetine alınmak için umumi ahkâm dairesinde menşe şahadetnamesi mevcut bulunan ve meslekte bulunduğuna dair vesika ibraz eden bir kimseden mesleki tahsil vesikası aramaya mahal yoktur.”

1935 yılına ait kanunun neşrinden yıllar sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan müftülüklere gönderilen 25 Aralık 1952 tarihli genelgede, söz konusu kanunun 4. maddesine dayanılarak mahallinde yapılacak müftü seçimlerine ilişkin detaylı açıklamalara yer verilmişti. Bu cümleden olarak, müftü seçimine aday olacaklarda aranılacak eğitim şartları da sıralanmıştır. (Madde: 7) Buna göre adaylarda; Darülfünun İlahiyat Fakültesi, medrese (Medresetü’l-İrşad, Medresetü’l-Vaizin, Kuzat Medresesi, Nüvvab, Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi Sahn bölümü) veya bunlara muadil yurt dışında dinî yükseköğrenim görmüş olmak veya dersiam olmak; 3 Mart 1924 tarihinden önce icazet almış olmak, icazete sahip olmayanların ise Başkanlıkça yapılan müftülük imtihanına girerek yeterlilik belgesi almış olmak şartları aranmıştır. Genelgede ayrıca müftülük ehliyet imtihanına ilişkin açıklamalar da bulunmaktadır.

Müşavere Heyetinin müftü ve vaiz adaylarının mesleki ehliyetlerinin tespitine yönelik teklifi

1950’ye geldiğimizde Müşavere Heyeti, Başkanlık Makamı’na bir yazı yazarak öteden beri taşrada yapılagelen mesleki ehliyet tespitine yönelik imtihan konusunda farklı bir uygulama cihetine gidilmesini ayrıca icazetnamesi olanların da imtihana tabi tutulmasını teklif etti. Çünkü Heyete göre, taşrada yapılan bu imtihanlar sonucu göreve getirenlerin çoğunun ehliyetsiz oldukları daha sonra anlaşılmıştır. Bu doğrultuda alınan kararda şöyle denmişti:

“Vaizlik gibi mühim bir irşad vazifesinin ve müftülük gibi bir fekahet ve ifta memuriyetinin Başkanlık dairesi haricinde keyfiyeti meçhul bir denemeye veya herhangi (bir) emelle alınmış bulunması muhtemel olan bir icazetnameye isnad ettirilmesi mezkûr vazife ve memuriyetlerin naehil ellere tevdi edilmesine sebebiyet vereceği endişesiyle, bundan sonra bu vazife ve memuriyetlere talip olanların ellerinde icazetnameleri bulunsa dahi Kurulumuzda denemesi yapılmak üzere Yüksek Başkanlığa müracaat eylemeleri lüzumuna karar verildiği saygılarımızla arz olunur.”

Kurulun müftülük ve vaizlik imtihanı ve icazetnameler konusunda aldığı bu kararın taşrada itirazlara neden olduğu anlaşılmaktadır. Bunun üzerine Başkanlık Makamı, Kurul’dan bu itirazların incelemesini istemiştir. Kurul’un yaptığı incelemeler sonucu hazırladığı raporda söz konusu kararı savunmakla birlikte bunu revize cihetine gittiği anlaşılmaktadır. Raporda özetle şu değerlendirmede bulunulmuştu:

“25 seneden fazla bir zamandır dini tedrisat mülga olduğuna göre, elinde icazetname olup müftülük veya vaizliğe talip olan şahısların icazetnameleri Başkanlıkça tanınıp bilinen üstadlardan alındığı bilinmedikçe itibar edilmemesi gerekir. Maruf üstadlardan alındığı anlaşılan icazetnamelere gelince; kişinin böyle bir icazetnameye sahip olması, o kişinin ilmî ehliyeti için kesin delil teşkil etmez. Böyle olduğu tecrübe ile sabit olduğundan, sırf elinde icazetname var diye bir kişi imtihana tabi tutulmadan o kişiye yetki belgesi verecek Kurumumuzdan bir üye mevcut değildir. Yapılacak imtihanın mahalli meselesine gelince; imtihanın selameti ve güvenirliği açısından bunun merkezde bizzat Kurul üyelerinin reyleriyle belirlenmesi gerekir ki, bu yetkiyi Kurul’un kendisi için bir hak olarak görmesi tabiidir. Ancak merkeze çok uzak mahallerde bulunanların imtihanı bulundukları yerde yapılabilir. Bu durumda imtihanda Dersiam müftülerin yanında bölgenin gezici vaizi de bulunmalıdır.”

1950 sonuna doğru Müşavere Heyeti yine farklı bir karara daha imza atarak o tarihten itibaren müftülük ve vaizlik imtihanlarının belirli zamanlarda topluca yapılması doğrultusunda Başkanlık makamına bir öneride bulundu. Öteden beri her aday için ayrı ayrı zamanlarda yapılan müftülük ve vaizlik imtihanlarının Başkanlık ve Kurul’un çalışmaları açısından büyük bir zaman kaybına sebep olduğu gerekçe gösterilen talepte, bu imtihanların önceden belirlenen günlerde, merkezde topluca yapılmasının uygun olacağı belirtildi. Ancak kısa bir süre sonra alınan başka bir kararda, imtihan için Kurul’a müracaatın, taliplerin merkeze gelip Kurul’un huzurunda imtihan vermenin isteğe bağlı olduğu belirtilecektir.

Değerlendirme

1950 öncesi müftü seçim ve tayinine ilişkin verdiğimiz malumat çerçevesinde iki-üç noktanın, üzerinde teemmüle değer olduğu kanaatindeyim. Birincisi, dönemde mahallin görevli ihtiyacının karşılanmasında bölgede yetişmiş kişilere öncelik verilmesi dikkate değerdir. Kuşkusuz, burada detayına giremeyeceğim, bunu zorunlu kılan sebepler vardı.

İkincisi ise, dinî hizmetlere eleman alımında mesleki tahsil belgesinden, diplomadan, tabir caizse etiketten ziyade ehliyete önem verilmiş olması, kişinin yetkinliğine öncelik verilmesidir. Dönemin anlayışına göre, diplomayı, tahsil belgesini, dinî hizmetlere kabulde bir ön şart olarak kabul etmek; etiketi olmayan ama yetişkin ve ehil insanları din hizmetlerinde saf dışı bırakmak, onları heba etmek olurdu. Bir kaht-ı rical döneminde bunu göze almak tabiatıyla mümkün değildi.

Müşavere Heyeti’nin, 1950 yılının sonuna doğru, ellerinde mesleki tahsil belgesi olsun olmasın, görev talebinde bulunanların mutlaka Reislikçe imtihan edilmeleri doğrultusundaki önerisi de zamanına göre atılmış önemli bir adımdır ve bunun da günümüze bakan yönünün olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki; bir kişinin vaktiyle dinî yüksek tahsil görmüş ve hatta bu tahsile binaen müftülük vaizlik gibi görevleri ihraz etmiş olması, aradan şunca zaman geçtikten sonra, bu kişinin mesleki ehliyetini hâlen de muhafaza ettiği anlamına gelmemektedir ki, Heyet’in bu mütalaasının satır aralarından bunu okumak mümkündür.

Ülkemizde 1925-1950 yılları arasında din eğitiminin hiçbir şeklinin yapılamamış olması nedeniyle imam-hatip gibi cami görevlilerinin istihdamında uzun yıllar hiçbir din eğitimi şartı aranamazken bu sıkıntılı dönemlerde müftü ve vaizlerin tayininde yine de onların olabildiğince mesleki tahsili bulunmasına özen gösterilebilmiş olması da dikkate değer diğer bir husustur.

Şu da önemli bir keyfiyettir: 1950’li yıllara gelindiğinde bile müftü ihtiyacını önemli ölçüde Osmanlı son dönemi medreselerinde tahsil görmüş veya Darülfünun İlahiyat Fakültesinden mezun zevatla karşılanmış, başka bir ifadeyle kaynak bu yıllarda bile Osmanlı eğitim müesseseleri olmuştur. 3 Mart 1924’ten önce alınmış icazetnameler, mesleki tahsil belgesi olarak kabul edilmiştir. Nitekim 1940’lı yıllarda müftü ve vaiz olarak görev yapanların çoğu icazetli kişilerdir.