Makale

GEÇMİŞTEN HİSSE ALMAK

GEÇMİŞTEN HİSSE ALMAK

Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

mac:Users:imac:Desktop:Ekran Resmi 2020-09-01 11.01.50.png

“Onları, arkadan gelecek diğerlerinin geçmişi ve ibretlik örneği kıldık.” (Zuhruf 43/56)

Yüce Allah, son ilahi kitabın ilk muhatapları olan Mekke halkına kendilerinden önce yaşamış topluluklardan ve onlara uyarıcı olarak gönderilmiş peygamberlerden söz eder. Tarihe ait bu bilgiler, çoğunlukla zaman ve mekândan arındırılmıştır. Olaylar ve insanların tutumları üzerinden anlatılan örneklerde amaç, geçmişte yapılan yanlışların tekrarlanmasına engel olmak ve ümmet-i Muhammed’i Allah’ın daha önceki topluluklara gönderdiği azabından korumaktır.

Dinleyip anlayana ibret niteliğindeki bu ayetlerden biri, Hz. Musa’nın tebliğine şahitlik eden Firavun ve tabileri hakkındadır:

Yukarıdaki ayette geçen “mesel” kelimesi “ibret” anlamındadır (İbn Abbas, Tenvîru’l-Mikbâs, 522; İbn Kuteybe, Tefsiru Garibi’l-Kur’an, 399). Firavun kavminin inkârcıları kendilerinden sonraki inkarcılar için ateşe girmeleri yönünden selef, Allah’a karşı yaptıkları isyana son vermeleri gerektiği konusundaysa ibret ve öğüttür (Taberi, Câmiu’l-Beyân, 20/620).

Allah’ın suda boğmak suretiyle cezalandırdığı bu topluluk, firavunun "Ey milletim! Mısır’ın mülkiyeti benim değil mi? Şu ırmaklar ayaklarımın altında akmıyor mu? Bunları görmüyor musunuz? Ayrıca ben bu değersiz, neredeyse söylediğini anlatmaktan âciz adamdan daha iyi değil miyim? (O bir peygamber ise) Kendisine altın bilezikler indirilse yahut dizi dizi melekler onunla birlikte gelseler ya!" (Zuhruf, 43/51-53) şeklindeki aldatıcı konuşmasıyla ikna olmuş ve peygamberleri yerine kendilerine hiçbir fayda sağlamayacak inkârcının peşinden gitmekte bir sakınca görmemişlerdir.

Tarihte pek çok kavim, kendisinden önce gelen topluluklardan ibret almadıkları için helak olmuştur. Nuh kavmi, Ad kavmi, Semud kavmi, İbrahim kavmi, Ashab-ı Medyen vd. öncekilerin durumları kendilerine anlatılırken önemsememişler, sünnetullah gerçekleşinceye kadar inkarcılık, ahlak bozukluğu ve zulüm gibi davranışlara devam etmişlerdir. Bu durumu anlatan ayetler peygamberlerin dilinden tekrar edilmiştir. Hz. Hud kavmine “Düşünün ki O sizi, Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan güçlü kıldı. O hâlde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz." (Araf, 7/69) derken Hz. Salih, "Düşünün ki Allah Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi ve yeryüzünde sizi yerleştirdi. O’nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler kuruyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın." (Araf, 7/74) şeklinde uyarıda bulunmuştur. Peygamberlerine kulak vermek yerine inanmadıkları azabı getirmesi için meydan okuyan ya da mucize beklentisi içine giren bu topluluklar, Kur’an’ın bildirdiğine göre kendi elleriyle sonlarını hazırlamışlar ve kasırga, deprem gibi doğal görünen sebeplerle helak olup gitmişlerdir.

Benzer olaylar günümüzde de yaşanmaktadır. Sıradan bir tabiat olayı olarak değerlendirilip sadece insani tedbirlerle geçiştirileceği düşünülen bu tür olayların her dönemde ilahi iradenin bir uyarısı olarak telakki edilmesi gerekmektedir. Tefsir kitaplarında Hasan Basrî hazretlerine izafe edilen bir rivayet, başımıza gelen felaketlerin davranışlarımızla olan ilişkisini kurmamız konusunda bize ışık tutmaktadır:

Adamın biri birkaç defa Hasan-ı Basrî’nin yanına gelir. Bir defasında fakirlik, kuraklık vb. şeylerden şikâyette bulunur; diğerinde bir erkek çocuğunun olması için dua ister. Hasan Basrî her seferinde adama istiğfar telkin eder. Etrafındakiler bunun nedenini sorduklarında şu cevabı verir: “Ben kendimden bir şey söylemiyorum. Allah’ın Nuh (a.s.) hakkındaki sözü ile yol gösteriyorum.” Sonra şu ayetleri okur: “Rabbinizden bağışlanmanızı dileyin; O, çok bağışlayıcıdır. (Dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallar ve oğullar vererek sizi desteklesin, size bahçeler versin ve sizin için ırmaklar akıtsın.” (Nûh, 71/10-12) (Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, 10/ 44).

Ayetlerde açıkça ifade edilen uyarılardan ders çıkarabilmek için gören göze, işiten kulağa ve idrak eden bir zihne ihtiyaç vardır. Bizden önce yaşananları birer masalmış gibi dinlemek ve kendimize pay çıkarmamak bizi dönüştürmez. Hatada ısrardan vazgeçirmez. Bununla birlikte yanlış yorumdan da doğru sonuç çıkarmaz. İstiklal şairimiz Mehmet Akif’in konuyla ilgili olarak dile getirdiği;

"Geçmişten adam hisse kaparmış.. Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarih’i ’tekerrür’ diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?.." dizeleri geçmişte yapılan hataların bile bile tekrarlanmasına böyle yanlış yaklaşımların neden olduğunu dile getirmektedir.

Hz. Âdem’in yeryüzüne halife tayin edilmesiyle başlayan insanlık tarihi, benzer dönemlerden geçerek bugüne gelmiştir. Tarih içinde karşılaştığımız olaylar, insanın varlığı devam ettiği sürece bir eksik bir fazla tekrarlanacaktır. Bu durumda yakın ya da uzak geçmişi bilmek, olayları kavramak, sebep sonuç ilişkisini gözlemleyebilmek doğruları tekrara, yanlışları bertaraf etmeye katkı sağlaması bakımından önemlidir.

Kur’an-ı Kerim temel meselesi olan tevhid (Allah’ı birleme) ve yeniden dirilme (hesap) konusunda insanı eğitmeyi hedef alan etkili metotlar kullanmıştır. Bazen verdiği örnekler bazen de yaşanmış gerçek olaylar üzerinden çizdiği tablolar işiten kulaklar, gören gözler ve düşünen akıllar için ciddi dersler içermektedir. Kur’an’ın bu bağlamda kullandığı ibret kelimesi ders almak, hisse çıkarmak anlamına gelir ve altı ayette geçer. Bu ayetlerden birinde “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Yusuf, 12/111) buyrulmuş, böylelikle geçmişten ders almanın akıl ve düşünme ile olan bağlantısına dikkat çekilmiştir.

Tecrübe edilip sonuca ulaşılan bir olayın tekrar denenmesinin anlamsızlığını ifade eden “El-mucerrabu lâ yucerrabu” yani “Denenmiş denenmez.” sözü yaşanmışlıklardan pay çıkarmanın önemine işaret etmektedir. İnsan geçmişte yaşananlardan, elde edilen bilgi ve tecrübelerden yola çıkarak bir yandan kendisine, bir yandan şahitlik ettiği döneme katkı sağlar. Geçmişte yaşananlara yönelik yapacağı doğru okumalar sayesinde katedeceği hayat yolunu kısaltarak kolaylaştırırken insanlığın geldiği noktayı daha ileri taşıma imkânı bulur. Bu durum olumlu-olumsuz her tür olayla ilgilidir. Keşke bizim şefaatçilerimiz olsa da bize şefaat etseler veya (dünyaya) geri döndürülsek de yapmış olduğumuz amelleri başka türlü yapsak!" (Araf, 7/53) demelerinin artık bir anlamı kalmayacaktır.