Makale

Müzeye Çevrilmeden Önce AYASOFYA’NIN HAYRAT HADEMESİ

Müzeye Çevrilmeden Önce
AYASOFYA’NIN
HAYRAT HADEMESİ
Dr. Mehmet BULUT
DİB Başkanlık Müşaviri

Bir kitap çalışması dolayısıyla iki üç yıl önce Başkanlığımızın görevlendirmesiyle İstanbul’da bir arşivimizde hayrat hademesi maaş defterlerinde incelemelerde bulundum. “Maaş defterlerinden ne öğrenilir?” sorusuyla muhatap olabileceğimi düşünerek aldığım notları değerlendirmeden önce, “Hayrat hademesi maaş defterlerinden neler öğrendim?” diye bir başlık açtım. İlk madde olarak “Müzeye çevrildiği 1934 yılına kadar İstanbul’daki camilerin sıralanışında Ayasofya Camii’ne sürekli ilk sırada yer verildiğini müşahede ettim.” cümlesini yazdım. Ardından da şu yorumu ilave ettim: “Demek ki tarihî teamül sürdürülmüş, ecdadımız Ayasofya’ya hususi bir değer atfetmeye Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.” Ayasofya, 86 yıl sonra bugün yeniden cami statüsüne kavuşunca bu notumu hatırladım. Dolayısıyla bu yazımı konuya tahsis etmeyi uygun buldum.

Fetihten başlamak suretiyle bütün bir tarih boyunca Ayasofya’nın halk ve devlet ricali nezdindeki itibarı malumdur. Biz, çok eskiye gitmeden Diyanet İşleri Reisliğinin kurulduğu 1924’ten bu mabedin müzeye dönüştürüldüğü 1934 yılına kadar olan döneminde, bilhassa bu camide istihdam edilen görevliler çerçevesinde bazı notlar aktarmakla yetineceğiz, yerimizin müsaadesi çerçevesinde...

Kuruluş kanunuyla ülkemizdeki camilerin ve hayrat hademesinin idaresi Diyanet İşleri Reisliğine verilmişti. Bu adla yeni bir teşkilat kurulmasına rağmen 1928 yılına kadar cami hizmetleri ve hayrat hademesine ilişkin idari muameleler, Osmanlının son dönemlerinde 1913’te çıkartılmış bir yasal düzenleme olan “Tevcih-i Cihat Nizamnamesi” hükümleri çerçevesinde yapıldı. Parantez içinde ifade edeyim; cumhuriyet idaresine geçilmekle eskiye ait her düzenleme ve kurumların işleyiş biçimi bir çırpıda değişmemiştir; yeni ve farklı bir düzenleme yapılıncaya kadar eski düzenlemeler yürürlükte kalmıştır. Öte yandan bütün bir tarih boyunca camilerin ve hayrat hademesinin vakıf müessesesiyle güçlü bir bağının olduğunu da unutmamak gerekir. Çünkü genel anlamda cami hizmeti bir vakıf hizmetidir; mabetlerimizde çeşitli adlarla hizmet eden zevata genel bir ad olarak “hademe-i hayrat/hayrat hademesi” denmesi de bu realiteye dayanmaktadır. Cami görevlilerinin maaşlarının Reislikçe tediye edildiği ilk yıllarda bile bu meblağ Vakıflar idaresinden karşılanmaktaydı ve bu da bir Osmanlı dönemi uygulamasıydı.

Ayasofya’nın müzeye çevrilişinden üç yıl önce, Reislik tarihindeki en önemli kırılmalardan biri yaşanmış, 1931 yılında camilerin ve hayrat hademesinin idaresi Diyanet İşleri Reisliğinden alınarak Evkaf Umum Müdürlüğüne (Vakıflar Genel Müdürlüğü) devredilmişti. Buna göre, müzeye çevrilmesinden önceki son üç yılında Ayasofya’nın ve buradaki hizmet ehlinin idaresi de Evkaf Umum Müdürlüğünde olmuştu.

Ayasofya’nın hayrat hademesine ilişkin aşağıda sunacağım notların daha rahat anlaşılması açısından bu kısa malumatı arz etme ihtiyacı duydum. Şunu da belirteyim ki sunacağım bilgilerin kaynağını daha çok, yukarıda sözünü ettiğim maaş defterleri teşkil edecektir.

İdareleri Diyanet İşleri Reisliğinde olduğu yıllarda İstanbul Müftülüğünden maaş alan görevliler için büyük ebatlarda matbu/form maaş defterleri tanzim edilmiş, idarenin Vakıflara geçişinden sonra da “Hayrat Hademesi Maaş Defterleri” adıyla benzer defterlerin tutulmasına devam edilmiştir. Ancak Evkaf İdaresi İstanbul’da şubeler halinde teşkilatlanmış ve camiler bu şubelerde gruplandırılarak her bir şubedeki camilerin hayrat hademesi için ayrı ayrı maaş defterleri düzenlenmiştir. Bu şubeler, ilçe şeklindeki mülki idari taksimattan farklıdır; İstanbul camilerinin de bağlı bulunduğu Evkaf şubeleridir. Bu durum 1950 yılına kadar devam etmiştir. Yıllara göre çok az değişmekle birlikte İstanbul’daki camilerin bağlı bulunduğu şubeler şöyle sıralanmıştır: Ayasofya, Süleymaniye, Fatih, Beyoğlu, Eyüp, Aksaray, Bakırköy, Çatalca, Üsküdar (bazı yıllar Üsküdar-Kadıköy, bazı yıllar Üsküdar-Beykoz-Kadıköy ve bazı yıllar da Üsküdar-Kadıköy-Şile birlikte). Hangi caminin bu şubelerden hangisine bağlı bulunduğu sözü edilen matbu form defterlerin baş tarafında listeler hâlinde gösterilmiş ve buralarda görev yapan hayrat hademesi aldıkları maaşlar kaydedilmiştir. Şimdi altını çizmek istediğim hususa geliyorum:

Hem İstanbul Müftülüğü hem de Evkaf Umum Müdürlüğünce tanzim edilen maaş defterlerinde cami sıralamalarında Ayasofya’ya sürekli ilk sırada yer verilmiştir. Ayrıca Evkaf İdaresince yapılan şube taksimatında da ilk sırada “Ayasofya Şubesi” yer almıştır. Cami statüsünden çıkartılışına kadar bu durum aynen devam etmiştir. Hatta Ayasofya’nın artık cami olmadığı yıllarda bile şube adı olarak Ayasofya muhafaza edilmiştir ancak bu yeni durumda sıralama Sultanahmet’le başlamıştır. Tabii, görevli tayininde de camilerin itibar durumu göz önünde tutulmuştur.

Ayasofya’ya atfedilen önem bununla da sınırlı değildir. Mesela Osmanlı dönemi selatin camilerine mahsus olmak ve cuma namazından sonra cemaate vaaz etmek üzere ihdas edilmiş cuma veya kürsü vaizliklerinin en itibarlısı Ayasofya cuma ve kürsü vaizliğiydi. Daha alt kademelerdeki kürsü vaizlerinin birçoğu, belli bir teselsülü takip ederek sonunda Ayasofya kürsü vaizliğine nail olmayı kendilerine hedef seçmişlerdir. Ele aldığımız süreçte de Ayasofya’nın bu yönüyle de bir ayrıcalığa sahip olduğunu görüyoruz. Mesela 1929 tarihi itibarıyla İstanbul’da kürsü vaizliği hizmetinin verildiği toplam 26 selatin camiinden 25’inde birer kürsü vaizi varken sadece Ayasofya’da bu sayı, ikidir. Adlarını da kaydedelim: Mithat ve Emin Efendiler.

1929 yılı itibarıyla Ayasofya Camii’nin, İstanbul Müftülüğünden maaş alan 2 imam, 1 hatip, 8 müezzin ve 11 kayyım olmak üzere toplam 22 görevlisi bulunmaktaydı. 1934’te müzeye çevrilmeden önce, bu defa Vakıflar idaresine bağlı olarak Ayasofya’da toplam 17 cami görevlisi kadrosu bulunmaktaydı: 2 imam, 1 hatip, 7 müezzin, 7 kayyım. Bunlardan bir imam ve iki müezzin kadrosu münhal gözükmektedir; tek imam 1302 doğumlu İdris Efendi’dir.

Tabii, bu “ilmî cihetler” yanında, sayılarını bilemediğimiz “bedenî hizmet” sahipleri de bulunuyordu. Camilerimizde çok sayıda görevli istihdam edilme keyfiyeti kuşkusuz sadece Ayasofya ile sınırlı değildi; İstanbul’un diğer selatin camileri için de benzer durum söz konusuydu. Mesela aynı yıl Sultanahmet Camii’nde de 2 imam, 5 müezzin ve 7 kayyım görev yapmaktaydı ve bu durum camilerin vakfiyelerindeki kayıtlara göre şekillenmekteydi.

Ayasofya Camii birinci imamı İdris Efendi (Okur)

Bu makalede sözü edilen süreçte Ayasofya’da görev yapmış bütün hayrat hademesini tanıtma imkânına sahip değilim; burada örnek olarak caminin, müzeye çevrilmesinden önceki birinci imamı Hafız İdris Efendi’den kısaca söz etmek istiyorum.

İdris Efendi’nin Başkanlıktaki özlük dosyasını görme imkânı buldum; ancak bu dosyada onun tahsili ve Ayasofya cami imamlığıyla ilgili hizmet teferruatı yer almamakta, sadece 1936’da fahri olarak başladığı Kur’an öğreticiliğiyle ilgili belgeler bulunmaktadır. İmamet hizmetiyle ilgili bilgileri belirttiğim gibi daha çok maaş defterlerinden istihsal edebildim.

Tanınmış hafızlardan, 1302/1886 doğumlu İdris Efendi’nin babasının adı Yakup, annesinin adı Mümine’dir. Memleketi Tekirdağ’dır. Ayasofya dersiamlarından Hafız Halil Efendi’den ders almıştır. Kurra hafız Hasan Akkuş hocanın yakın arkadaşı ve dostu olduğu söylenmiştir. 1929 yılı itibarıyla Ayasofya Camii’nin birinci imamı olarak 53.50 lira maaş almaktaydı. Bir mukayese imkânı verebilmesi açısından bu yıllarda Diyanet İşleri Reisi maaşının 155 lira olduğunu belirtelim.

Ayasofya’nın 24 Ekim 1934’te camilikten çıkarılıp Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlanmasıyla İdris Efendi 1935 yılında Sultanahmet Camii imamlığına nakledilmiştir. Nitekim 1935-1936 Ayasofya şubesi maaş defterinde bu nakle ilişkin bir not yer almaktadır. Ancak diğer görevlilerin akıbetine ilişkin bir bilgi edinemiyoruz. Sultanahmet Camii ikinci imamı olarak İdris Okur’un 1946 yılı itibarıyla maaşı 93.5 liradır. Bu yıllarda Sultanahmet Camii başimamı 1300 doğumlu Bahattin Erturgu’dur.

Ayasofya birinci imamlığı yanında 1936’da İdris Efendi’ye Diyanet İşleri Reisliğince fahri Kur’an öğreticiliği izni verilmiştir. Kur’an kurslarıyla (hıfız öğretmenliği) ilgili bu köşede yayımlanan bir makalemde 1950’ye kadarki dönemde çok az sayıdaki kadrolu öğreticiler yanında müftülüklerin fahri öğreticiler de istihdam ederek kurs düzenleyebildiklerini anlatmıştım. İdris Efendi’nin özlük dosyasındaki bir belgeye göre, 1936’da Reislik makamı, ilk tahsil çağını bitirmiş ve Kur’an-ı Kerim’i az çok okumasını bilenlerden isteklilere fahri olarak Kur’an’ı kendine mahsus usul ve kaideleriyle öğretmek ve ezberledikleri sure ve cüzleri dinlemek üzere İstanbul’da 6 kişiye izin vermişti. Bunların başında bu yıllarda Sultanahmet Camii imamı olan İdris Efendi yer almaktaydı. Bu izin, 24 Nisan 1936 tarihliydi ve adı geçen İstanbul Müftülüğünde görevlendirilmişti. Bu görevlendirme üzerine olsa gerek, İdris Efendi, Diyanet İşleri Reisi Rifat Efendi’ye 30 Nisan 1936 tarihini taşıyan bir telgraf çekerek teşekkür etmişti. Sonuçta bu zor zamanlarda imamlık yanında kendisine Kur’an hizmeti gibi bir imkân sağlanıyordu.

Reisliğin talebi üzerine İstanbul Müftülüğünden yazılan 25 Nisan 1939 tarihli yazıda, fahri Kur’an öğreticisi vesikası verilen kişilerden İdris Efendi’nin 10 talebesi bulunduğu ve bu görevini Sultanahmet ve Yeni Cami’de yaptığı bildirilmişti. Ancak, hakkında 23 Aralık 1945’te hazırlanmış bir raporda bu tarih itibarıyla kursa devam edemediği belirtilmiştir.

İstanbul Müftülüğü 14 Mayıs 1946 tarihli yazı ekinde Sultanahmet Camii imamı ve fahri Kur’an öğretmeni İdris Okur’dan alınan nüfus cüzdan sureti, hüsnühâl kâğıdı ve sağlık raporunu Reisliğe göndermiştir. Bu, onun kadrolu Kur’an öğreticiliğine tayini için bir hazırklıktı. Nitekim Reisliğin 8 Haziran 1946 tarihli oluruyla İdris Efendi, 1 Haziran 1946 tarihinden itibaren 25 lira ücretli Kur’an öğreticiliğiyle görevlendirilmiştir. 1945’te Türkiye genelinde kadrolu Kur’an öğreticisi sayısı 38 iken 1946 yılında bu sayı 150’ye çıkartılmıştı. Demek ki tahsis edilen yeni kadrolardan biri İdris Efendi’ye tevcih edilmişti. En düşük ücretli kadro 25 liraydı; ilk defa bu kadroya tayin edildiği için İdris Efendi’ye 25 lira ücret tahakkuk ettirilmişti.

İdris Okur, ücretli-kadrolu Kur’an öğreticiliğine getirilişinden kısa bir süre sonra, 28 Aralık 1946’da vefat etmiştir.

Ali Rıza Sağman, Hafız Sadık ve Hafız İdris efendilerden söz ederken bu iki hafızın, Meşrutiyet yıllarında hafızlar arasında “iştiharın evc-i bâlâsına eriştiğini” kaydeder ve şöyle der: “İkisi de tecvidci olmakla beraber, çok güzel Kur’an okurlardı. Hafız İdris Ayasofya Camii’ne imam ve Aksaray Valide Camii’ne hatip olarak tayin edilmişti. Ancak Ayasofya müze olunca, görevi Sultanahmed Camii’ne nakledilmişti.”

İdris Efendi ve arkadaşlarına bu vesileyle rahmetler dilerken İdris Efendi’nin haleflerine de hayırlı hizmetler temennisinde bulunalım.