Makale

Kestane Kebap Buğusu İstanbul’un Kokusu

Kestane Kebap Buğusu
İstanbul’un Kokusu

Sümeyra Çelik

Hakikate giden en kestirme yol dinlemektir. Konu şehir olunca dinlemeye keşfetmek diyebiliriz. Şehri dinlemek her ayrıntıyı netleştirir ve yerli yerine koyar. O hâlde şairin dediği gibi biz de İstanbul’u dinleyelim ama gözleri kapamayı unutmadan.

Yılın bu vaktinde kestaneciler İstanbul’un her yerinde görülür. Davetkâr kokuları ve dumanları gökyüzüne süzülürken etraf mis gibi kestane kokar. Yer gök İstanbul kokar yani. “Kestane kebap, yemesi sevap.” tınısı eşliğinde.

Coşkulu bir tempoyla oradan oraya koşturan insanların curcunası vardır Sultanahmet meydanında. Boş bir bank bulunca oturmanın tam sırası. Bu tabloda en çok sevdiğim şey, gelen geçeni seyretmek. Sonra bir kaç saniyelik hayaller kurarım onlar için. Çünkü bazıları çok sık unutur hayal kurmayı. Bazıları önemsemez. Ne olacak elime mi yapışır ben kurarım; çocuklar büyüyünce mutlu olur, büyükler çocuk olur bu meydandaki hayallerde.

Boğaziçi manzarası inci gibi serilir şehrin gerdanına. Kim bilir boğazdan gelen sert bir rüzgâr nasıl da lahuti bir sesle yalıyordur ağaçların yapraklarını. Dükkânlardan çağıran köfte cızırtıları ve köşe başına sarmış salep kokusu nasıl da masal tadındadır. Gözlerini kapatıp gönlünü açınca medeniyetin kokusunu bile duyarsın. Evet, medeniyet kokar bu şehir taşları, ayrı tepeleri ayrı hikâyeler anlatır. Kulak verene türlü yaşanmışlıkları aktarır. Hemen birkaç adım ötede Yerebatan Sarnıcı tarihe çeker, sanki bir tutam tılsım katar kente. Yerin altı da üstü de başka güzeldir yani.

İstanbul’da yürümek, hele hele tarihî yarımadada dolaşmak bir masalın sokaklarında gezmek gibidir. Her köşede bir zat, bir çeşme, bir kemer şehrin muhafızlığını yapar. Evvelki hatıraları usul usul anlatır surları. Kabristanları geçmişten haber verir. Zarafet der mezar taşlarındaki incelikler. Pierre Loti’ye yürürken bir bir tanış olursun İstanbul’un ahalisiyle. Daracık sokaklara sinmiştir ölümün tek hakikat olduğu. Ömür de demlenir çay gibi orada. Tam da Haliç’i seyredelim başımızda İstanbul yelleriyle deme vaktidir o an.

Bu notumuz tarihte değilse de şuracıkta yerini alsın; dünyada sadece Ayasofya’nın avlusunda Akşemseddin’e rastlayabilir insan. Mihrabı seyre koyulunca anlaşılır bir talebe yetiştirmenin çağ açıp çağ kapamak olduğu. Şehri imar edenle ömrü ihya edenin şiarlarının aynılığı gözüküverir orada.

Bir yapıdan çok fazlasıdır Süleymaniye. Âdeta iman etmiştir her bir taşı hakikate. Fatih Camii tevekkülün harca, duvara dönüşmüş hâlidir. Yavuz Sultan Selim kanaat der, Yeni Cami selamet katar kente. Hepsine bir özel ad koyalım ve iman etmiş eserler diyelim en iyisi.

Sokakları iç içe geçmiş Beyoğlu, Arnavut kaldırımlarıyla Balat. Daldan dala atlayıp bir Kanlıca desek, yoğurt demesek olmaz. İllaki Emirgan, geçmek olmaz lale vakti.

Sultanahmet’in bahsi biraz daha uzun olsun ki hakkını teslim edelim bir nebze; Firuzağa minarelerinden karşılıklı okunan çift ezanlar gönülleri yakalayınca sudurlara şifa katar. Bolca gözyaşı da varsa bu hikâyede daha ne olsun ki istenen. Duası da başkadır İstanbul’un. Türkçesi bülbül koktuğundan arzuhâl de layığıyla gidiyordur Yaradan’a.

İstanbul, şehirden başka bir şeydir. Tek başına bir medeniyettir. Tarihtir, şimdidir, gelecektir. Kardeştir, dosttur, hatıradır. Hüznü kıymetli, tasası değerlidir. En güzel İstanbul özlenir mesela. Hasreti bitmez İstanbul’un. Şairler ölçüsünü bulur onda. Romanlar kahramanını. Öyküler kurgusunu. Türküler tınısını İstanbul’dan alır. Hatta en umulmadık yerlerde en umulmadık zamanda karşına çıkan İstanbul’a sevdalı birileri koyulaştırır muhabbetleri. Biraz da onlar anlatır İstanbul’u.

Çıtır çıtır simidi güvercinlere ikram etmeden tamamlanmaz vapur seferleri. Balık ekmek sevdasıyla mı yoksa kenti vakur bir edayla selamlayan Galata Kulesi’yle mi taht kurmuştur yüreklere bilinmez. Ama akıp giderken insanlar Yeni Cami önünden, birikir kentin kaderi. Şehirlerin de kaderi vardır. İstanbul kaderi kadridir. Bilge bir ata gibidir. Dinleyene öğüt verir. Görmezden geleni çağırır dizinin dibine.

Bir tarafta Kız Kulesi kanat çırpar gökyüzüne. Diğer yandan kıtalar arası seferler olmadan eksik kalır olgunlaşmalar. Martılar tamamlar vapur seferlerini. İçinden deniz geçen şehir olunca içre hislere dalmak kolaylaşır İstanbul’da.

İstanbul, hiç uyanmak istemediğin bir rüya gibidir. Beyazıt’ta sahaflar çarşısı yönünü buldurur. Kitap ciltleri ve kahvenin kırk yıllık hatırı yakalar insanı. Altın kafesteki bülbülün “vatanım" dediği, İstanbul olmalıdır. Değersiz kılar geçici maddeyi. Geçmişle bağ kurdurur, Vefa der sokakları. Ecdadı tanıtır, kimlik katar ruhlara. Çünkü İstanbul yurdun, yuvan, memleketin diye sarıldığın hepsinin yekûnudur.

Ondandır esnaf lokantalarındaki bir tas sıcacık çorbada dahi bir kaşık İstanbul olması. Kursak doyurur İstanbul. Gönül yoğurur. Aidiyet mayası ekler yüreklere. Görülesi olduğundan ziyade yaşanası bir yurttur. Hele bir de İstanbul’un kokusu sinince ömre yaşama lezzet katar.