Makale

BAYRAMIN MÜBAREK OLSUN

BAYRAMIN MÜBAREK OLSUN

20.05.2020

Bayrama sayılı günler kala bizim evde tatlı bir telaş başlamış, sarmalar sarılmış, baklavalar açılmıştı. Annem bugün de her zamanki formundaydı.

Böyle zamanlarda gözüne en çok ben batarım. İnsan bir işin ucundan tutarmış, azıcık hevesli olurmuş, bende hiçbiri yokmuşmuş! Anneme şaşıyorum doğrusu, bir yandan beni azarlıyor, göz ucuyla da kendisine yardım eden Aysun Abla’yı teftiş ediyor. Üstüne üstlük zar gibi ince baklava hamuru açabiliyor. “Anneciğim, en iyisi ben gidip bayram şekeri alayım.” dedim. Paltomu sırtıma geçirip kapıya doğru seğirttim. Arkamdan seslendi, “Ceviz içi de al bari.”

Annemi, hazırlıklarını ve oklavasını geride bırakıp bayram sonrası teslim edeceğim tezimi düşündüm. “Türkiye’deki Mülteciler ve Yaşam Koşulları” araştırmamı yaparken birçok Suriyeli ile tanıştım. Savaşın çaldığı hayatlar, derin ve kapanmaz yaralar, içler acısı hikâyeler kalbimi hüzünle doldurdu.

Hamed’le de bu sebeple tanıştım yahut Hamed’i tanıyınca böyle bir konu seçtim. Bilemiyorum. Ailesiyle birlikte bizim mahallenin en büyük süpermarketinin önünü mesken tutmuşlar. İnsan onların hâlini görünce alacağı etlerden, seçeceği meyvelerden utanıyor.

Hamed’le ilk karşılaştığım günü hatırlıyorum. Marketin önünde göz göze gelmiştik. Yırtık ayakkabılarından delik çorapları gözüküyor, üşüyen ellerini kendine oldukça küçük gelen kabanının ceplerine sokuşturuyordu. Market reyonları arasında dolaşırken hâlâ oradaysa veririm diye muzlu süt, bir de fıstıklı çikolata atmıştım sepete. Çıkışta aynı yerde beklerken bulmuştum onu. Sütü ve çikolatayı uzattığımda her çocuk gibi, yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. “Şükran” demişti, paketi hızla açarken, sonra koşarak uzaklaşmıştı. Ben de peşinden gitmiştim merakla.

Az ötede iki çocuğun yanına yaklaşıp çikolatasını ortadan ikiye bölerek çocuklara uzatmıştı. Sonra yere bağdaş kurmuş oturan, yanındaki çocuklarla ya da kucağındaki bebekle ilgilenmeyen durgun ve yılgın kadından usulca bebeği alıp elindeki sütü içirmeye başlamıştı. Yedi sekiz yaşlarında ya var ya yoktu. Hamed, hayatın yükünü küçük yaşta sırtlanarak büyümeden olgunlaşan çocuk.

Bugün de marketin önüne geldiğimde gözlerim Hamed ve kardeşlerini aradı. İşte oradaydılar. Bulduğu el arabasına küçük kardeşlerini oturtmuş, parkın etrafında gezdiriyordu. Çocukların kıkırdamaları etraftan geçen insanların asık suratlarına bile bir tebessüm kondurmuştu. Bir süre sonra herkes durup onları izlemeye başladı. Çocukların neşesi hepimize bulaştı. Bir tek anneleri oralı değildi. Başı önünde, kucağındaki bebeğini alışkanlıkla ileri geri sallıyordu. Kim bilir neler yaşadı, geride ne acılar bırakarak buralara kadar geldi? Yarım yamalak Arapçamla bir iki kez konuşmaya çalışmıştım. Başını yana çevirip gözlerini kaçırmıştı benden. Sözlerimi karşılıksız, sorularımı cevapsız bırakmıştı.

Cebimde titreşen telefon; annemi, cevizi ve bayramı hatırlattı. Hızlı adımlarla markete girdim. Alacaklarımı bir bir sepete attım. Hamed ve ailesi için birkaç şey eklemeyi de ihmal etmedim. Çıkışta Hamed’in yanına gittim. Elimdeki poşeti uzattım. İsteksizce aldı. Nedense memnun olmamıştı. Bir şey diyecek gibi oldu, konuşamadı. Cebimdeki şekerlemeleri etrafımı saran çocuklara dağıttım. Sessizce yanımdan uzaklaşan Hamed’e baktım. Annesinin yanına gitti. Aralarında bir şeyler konuşup tartıştıkları belli oluyordu. Eve doğru yöneldiğim sırada elinde poşetle koşarak peşimden gelen Hamed’i fark ettim. Yeni öğrendiği Türkçe kelimelerle “Ablaaa, bekle!” diye sesleniyordu. Dönüp yanıma gelmesini bekledim.

Poşeti bana uzatırken “Abla” dedi. “Al bunu, bana para ver olur mu? Bayramda biz Halep’e gideceğiz. Bayram var, ateş yok. Baba orada, nene orada, Hamza, Aziz…”

Bayramlarda binlerce Suriyelinin sınıra akın ettiğini biliyordum. Yakınlarıyla hasret gideriyor, bayramlaşıp geri dönüyorlardı. Bayramda ateşkes oluyordu. Üç gün de olsa insanlar yurduna dönmenin sevincini yaşıyordu. Caddedeki ATM’yi gözüme kestirip “Gel benimle.” dedim. Bu ayki bursum yatmış olmalıydı. Hesapta ne varsa çekip Hamed’le annesinin yanına gittik. Parayı uzatırken ilk defa gözlerimin ta içine baktı, yüzü aydınlandı, ellerimi tuttu bırakmadı. O an ne kadar genç olduğunu fark ettim. Bilmediğim sözcüklerle bir şeyler fısıldadı, gerisini getiremedi. Ayrılırken ikimiz de ağlıyorduk.

Arkamdan defalarca bağırdılar, “İdukum Mübarak, İdukum Mubarak”.

Zeynep Tekcan