Makale

ALLAH (C.C.) İÇİN VAZGEÇMENİN BAYRAMI: KURBAN

ALLAH (C.C.) İÇİN VAZGEÇMENİN BAYRAMI: KURBAN

Kaan H. SÜLEYMANOĞLU

İnsanın eşyayla kurduğu münasebet, bir yandan onun var oluşunu bir yandan da ahlakını şekillendirir. Sahip olduğumuz her şeyin gizlice bize sahip olma; ruhumuzu, emellerimizi, hayallerimizi ele geçirme potansiyeli vardır. Dünya hayatının fani olduğunu bilmek, kalple dünya arasına mesafe koymaya çoğu zaman yetmez. Mutasavvıflar kendi mesleklerini, kalbi dünyadan çözüp ahrete bağlamak, şeklinde özetlerken kalbin dünya ve içindekilere meyyal karakterine vurgu yapmış olurlar. Bazen insanları, dillerine pelesenk ettikleri fanilik söylemlerine muarız yaşarken görürüz. O yüzden değişmez kanundur: Söylemek başka, bilmek başka. Bildiğini yaşamak ise bambaşkadır.

Sevgili Peygamberimiz, insanın bir vadi dolusu altını olsa bununla yetinmeyip daha fazlasını isteyeceğini duyurarak, nefsin ihtiraslarına işaret etmiş, bizleri kendi istek ve arzularımıza karşı uyarmıştır. Gerçekte insanın imtihanı, dünyayla ahiret arasında gidip gelen sarsıntılı bir zemin üzerinde tezahür eder. Dış dünyadan gözlenmesi imkânsız olan bu mücadele ve mücahede alanı şüphesiz kalptir. Hz. Peygamber, insan kalbinin bikarar hâlini, dinmek bilmez dalgalanmasını şu muhteşem hadisi şerifiyle bizlere hatırlatır: “Kalbe kalp denilmesinin sebebi onun çok değişken olmasıdır. Kalbin misali, çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misali gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” (İbn Hanbel, IV, 409.)

İbadetler, ahlaki prensipler, nasihatler bize ebedi hayatta elde edilecek mükafatların yanında dünya malının ve çıkarlarının ne kadar anlamsız olduğunu talim ederler. Çünkü nefislerimizin durmadan dinlenmeden ruhumuzu çekiştirmesine karşın iyi biliriz ki insan ömrü bir asrın içinde başlayıp biter ve mezarlıklar bize tıpatıp benzeyen nice insanın, nice ihtirasın, nice arzunun kendimize yakıştıramadığımız ecel libasını giyip dünyadan el etek çektiğini anlatıp durur. Ne gariptir ki nefislerimiz de bu nasihati duyduğu hâlde dünyaya meyletmeye, dünyaya kök salmaya, maddeye ve menfaate dört elle sarılmaya devam eder. Kurban ibadeti insanın bu akıl tutulmasına karşı bir şok tedavisi gibidir.

Hz. Âdem aleyhisselamdan beri Cenab-ı Hakk’ın inananları terbiye ettiği, sınadığı, olgunlaştırdığı bir ibadet olarak kurban, tarihin ve toplumların hemen her yerinde karşımıza çıkar. Hak dinlerde ontolojik bir anlamı olan kurbanı, tahrif olmuş inançlarda, pagan kültürlerde bile rastlamak mümkündür. Bütün bunlar bize kurbanın ilk insanın yaratılışına kadar uzandığını gösterir. Kurban, Yaratıcısı karşısında insanın kendi yerini, haddini, hududunu bilmesinin ve buna uygun bilinç geliştirmesinin usulüdür aynı zamanda. Vahiyle öğretilen kurban, insanoğlunun dünya ve içindekilerle kuracağı ilişkinin kıvamını belirler. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem ve Hz. İbrahim kıssalarında kurban ibadeti bir sınav şeklinde tezahür eder. Özellikle Hz. İbrahim’in gördüğü rüya vesilesiyle tabi tutulduğu imtihan, insanlık tarihinde eşine az rastlanır bir mana derinliği ihtiva eder ve Cenab-ı Allah karşısında bütün dünyevi bağların, sevgilerin, emellerin kurban edilmesine dönük mesajlar ihtiva eder.

Yalnızlığa şifa bayramlar

Bayramlar İslam dininde sosyal ibadetlerdir. Müslümanlar bayram vesilesiyle Cenab-ı Mevla’ya ve onun yarattıklarına aynı anda yönelirler. Kurban keserek manen Allah’a (c.c.) yönelen kişi, sıla-i rahim ve ikramlarla da ailesine, büyüklerine, çevresine ve topluma yaklaşmış olur. Gönül yaparak, küslükleri unutarak, hâl hatır sorarak, tebessüm ederek toplumsal bağların ve kardeşliğin pekişmesine katkıda bulunur. Böylece nefsin, kibrin, gururun bağlarını da kurban etmiş olur.

Bu yıl insanlık olarak yaşadığımız pandemi, modern dünyada insanın yalnızlığını maalesef artıran bir mahiyet arz etti. Covid 19 salgını sebebiyle Müslümanlar geçici bir dönem de olsa camilere gidemedi, Cuma namazlarını eda edemedi, hac ibadetini yerine getiremedi. Bizler biliyoruz ki başımıza gelen iyi ve kötü her şey imtihanımızın parçasıdır. İmtihanlar karşısında sabretmek, Allah’a sığınmak, insanlığın yararını öncelemek müminin şiarıdır. Bu vesile ile, umuyoruz ve Allah Teâlâ’dan niyaz ediyoruz ki, insanlığın başına çöreklenen bu afet tez zamanda tümüyle bertaraf olur ve Müslümanlar yine Mekke-i Mükerreme’ye, Medine-i Münevvere’ye akın ederek tevhidin sembolü Beytullah’ın huzurunda münacaatlarını Rabbülalemine arz ederler. Çünkü hac bütün rükünleriyle, farzlarıyla ve sünnetleriyle bir arınma, bir araya gelme, yekvücut olma, Cenab-ı Hakk’ın ipine topluca sarılma ibadetidir. Hacda dünyanın dört bir yanından gelen müminler yeryüzünde hangi ümmetin parçası olduklarını görmüş, yalnızlıklarını gidermiş olurlar.

Şu var ki salgın süreci, buharlı makinenin keşfiyle dönmeye başlayan ağır sanayi çarkının, kendi aksamı ve istikbali için insanı hapsetmek istediği yalnızlığı neredeyse bir anda gerçekleştirir gibi oldu. İnsanoğlunun başına gelmiş ve gelebilecek bütün sosyal buhranların şifasını bağrında taşıyan İslamiyet, bayramlarda saklı sosyal yardımlaşma ve içtenlikli iletişim kodları sayesinde müminlerin ve hatta bütün insanlığın yalnızlığına merhem, gönüllerin nefes almasına imkân sağlar. Gönül deyip geçmemek gerekir. Materyalist hayat biçimlerinin en çok ezdiği, horladığı gönül olmuştur. Gönlün bir çerçevesi yoktur. Yazılı kaidesi yoktur. Standardı yoktur. O yüzden bu standardizasyon çağında en çok kırılan, yorulan, yıpranan hep gönül oluyor. İslam dini, bayramları bir gönül yapmak şölenine dönüştürerek söz, eylem ve edayı da içine alan ama asla bunlardan ibaret olmayan, gönlün gönle değmesi kabilinden içtimai bir kucaklaşmayı öngörür. Kırık gönül bazen evladının bir selamına hasret kalan anne, bazen mesafelerin inkıtaa uğrattığı dostluk, baba hasreti çeken yetim, bir mültecinin merhamet dilenen yüzü, bir gencin sükûnet arayan aklı olabilir. Gönüller yapıldığı zaman insanlığın geleceğine dair umutlar yeşerebilir, kasvet dağılır, çocukların dili çözülür, erlerin yüreği çatallanır, hanelerin bereketi artar, huzur pürüzsüz bir çarşaf gibi bütün bir Müslüman coğrafyaya yayılır. Çünkü gönül ele avuca sığmaz, fıtrata giden gizli dehlizler ondadır. Her şeyden öte gönül, insanın maddeye karşı kaybettiği bütün mevzileri geri alabilecek nüveyi içinde taşır. Gönül yapmak, insanı modern dünyanın sürüklediği kurutucu yalnızlıktan kurtarmanın yegâne yoludur.