Makale

DİYANETE SORALIM

Bir namaz hem kaza hem sünnet niyeti ile kılınabilir mi?

Bir namaz, hem kaza hem de sünnet niyetiyle kılınamaz. Kılınacak namazın ne olduğu kesin olarak tayin edilerek ona niyetlenilmesi gerekir. Hem kaza namazına hem de vaktin sünnetine birlikte niyet edilirse bu namaz, kaza namazı olur. Hem kaza namazı hem de vaktin sünneti kılınmış olmaz. (el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 73.)

Kaza namazı borcu olan kimse sünnet namazlarını kılabilir mi?

Hanefî mezhebine göre kazaya kalmış namazları bulunan kimseler farz namazların öncesinde ve sonrasında kılınan (revâtib) sünnetleri de kılarlar. Vaktinde kılamadıkları namazları da ilk fırsatta kılmaya çalışırlar. Şâfiî mezhebine göre üzerinde kaza namazı olan kimse, geçmiş namazlarının hepsini kaza etmeden bayram ve vitir namazı da dâhil sünnet-i müekkede olsun, gayrimüekkede olsun hiçbir nafile namaz kılamaz. Üzerinde kaza namazı bulunan kimsenin, bütün zamanını bu namazları kaza etmeye ayırması gerekir. Hatta uyku, evin geçimi gibi terk edilmesi güç olan önemli bir iş hariç bütün vakitlerini kazaya kalan namazlarını kılmakla geçirmesi gerektiğinden nafile ile meşgul olması caiz değildir. (Dimyâtî, Hâşiyetü i’âneti’t-tâlibîn, I, 39-40.)

Guslederken suyun küpe deliklerine ulaşması şart mıdır?

Yıkanmasında güçlük ve zahmet olan göz, kapanmış küpe deliği gibi yerleri yıkamak farz değildir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 285-286.) Gusül esnasında, küpelerin ve dar olan yüzüğün oynatılması gerekir. Bu konuda vesveseye kapılarak aşırıya gitmeye gerek yoktur, küpe deliklerinin ovuşturulması guslün geçerli olması için yeterlidir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 288-289.)

Yeğenini evlat edinen ve resmiyette tek varis olarak onu bırakan kimsenin vefatından sonra ölenin kardeşleri dinen bu maldan hak alabilirler mi?

Dinimizde hukuki birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesesi yoktur. Kur’an-ı Kerim’e göre evlatlıklar öz çocuk gibi olmayıp (Ahzab, 33/4.), evlatlık olarak büyütülen çocukla, evlat edinenler arasında birbirlerine mirasçı olma hakkı da söz konusu değildir. (Kurtubî, el-Câmî‘, XVII, 57.) Dolayısıyla bu durumdaki bir kimse öldüğünde onun dinen gerçek mirasçıları kardeşleridir. Ancak taraflar birbirlerine hibe ve mal varlığının üçte birinden fazla olmamak şartıyla vasiyet yolu ile mal bırakabilirler. (Buhari, Vesâyâ, 3.)

Sabah namazı imsak vaktinin girmesiyle kılınabilir mi?

Sabah namazının vakti, tan yerinin ağarması demek olan ikinci fecrin doğmasından başlayarak güneşin doğmasına kadar devam eder. Buna göre imsak vakti, başka bir deyişle oruç yasaklarının başlama vakti, fecr-i sâdıkın oluşması, yani tan yerinin ağarmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de, “Artık (ramazan gecelerinde) eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Şafağın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.” (Bakara, 2/187.) buyrulmaktadır. İmsak ile birlikte sabah namazının vakti girdiğine göre bu vakitte sabah namazı kılınabilir. Bununla birlikte, konuyla ilgili bazı rivayetlere dayanan Hanefîler, biraz geciktirilerek (isfar vaktinde) kılınmasını daha uygun (müstehab) bulmuşlardır. (İbnü’l-Hümâm, Feth, I, 227; İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 29-30; Zeylaî, Tebyîn, I, 82.) Nitekim Peygamber Efendimiz de (s.a.s.) bunu tavsiye etmiştir. (Timizi, Salât, 5.) Sabah namazının vakti, güneşin doğmasına kadar devam eder. Zira Cebrail’in Hz. Peygamber’e (s.a.s.) imamlık ettiğine ilişkin hadise göre Cebrail sabah namazını birinci günde tan yeri ağardığında, ikinci günde de ortalık aydınlanıp güneş doğmasına yakın bir vakitte kıldırmış ve “Bu iki vaktin arası, senin ve senin ümmetin için sabah namazının vaktidir.” (Timizi, Salât, 1; Nesâî, Mevâkit, 5,9; Muvatta, Vükût, 3.) demiştir.