Makale

HAYATIMIZDAN UZAKLAŞAN ŞÜKÜR

HAYATIMIZDAN UZAKLAŞAN ŞÜKÜR
Fatıma Melek KARABULUT
Kastamonu İl Vaizi

Şükür, çok şükür… Sahi neydi şükür? Eski toprak dediğimiz yaşlılarımızın merhem edip ağrıyan, sızlayan yaralarına sürdüğü, dillerinden düşürmediği, çağımızın doyumsuz insanının ise ağzına almadığı beş harfli bir kelime. Şeytanın “Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” (Araf, 7/16-17.) diyerek bizi şükürden uzak tutacağına dair beyan ettiği ve bu konuda bizimle çokça uğraştığı bir haslet. Gün geçtikçe dilimizden, gönlümüzden uzaklaşan şükür. Bu güzel makama öyle çok ihtiyacımız var ki aslında. Fakat şükrün yerine şikâyeti koyanlardan olduk. Varına şükreden değil, yok olana odaklanıp her daim şikâyet eden şükürsüzlerden olduk. Atalarımız nice zorlukla imtihan olup şükredecek bir şey bulurken biz rehavetle imtihandayız ve hâlâ şikâyet üzereyiz.

Ben Kastamonu’da vaizlik yapıyorum; haftada bir gün yolum cezaevine düşer. Ders vermeye diye girdiğim cezaevinden ders alarak çıkarım. Aldığım bu derslerin çoğu da şükür üzerinedir. Cezaevinde bana en çok sorulan soru “Hocam dışarıda hava nasıl, bahar geldi mi, ağaçlar çiçek açtı mı?” şeklindedir. Hani bizim kafamızı kaldırıp baktığımızda gördüğümüz uçsuz bucaksız gökyüzü var ya işte o bile sınırlı oralarda. Etrafı koca duvarlarla çevrili, küçücük bir alandan bakılabilen bir gökyüzü... Bizim gözlerimizi çevirip bakmaya bile vakit bulamadığımız her şey orada o kadar kıymetli ki. Daldaki tomurcuk, yapraktaki çiğ damlası, yüzümüze serinlik veren rüzgâr, gözümüzü kamaştırıyor diye söylendiğimiz güneş, kısaca çevremizdeki her şey öylesine kıymetli ki.

Cezaevi derslerimizin merkezinde her zaman Kur’an-ı Kerim olur. Önce Kur’an’ı Arapçasından okutup sonra o eşsiz deryanın anlamına dalarak ayetlerdeki derin manaları yaralı gönüllere merhem etmeye çalışırız. Sonra laf lafı açar, sohbet demli bir çay eşliğinde uzar gider. Her tarafı kasvetli, iç karartan mekânın içinde; hüdayınabit açmış bir gül goncası vardır. Tüm koğuşa neşe saçan beş yaşında, boncuk gözlü bir kız. O, okuldan geldi mi güneş gibi girer içeri. Kapıdan giriverdi mi koğuşun havası değişir bir anda. Koğuş ahalisinin yüz ifadeleri de bu değişimden nasibini alır.

Sohbetimizin birinde konu hayallerimize geldi. Annesi yavrucakla oynadığı bir oyunu anlattı bana; geceleri gözlerini kapatıp oynadıkları hayal kurma oyununu. Bedenler dört duvar arasında olabilir, hayaller ise her zaman özgürdür; alıp başını Kafdağı’na kadar gidebilir. Gözlerini kapattığında yavrucuğun hayali; okulunun bahçesindeki salıncakta annesinin kendisini sallamasıymış. Duyduğum an durdum, sustum. Boğazım düğümlendi öylece kalakaldım. Niye mi? Çünkü benim kızım da aynı okuldaydı. Her gün okuldan aldığım zaman salıncaklara koşar ve “Anne beni salla.” derdi. Ben “Geç kalıyoruz, hadi acele et.” diye söylenerek onu sallardım. Benim söylendiğim ve yapmak istemediğim şey karşımdaki annenin gözleri dolarak anlattığı ve belki de olması için her gece ettiği duaydı. Öyle çoktur ki örnekleri hayatımızda. Şikâyet ettiğimiz birçok şey başkalarının hayalidir aslında. Biz bunu unuttukça uzaklaşıyoruz şükürden. Şükür alıp başını giderken huzurumuzu da götürüyor. Rabbimiz yüce kitabında “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7.) buyuruyor. Biz nankörlük ettikçe, biz şikâyet edip durdukça dünya üzerimize üzerimize geliyor. Nefes alamaz, rahat edemez oluyoruz. Şeytanın tuzağına düştük. Günde kırk defa namazlarımızda elhamdülillah dedi dillerimiz lakin gönlümüze elhamdülillah dedirtmeyi başaramadık.

Bu küçük kızın hayali sadece bana değil hepimize ders mahiyetinde. Her şikâyetimizde, her sızlanışımızda şükür desin dillerimiz, gönüllerimiz. Yüce Rabbimiz “Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe, 34/13.) buyurarak bizlerin şükür konusunda ne kadar geride olduğunu bildirir. Ama o azlardan olmanın, elimize, dilimize ve gönlümüze şükrü pelesenk etmenin zamanı geldi de geçiyor. Sahip olduğumuz nimetler elimizdeyken her daim şükür makamında olalım. Nimetleri ikram edene canı gönülden edelim teşekkürlerimizi. Elimizdekileri kaybetmeden bilelim kıymetini. İnsanın her nefeste iki defa şükretmesi lâzım gelir. Biri nefes aldığı, diğeri verdiği için. Çünkü verip alamamak, alıp verememek var. Rahatlıkla alıp verdiğimiz her nefes için binlerce kez şükürler olsun Ya Rabbi! Zorlu günlerden geçiyoruz. Kısa bir süre öncesine dek korona günlerinde özgürlüklerimiz kısıtlanmıştı. Bu günlerde nispeten daha kontrollü olarak özgürleştik. Bu süreçte önemsemediğimiz pek çok şeyin aslında ne kadar da kıymetli olduğunu anladık. Sevdiğimize, akrabamıza, eşimize dostumuza sarılmak ne çok kıymetliymiş anladık. Rabbim bizi olanlara bakıp da şikâyet eden, ah vah edenlerden değil, dersini alıp şükredenlerden eylesin. Allah Resulü’nün duası dökülsün dillerimizden “Allah’ım bana zikreden bir dil, şükreden bir kalp ver…” Şükrümüz bol olsun...