Makale

KARDEŞLİK AHLAKI

KARDEŞLİK AHLAKI

Meral Günel | İstanbul Maltepe Vaizi

Enes’ten (r.a.) rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Din kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et."

Bir adam:

Ya Rasulallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse ona nasıl yardım edeyim, dedi. Peygamberimiz: "Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun.

Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir." buyurdu.

(Buhari, Mezalim 4.)

İslam yeryüzünün tamamında rahmet ve adaleti ayakta tutma, zulmün karanlığını hakikat ışığıyla aydınlatma misyonunu yükler müntesiplerinin omuzlarına. İnsanlığın kaderi âdeta Müslümanın elleri arasında şekillenir. Müslüman olmak, sorumluluk yüklenmektir, kendisi ve din kardeşleri sonra da tüm dünya insanları için dert sahibi olmaktır. Bu dert ve sorumluluk, dayanağını, “Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız.” (Hucurat, 49/10.) ayetinden alır. Kardeş, muhtaç olduğunda yardıma ilk koşulacak, el uzattığında eli ilk tutulacak, aman dilediğinde ilk affedilecek, yanlışa düştüğünde ilk uyarılacak kişidir. İnsan kardeşini seçemez; kan bağıyla bağlandığımız kardeşlerimiz gibi iman bağıyla bağlandığımız kardeşlerimizi de seçemeyiz. Allah’ın “bu kardeşindir” dediğine, yardım etmemiz emrediliyorsa bu emri yok sayamayız. Sadece, nasıl yardımcı olabileceğimizi düşünmeye başlayabiliriz.

Kendini düşünmekten yorgun günümüz insanını böyle bir misyonu olduğuna inandırmak zor görülebilir. Duyarsızlık, bencillik kimi gönüllere ve zihinlere kalın duvarlar örmüş durumda. Başkalarının uğradığı haksızlıklar çoğu kez ilgilendirmiyor insanları. Oysa Allah Teala, getirdiği kardeşlik ilkesiyle insanları âdeta birbirine zimmetler. Sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da kardeşimizin yanında olmamızı, onu güçlendirmemizi bekler bizden. Gerçekten neye ihtiyacı olduğunu görüp anlayana kadar birbirimiz üzerinden esirgeyemeyiz bakışlarımızı. Bu duyarlılığın gelişmesi için belki de, "Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir." hadisini karnı aç olana yiyecek vermek kadar bilgisiz olana öğretmek, dertli olanı dinlemek, yalnızlığa düşenle yarenlik etmek, yanlışlığa düşene, yanlış düşünene kılavuz olmak şeklinde de okumalıyız.

Hz. Peygamber, inananların zihniyetini Kur’an ve sünnet çizgisinde yeniden inşa edebilmek için kelimeleri bazen yeniden yorumlar, olayları tersten okuyarak nasıl farklı bakılabileceğini gösterir, onlara âdeta düşünmeyi öğretirdi. İnsan kelimelerle düşünür. Kelimelere giydirilen anlamlar, düşünce ve duygu dünyamızda yüklendiği ışık kadar yolumuzu aydınlatır. Rasulüllah’ın, "Zalime de yardım et." buyurması sahabenin zihninde bir an kaos oluşmasına neden olmuştu ilk başta. Aslında, “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.” sözü cahiliye dönemi Araplarında çok güçlü olan kabile taassubunu yansıtan bir özdeyişti. Çöl ortamının getirdiği şartlar çerçevesinde kendi varlıklarını koruyabilmek için her durumda “birlik olma” anlayışından kaynaklanan bu sözü Hz. Peygamber’in kullanması sahabeyi şaşırtmıştı. “Zalim” ve “yardım etmek” sözlerine açıklama hemen gelmişti: “Zulmüne yani günaha düşmesine ya da haksızlık yapmasına engel olarak ona yardım et.” Öyle ya, yardıma muhtaç olan belki de odur.

Zulüm, bir şeyi uygun tarzda yapmamak, hak ettiği yere koymamak, ölçüsüz davranmak, haddi aşmak, haksızlık yapmak anlamına gelir. Allah’ın uluhiyet ve ubudiyet hakkını teslim etmemekten insanın günaha düşerek kendi nefsine yazık etmesine kadar uzanan geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Ebeveynin çocuğuna, eşlerin birbirine hak ettiği şefkat ve ilgiyi göstermemesi, patronun işçisine hak ettiği ücreti zamanında ödememesi, doktorun hastasıyla yeterince ilgilenmemesi vb. davranışlar zulmün birer çeşidi olarak kendine bu yelpazede yer bulabilir.

Bu anlam genişliği içindeki “zalim”e nasıl yardım edebiliriz gerçekten?

Öncelikle yapılan işin bir haksızlık olup olmadığını berrak bir zihin ve ön yargısız bir adalet anlayışı ile değerlendirmek gerekir. Yardım edecek kişi, “doğru ne, haklı kim?” sorularına cevap verebilmelidir ki yeni bir haksızlığa neden olmasın. Bu cevabı verirken de kriterlerin Kur’an ve sünnet çerçevesinde belirlenmesi esastır. Bana göre doğru/hak olan İslam’a göre doğru olmayabilir. Allah ve Rasulünün rızası dışında bir hak tanımı ve adalet arayışı temelden yanlıştır, Müslüman kimliği ile bağdaşmaz. Unutmayalım ki Allah ve Rasulü razı edilmeye en layık olandır. (Tevbe, 9/62.)

Haksızlık yapanın durumu da önemlidir; yaptığı şeyin yanlış olduğunu, nasıl sonuçlar doğurabileceğini bilmiyor ya da düşünememiş olabilir. Bu yüzden insanlarla konuşmak, onları bilgilendirmek, yaptığı yanlış ve bu yanlışın yol açacağı sonuçlar konusunda uyarmak gerekir. İyi niyetle hatalı iş yapmak, hak ihlaline götürdüğünde kişiyi mazur kılmaz. Ayrıca bu iş uygun bir dil ve yöntemle yapılmalı, zalimin zulmüne engel olayım derken yeni bir zulüm kapısı aralanmamalıdır.

Zalime engel olmakla, hem zalime hem topluma fayda sağlanmış, haksızlığın toplumsal ahlak haline gelmesi önlenmiş olur. Zulmün toplumda yayılması ve normalleşmesi Allah’ın gazabını çeker. Haksızlığa şahit olanlar, uyarıda bulunmanın yanında gerekiyorsa kanuni yollara başvurarak zulme engel olmaya çalışmalıdır. Kanunun izin vermediği yöntemlerin, zulmü yetkisi olmadığı hâlde kendi eliyle bertaraf etmeye kalkmanın terör ve anarşiye yol açacağını da unutmamalı.

Ayrıca, yanlışlıklar ve haksızlıklar karşısında hakkı koruyup adaletten yana tavır alınmaması zalime ve zulme zımnen destek vermek olacaktır. Kendimiz zulmetmemeye çalıştıkça, kendi yanlışlarımızdan dönebildikçe, bizi uyaranları dikkate aldıkça başımız dik olarak haksızlıklara karşı koyabiliriz. Haksızlık bizden sadır olduğunda ya da birilerine yapılan haksızlıktan nemalandığımızda göstereceğimiz tavır bizim “hak ahlakı” karnemizdeki notumuzu belirler.

Kur’an-ı Kerim, zulüm çeşitlerine dikkatlerimizi çekerken, şirk ve insanların birbirlerine karşı zulümlerinden başka bir de ilahî buyruklarla amel etmediğinde insanın kendisine zulmetmesinden bahseder. (Lokman, 31/13; Şûrâ, 42/42; Fâtır, 35/32.) Şahsi ilişkilerimizde haksızlığa uğradığımızda, Kur’an bize affetmeyi, cahillerin sataşmalarına uymayarak vakarlı bir duruşla karşılık vermeyi tavsiye eder. (Furkan, 25/63; Fussılet, 41/34.) Ancak toplumu ilgilendiren boyutta bir haksızlıktan söz ediyorsak gözetilecek ana mesele kamu hakkıdır. Orada sessiz ve tarafsız kalma lüksümüz yoktur.

HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

Din kardeşlerimize maddi-manevi tüm konularda yardımcı olmamız gerekir.

Hak ve adaletin yaygınlaşması için çabalamak kulluğumuzun gereğidir.

En büyük yardım insanlara bilgi ve bilinç kazandırmak, yanlışa düşmelerine, haksızlık yapmalarına engel olmaktır.