Makale

EVRENDE CANLILIK NASIL BAŞLADI?

EVRENDE CANLILIK NASIL BAŞLADI?

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Kafama takılan, evrende canlılığın oluşumu. Bakıldığında canlılık sadece dünyada. Hâlbuki evrende sayısını bilmediğimiz bir sürü galaksi, yıldız ve gezegen var. Şu ana kadar yapılan araştırmalar dünya dışında bir canlılığın olduğunu saptayamadı. Ateistler evrim teorisinden hareketle canlılığın tek hücreli yapılardan çok hücreli karmaşık yapılara doğru evrimleştiği iddiasında. Ancak sorun, ilk tek hücreli canlının nasıl oluştuğu?

Evet, yıllarca cevabı aranan soru bu. Anadolu deyimiyle “dananın kuyruğunun koptuğu yer.” Bing Bang teorisinin öncesi ve hangi nedenle meydana geldiği tam olarak açıklanamadığı gibi bu da öyle görünüyor. Büyük patlamaya konu olan ilk madde nerede, nasıl ve ne boyuttaydı? Bu ilk maddeyi patlamaya götüren neden neydi? Haydi, ilk madde vardı diyelim. Bu cansız maddeden canlı varlık nasıl ortaya çıktı? Kendiliğinden mi, yoksa dışarıdan bir etkiyle mi?

Dışarıdan etki denildiğinde dinlerin iddiası kabul edilmiş olur.

Tam da dediğin gibi. Çünkü dinler evrenin oluşumunu ve canlılığın meydana gelmesini dışardan etkiye yani Tanrı gücüne bağlamakta. Onlar için sorun yok. Burada zorlanan ateistler. Evrendeki her gelişmeyi zorunlu sebep sonuç ilişkisine bağlayan materyalistler evrenin varlığa gelişi ve ilk canlının ortaya çıkışı söz konusu olduğunda bu tezlerini bir yana bırakıyorlar.

Kendiliğinden olduğunu söyleyebilirler.

O takdirde evrenin kendi içinde bir güç barındırması gerek. Bu gücün de tanrısal güç gibi bir şey olması lazım. Eğer böyleyse o takdirde ateistler, panteistlerin tezini kabul etmiş olurlar. Yani tanrı-evren bütünlüğü fikrine gelmiş olurlar. Bu da tanrı olmadığına dair bütün tezlerinden vazgeçmeleri anlamına gelir.

Canlılığı izahta da aynı zorluk söz konusu.

Tabii ki öyle. Canlılığın ya kendiliğinden var olduğunu söyleyecekler ya da birtakım kimyasal tepkimeler sonucu meydana geldiğini iddia edecekler. Kendiliğinden meydana geldiğini söylemek nedensiz varlıkların olabileceğini kabul etmek demek. Bir nedeni olmadığı için mucize ve kerameti reddeden ateistlerin bunu kabul etmesi yine kendileriyle ters düşmeleri anlamına gelir.

Öyleyse görünen bir neden bulmaları gerek.

Neden olarak kimyasal birtakım gelişmeleri alırlarsa bunu bir şekilde ispat etmeleri gerekecek. Mesela dün olan şeyin bugün de olması. Cansız varlıktan canlının kendiliğinden var olması. Laboratuvar ortamı ve insan müdahalesi de olmayacak. Kaldı ki insanın bunu gerçekleştirmesi imkânsız. Günümüzde yapılan, var olan birtakım canlıların genetiğiyle oynanarak yeni türevler geliştirilmesi. Ancak o da tam kontrol edilemiyor ve istenmeyen problemler çıkıyor. O yüzden dünya devletlerinin birçoğu çeşitli hukuki, sosyal ve biyolojik zararlarını hesap ederek klonlama çalışmalarına pek sıcak bakmıyorlar. Sıcak bakanlar da sınırlı koşullarda izin veriyor.

Koronavirüs ile ilgili komplo teorilerine bakılırsa iş çok karmaşık.

Doğru, çok karmaşık. Bizler biyolog ve kimyager olmadığımız için işin o tarafını bilemeyiz. Komplo teorilerine de ihtiyatlı yaklaşmak gerek. Ama bu tür gelişmelerin ne gibi psikolojik ve sosyolojik sonuçlarının olabileceğini bir ölçüde tahmin etmemiz mümkün. Ozon tabakasının delinmesi, türlerin tükenmesi, insan neslinin tehlikeye girmesi herkesi ilgilendiren ciddi gelişmeler. Bu gelişmelerde insanoğlunun canlı hayatına kontrolsüz ve doyumsuz müdahalesinin büyük payı olduğu da ortada.

İlk canlıya dönersek.

Bu konuda söylenenler bir belirsizliğe ve bilinmezliğe işaret ediyor. Üreme kabiliyeti bulunmayan yaşam biçimlerinden üreme kabiliyeti bulunan ilk canlı nasıl ortaya çıktı? Bu ilk canlıdan yine farklı üremeler nasıl gelişti? İlk üreme kabiliyeti bulunan canlıya yönelik yeterli bir açıklama getirilemiyor. İkincisi için de açıklama yok. Bu durumda evrim teorisi başlangıç itibarıyla bir belirsizlik ve bilinmezliği içinde barındırıyor. Üremenin maddi bir temelden doğal yollarla olabileceğine dair ortaya konulmuş tatmin edici bir açıklama yok. Çünkü hayat tek başına kimyasal tepkimelerden ibaret sayılamaz. Öte yandan tek başına hücre bile bir bilgi depolama, işleme ve kopyalama sistemi. Böyle bir yapının cansız madde tarafından oluşturulması veya kimyasal tepkimeler sonucu ortaya çıkması, açıklanması güç bir varsayım. Biyoloji uzmanı Andy Knoll “Bu konuda siyah bir camın arkasından baktığımı itiraf etmeliyim.” diyor ve ekliyor: “Bu gezegende yaşamın nasıl ve hangi şartlar altında başladığını tam olarak bilmiyoruz.” İlk genetik mekanizmanın nasıl geliştiği de tam olarak çözülmüş değil ve bu yüzden yaşamın kaynağını materyalist yoldan keşfetme asla gerçekleşmeyecek bir ütopya sanki. Üstelik maddenin güdümlü, kendini çoğaltan canlı varlıklar üretmesini sağlayan bir doğa kanunu henüz saptanabilmiş değil. (Antony Flew, Yanılmışım Tanrı Varmış, İstanbul, 2019, Profil Kitap, s. 117-124.)

Öyleyse bu konuda ileri sürülen açıklamalar birer varsayım veya senaryodan ibaret.

Bu noktadan bakıldığında evrim teorisi bir varsayım ve senaryo gibi. Darwin, en eski dönemlerinden itibaren insanların yabani hayvanları çiftleştirdiği ve evcilleştirdiği, bunun neticesinde söz konusu hayvanlarda fiziksel ve fizyolojik değişmeler gözlemlendiği düşüncesinden hareketle tabiatta doğal bir evcilleştirme fikrine ulaşmış. Galapagos adalarında bitkiler ve hayvanlar üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda doğal seçim, çevreye uyum, kalıtım ve cinsel ayıklama gibi etkenler altında bütün canlı türlerinin az sayıdaki ilkel canlı şekillerinden türeyerek yeni türlerin ortaya çıktığını varsaymış. (Mehmet Bayraktar, “Tekamül Nazariyesi” DİA) Bu tür varsayım bin yıl önceki felsefecilerde de var. Makdisî bunu tarih kitabında nakleder. (Cağfer Karadaş, Kelam Düşüncesinde Evren ve İnsan, Bursa, 2011, Emin Yayınları, s. 104.) Bu varsayımlarda farklılıklar göz ardı edilip sadece benzerlikler dikkate alınıyor. İnsanla hayvanlar arasında birtakım benzerliklerin olduğu kesin. O yüzden ilaçlar ilk defa hayvanlarda deneniyor. Ancak insanla hayvan arasında başta bilinç olmak üzere ciddi farklılıkların olduğu da bir gerçek. Kaldı ki varsayılan dönüşüm tam kanıtlanmış değil. Kanıtlanması da zor görünüyor.

Dinlerin tezi nedir?

Çok açık. Evrendeki her şeyin varlığı ilim, irade ve kudret sahibi bir tanrıya bağlı. Tasarlayan ve yapan bir tanrının varlığı, birçok şeyin akla yatkın açıklamasını mümkün kılmakta. Ancak tanrıyla evren arasındaki farkı iyi anlamak gerek. Tanrı her şeyi meydana getirmiş ama kendisi evrenin tamamen dışında ve evrendekilere benzemez özellikte. Evreni yoktan yaratan, ona işleme kanunu koyan ve her türü kendi özellikleriyle var eden ilim ve kudret sahibi aşkın bir varlık. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.s.) kadar hepsinin bildirdiği ve varlığına inanmamızı söyledikleri Yüce Allah’tır. O’nun evrenin işlemesi ve düzenine yönelik iki tür kanunu var: Birincisi adetullah denilen doğa yasaları, ikincisi ise sünnetullah denilen toplumsal yasalar. Bu iki yasa çerçevesinde hem evrenin ve içindekilerin yaratılışı hem de işleyişi gerçekleşmekte.

İlk insan topraktan yaratılmış ya diğer canlılar?

İlk insanın topraktan yaratıldığı açıkça bildirilmiş. Ölünce bedenin yeniden toprağa dönüşmesi de buna işaret ediyor. Diğer canlılar da öldüklerinde çürüyüp toprağa dönüşüyor. Elimizde kesin veri olmamakla birlikte, onların cesetlerinin de toprağa dönüşmesinden yola çıkarak topraktan yaratıldıkları söylenebilir. Bu varsayım, en azından ilk canlının kendiliğinden meydana gelmesi veya birtakım kimyasal tepkimelerle oluşması varsayımından daha akla yatkın. Çünkü burada en azından ilim, irade, hikmet ve güç sahibi bir yaratıcının varlığı ve müdahilliği söz konusu.