Makale

BİR NESLİN ÖNCÜSÜ: NECİP FAZIL KISAKÜREK

BİR NESLİN ÖNCÜSÜ: NECİP FAZIL KISAKÜREK

Türk Edebiyatı Vakfının “sultânü’ş-şuarâ/şairler sultanı” adını verdiği; şair, yazar ve düşünce adamı Necip Fazıl Kısakürek’i Diyanet İşleri Başkanlığı Başkanlık Müşaviri Ahmet Belada’ya sorduk…

Üstat Necip Fazıl Kısakürek’le ilk tanışmanızdan ve sizde bıraktığı izlenimlerden bahseder misiniz?

1987 yılıydı rahmetli Mehmet Şevket Eygi’nin haftalık çıkarttığı tabloid tipi Büyük Gazete’yi her daim okurdum. İstanbul İHL’de birlikte okuduğum bir arkadaşımın Eygi’yle ilgili söylediklerinden rahatsız oldum. Hafta sonu ilk işim Eygi’nin Cağaloğlu’ndaki bürosuna gitmek oldu. Düşüncelerimi anlattıktan sonra çok mutlu oldu. İsteğiyle yazları Bedir Yayınevinde çalışmaya başladım. Kısakürek’e ait Büyük Doğu Yayınevi, çalıştığım yere çok yakındı. Her fırsatta BDY’ye giderdim. Çoğu zaman oğlu Osman olmakla beraber Mehmet ve kendileriyle de görüşür konuşurdum.

İlk tanışmamız o yıllarda oldu. Fakat onu daha çok Millî Türk Talebe Birliği Genel Merkezi Ortaöğretim Kültür Müdürlüğü yaptığım yıllarda verdiği konferanslarıyla tanıdım. Şiirlerini, kitaplarını okuyup konferanslarını dinledim. Böyle biriyle tanışmak, görüşmek insana tarifsiz haz veriyor.

Kaldırımlar şairi Necip Fazıl’ın şiirlerine yansıyan dinî-mistik temayülleri nelerdi?

Bilindiği üzere savruk hayat yaşarken, İslami değerlerle ülfet edip Abdülhakim Arvasi’yle tanıştıktan sonra da İslam’ın sarsılmaz bekçisi oldu. Böylece onunla ilgili üç ayrı hayat hikâyesinden bahsedilebilir. Biri, İslami değerlerden uzak yaşadığı; öteki, İslami değerleri benimsediği, diğeri ise manevi terbiyecisini bulduğu üçüncü dönemidir.

Üstat tiyatroyu “rüyanın maddeye aktarılması” diye tarif ediyor. Necip Fazıl ve tiyatrosu desek neler söylersiniz?

Üstat tiyatronun “rüyanın maddeye aktarılması” olduğunu söylerken Bir Adam Yaratmak tiyatrosu için de “geçirdiğim büyük ruh çilesinin sahnelenme destanıdır” der. Reis Bey ve Bir Adam Yaratmak her daim seyredilmesi gereken önemli iki oyundur. Cemiyetin içinde bulunduğu hâli en iyi bu tiyatro oyunlarında anlatmıştır.

1960’lardan sonra hemen hemen bütün il merkezlerinde konferansları oldu Necip Fazıl’ın. Bilhassa gençlerin çokça ilgi duyduğu bu konferanslarda üstat, halkla iç içeydi. Sizce o dönemde nasıl yankı buldu bu konferanslar ve üstadın Anadolu’yu karış karış gezmesindeki amacı neydi?

Hasan Âli Yücel, hocalıkla Büyük Doğu arasında seçim yapmasını istediğinde Kısakürek; “Elli kişilik sınıftansa bütün vatana hitap edici kürsüyü, yani Büyük Doğu’yu seçer.” Bu tercihle beraber bırakın büyük şehirleri, ilçelere, kasabalara ve hatta köylere varıncaya değin gitmediği, konuşmadığı yer bırakmaz.

Sözleri ve yazıları cımbızlanarak suç unsuru olabilecek ne görürlerse, ne duyarlarsa derhal şikâyette bulunulur. Mahkeme koridorları, hapishaneler onun en çok gördüğü, bulunduğu yerlerdir. Mahkemedeki her duruşması manifesto özelliğini taşırken hapishaneler de çıktıktan sonra nasıl bir yöntem uygulayarak yürüdüğü yola devam edeceğinin muhasebesiyle geçer.

Vakıf olduğunuz kadarıyla Necip Fazıl’ın kişisel özellikleri ve beğenilerinden bahseder misiniz?

Necip Fazıl Kısakürek, destanımsı bir hayat hikâyesi olan dev bir çınardı. Eğilip bükülmeyen, söylemesi ve yapması gerekeni -başına gelecekleri bilmesine rağmen- söylemekten ve yapmaktan çekinmeyen yürekli bir insandı. O, bir neslin korkusuz öncüsüydü. Kalemi ve kelamıyla sağlı-sollu herkes üzerinde olduğu kadar bizim nesil üzerinde de etkisi vardı/oldu.

Her daim beyefendiydi. Hayatının epeyce bir kısmı hapishanede geçti. Orada dahi düzgün giyinmeye özen gösterirdi. O, aksiyon insanıydı. Oldukça zekiydi. Okuduğunu anlar, anladığını yazar, yazdığını da düşünürdü. Taklitçi değil, özgün ve özel bir kalemi vardı.

H. Ömer Özden: “Çileyi çekemeyenler kavuşmanın huzurunu yaşayamayacak olan zavallılardır. (...) Çile çekmek belki zordur ama daha da zor olanı çilesiz bir hayat sürüp sonsuza ulaşmamaktır.” der. O, sonsuzluğa, sonsuzlukta da Rabbine kavuşmak istiyordu. Bunu da şu dizelerle ifade ediyor:

Diz çok ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

Sen, bütün dalların birleştiği gök;

Biricik meselem, sonsuza varmak…

O yeni bir dünya kurmak istiyordu. Türk gençliğinin kaybettiği değerini kazanması için çile çekti, hakarete maruz kaldı, adına “cinnet mustatili” dediği dar koridorlarda volta atarak hapishanelerde yattı ama mücadelesinden asla vazgeçmedi.

Yazdıklarıyla, söyledikleriyle, tavır ve tarzıyla ötekileştirilmeye, tahkir ve tezyif edilmeye çalışılan bir kesimin sözcüsü gibi gayret eden, gönül ehli, iman sahibi, gözünü daldan budaktan esirgemeyen biriydi o.

Cemil Meriç onun için “hurda hâş olmuş geminin son kaptanı” derdi. Üstat, ömrü boyunca, pusulasını kaybetmiş hurda hâş geminin sahili selamete ermesi, güvenilir limana yanaşabilmesi için mahirane kaptanlık yapmaya çalıştı.

Necip Fazıl Kısakürek kimdir?

26 Mayıs 1905’te, Abdulbaki Fazıl Bey ve Mediha Hanım’ın ilk çocukları olarak dünyaya gelir. İlköğrenimi çeşitli okullarda kesintili ve düzensiz bir şekilde geçer. Önce Gedikpaşa’da bir Fransız mektebinde, bir müddet sonra aynı yerde bir Amerikan mektebinde eğitim alır. Ardından Büyükdere Emin Efendi Mahalle Mektebinde, Büyük Reşit Paşa Nümune Mektebinde, Vaniköy Rehber-i İttihad mektebinde okur. Nihayet Heybeliada Nümune Mektebinden diploma alır. O yıl Heybeliada’daki Bahriye Mektebine yazılır. Subay adayı ve harp sınıflarında beş yıl okuduğu bu okuldan da diploma alamayarak ayrılır. Hükumetin açtığı bir müsabakayı kazanarak burs alır ve felsefe öğrenimi için Paris’e gider. 1936’da bir kültür-sanat dergisi olan Ağaç Mecmuası’nı çıkarmaya başlar. 1943 yılında Büyük Doğu dergisini çıkarır. Çile başta olmak üzere çok sayıda kitap ve tiyatro eserleri veren Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983 tarihinde vefat eder.