Makale

AYASOFYA CAMİİ’NİN HUKUKİ DURUMU

AYASOFYA CAMİİ’NİN
HUKUKİ DURUMU

Mustafa ARMAĞAN

10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay tarafından iptal edilen Ayasofya Kararnamesi merak ediliyor. Ayasofya Camii’nin ibadete kapatılmasına gerekçe olarak bu Bakanlar Kurulu “kararnamesi” ibraz edilmekteydi. Lakin bu kararnamenin metninde tutarsızlık vardı. İptali şarttı. Hukukun gereği yapılmıştır. Ayasofya’nın vakıf hukukundan kaynaklanan haklarının bu “kararname”yle nasıl ihlal edildiğinden, hukuken cami yapılmasından başka hiçbir çıkar yolunun bulunmadığına kadar ana hukuki meseleleri net anlaşılsın diye maddeler hâlinde sıralamak istiyorum.

Hukuka aykırılıklar meselesi

a. 24 Kasım 1934 tarihli kararname, hukuken geçerli değildir. Zira İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 17. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. protokolünün 1. maddesi, Anayasa’nın 35. maddesi, Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi, Vakıflar Kanunu’nun 3, 6, 16 ve 30. maddeleri ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 10. ve 11/2. maddelerine aykırıdır.

b. Kararnameler normlar hiyerarşisinde kanunun altında yer alır ve kanuna aykırı olamaz, olursa geçersiz hâle gelirler. Bu durumda Danıştay yapılması gerekeni yaptı, vakıf ve tapu sicilinde belirtildiği gibi Ayasofya’nın cami olarak kullanılmasının önündeki engelleri kaldırdı. (Yakup Emre Çoruhlu, Osman Demir, Okan Yıldız, Ayasofya bilmecesi: Kilise, cami, müze, hangisi?, TAAD (Türkiye Adalet Akademisi Dergisi) , Yıl: 7, Sayı: 27, Temmuz 2016, s. 29.)

c. Öte yandan söz konusu Kararname Resmi Gazete’de yayımlanmamıştır. Hâlbuki kararnameler Resmi Gazete’de yayımlanmadan yürürlüğe girmez. Danıştay ise gerekçeli kararında vakıflarla ilgili başka kararnamelerin de Resmi Gazete’de yayımlanmadığını söyleyerek bu husus üzerinde durmamıştır.

İçeriğindeki tuhaflık ve çelişkiler

a. Bu tartışmalı kararname şu cümleyle başlıyor: “Eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan Ayasofya Camii’nin tarihî vaziyeti itibarıyla müzeye çevrilmesi bütün Şark âlemini sevindireceği ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi...” Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine sevinecek olan “bütün Şark âlemi” hangisidir? (Ayrıca kim sevinirse sevinsin, birisinin sevinmesi veya üzülmesinin bir vakfın müzeye çevrilmesi kararına hukuki bir mesnet teşkil etmesi mümkün değildir.) Hangi “Şark âlemi” Ayasofya Camii müzeye çevrilince sevinecekmiş acaba? İran mı, Afganistan mı, Çin mi, Hindistan mı? Belki de esasen “bütün Garp âlemi” şeklinde yazılacakken ya şaşırtmaca maksadıyla veya zuhulen “bütün Şark âlemi” diye yazılmıştır. Bugün açılma kararına kimler üzüldüyse kapandığı zaman sevinenler de onlardır yani Batı (Garp) âlemi...

Vakfın hukuki durumu

a. Vakıflar, özel hukuk statüsüne tabi fakat tüzel kişiliği haiz kuruluşlardır. Vakfedilen mülkün sahibi asırlar önce ölmüş olsa bile vakfın bizzat sahibidir.

b. Gerek İslam hukukunda gerekse hem 1934’te hem de bugün geçerli vakıf kanunlarımızda bir vakfın, vâkıfının yani kurucusunun koyduğu gaye dışında kullanılması mümkün değildir. 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 4. maddesinin 1. fıkrasının c bendi vakfa ait müesseselerin gayelerine göre yaşatılmasını amirdir.

c. Danıştay 12. Dairesi’nin 4 Aralık 1971 tarihli E. 1969/2863 ve K. 1971/2821 sayılı kararında “Vakıf mallarının tahsis edildikleri amaca uygun kullanılmaları esastır.” denilmiştir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 16 Eylül 1974 tarih ve E. 3559 sayılı kararında “Vakıf başlı başına mevcudiyeti haiz olmak üzere bir malın belli bir amaca tahsisidir. Amaç ise vakfın gelecek bütün zamanlara şamil olmak üzere düşünülen hukuki faaliyetini gösterir.” denilmiştir. Dolayısıyla vakfedilen malın/mülkün amacı haricinde kullanılması kanunlarımıza olduğu kadar Danıştay ve Yargıtay kararlarına da aykırıdır.

d. Vakıf mallarının sahibi devlet değil, ilgili vakıftır. Devlet ise bu malları başka bir amaca tahsis edemez. Yani Ayasofya Vakfı’nın da içinde bulunduğu Ebu’l-Feth Sultan Mehmet Vakfı’nın kurucusu 1936 yılında çıkarılan T.C. tapusunda da açıkça belirtildiği üzere Fatih Sultan Mehmet olduğuna göre, Fatih’in tayin ettiği amacın haricinde başka bir kuruma devredemez, kullandıramaz, kiralayamaz. Buna göre Ayasofya’yı Kültür Bakanlığına müze olarak kullandırma hakkı devlete dolayısıyla bakanlar kuruluna, hatta yasama organı olan TBMM’ye dahi verilmemiştir. (Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıflar, Ankara, 1995, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 504.)

e. İstanbul Üniversitesi eski rektörlerinden hukukçu Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları adlı eserinde vakıfname hükümlerinin devleti bağlayan tam ve kuvvetli bir hukuk kaidesi olduğunu yazar ve şu hükmü ekler: “Vakıfname hükümlerini hiç kimse değiştiremez.” (Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, İstanbul, 1952, s. 6709’dan aktaran: Said Öztürk, age, s. 504.)

f. Bütün bu hukuki delillere üç hukukçunun yaptığı 2016 yılına ait bir değerlendirmenin hüküm cümlelerini ilave ettiğimizde tablo netleşmektedir:

“Bakanlar Kurulu Kararına dayandırılan müze kullanımının, normlar hiyerarşisi ve özel kanunlar arasında yeni tarihli olanın uygulanacağı hukuk ilkesine aykırı olduğu da açıktır. Yani 1934 yılına ait Bakanlar Kurulu Kararı, günümüz hukuk normları içinde uygulanabilir değildir. Zira bu karar mazbut vakfın günümüzde de hâlen geçerli olan vakfiyesi doğrultusundaki irade beyanını engellemektedir. Mülkiyet hakkını kısıtlamakla da kalmayıp ortadan kaldırmaktadır.

Eserin kamulaştırma veya başka bir kurum tarafından satın alınması da yasal görünmemektedir. Ancak bu durumda dahi Vakıflar Kanunu 30. madde ile eser tekrar mazbut vakfı adına tescil olunacaktır.

Diğer bir durum da Kültür ve Turizm Bakanlığına taşınmazın tahsis edilmesi veya kiralanmasıdır. Bu da yine Vakıflar Kanununun 16. maddesi ile çelişmektedir. Zira 16. madde vakfiyette belirtilen fonksiyon ile kullanımı emretmektedir. Bunun sağlanamaması diğer bir kurumun taşınmazı para vererek kullanması ile sorunun ortadan kalkabileceği fikrini akıllara getirebilir. Ancak bu da yukarıda izah edilen mevzuat hükümlerine göre hukuki ve yasal değildir. Zira bu ve diğer sair gerekçelerle Trabzon Ayasofya’da Kültür ve Turizm Bakanlığının müze olarak kullandığı taşınmazdan, Vakıflar Genel Müdürlüğünün talebi uyarınca yargı kararı ile çıkartılmış ve eser Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından aslına uygun şekilde camiye dönüştürülmüştür. İstanbul’da bulunan Ayasofya’nın da yukarıda maddeleri verilen yasal çerçeve içinde kullanımının sağlanması durumunda ihlal edilen mülkiyet hakkı kavramı yeniden, mazbut vakfın kurucusu olan Fatih Sultan Mehmet’in irade beyanına uygun şekilde tesis edilebilecektir. Eserin mülkiyet hakkı kavramı temelinde geçmişten günümüze değin kullanımı; mevzuat, vakfiye ve tapu sicili açısından irdelenmiştir. Bunlara dayanarak vakıf ve tapu sicilinde belirtildiği üzere cami olarak kullanımının sağlanması gereğinden hareket edilmiştir.(Yakup Emre Çoruhlu, Osman Demir, Okan Yıldız, Ayasofya bilmecesi: Kilise, cami, müze, hangisi?, TAAD (Türkiye Adalet Akademisi Dergisi) , Yıl: 7, Sayı: 27, Temmuz 2016,, s. 29-30.)

Hukukun son sözü

Son olarak avukat ve İstanbul Vakıflar Başmüdür eski Muavini Abdullah Mehmed Çalışkan’ın Ayasofya Câmii Meselesinin Etrafındaki Gerçek adlı kitabındaki hakikaten kuşatıcı değerlendirmesini paylaşmak istiyorum. Şöyle yazıyor:

“...Ayasofya kararnamesinde hukuki bir gerekçe bulmaya imkân yoktur. Bakanlar Kurulu Kararının hangi kanuna dayandığı da yazılmamıştır. Çünkü Bakanlar Kurulu’nun dayanak yapabileceği bir kanun mevcut değildir. Bakanlar Kurulu’nun hangi yetkiye istinaden bu konu ile ilgilendiği hususunda hukuki bir mütalaa da yazılmamıştır. Çünkü bu konu, ne Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve ne de Türkiye’de mer’i (yürürlükteki) kanunlar tarafından Bakanlar Kurulu’na verilen yetkiler dâhilinde bulunmaktadır. Kararnamede, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından bahsedilmemiştir. Çünkü kararname, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırıdır. Kararnamede vakıf hukukundan bahsedilmemiştir. Çünkü kararname vakıf hukukuna zıttır. Kararnamede Türk Medeni Kanunu söz konusu edilmemiştir. Çünkü kararname, Türk Medeni Kanunu’na uygun değildir. Türkiye’de mevcut anayasa ve kanuni mevzuatın hiçbirisine kararnamede temas edilmemiştir. Çünkü kararnamenin bunlardan hiçbirisine uyan taraf yoktur. (...) Bakanlar Kurulu bu kararı ile Türkiye’de anayasa ve kanunları bu konuda tamamen yok saymıştır.” (Abdullah Mehmed Çalışkan, Ayasofya Câmii Meselesinin Etrafındaki Gerçek ve Kariye, Mesih Paşa, Fethiye Câmilerinin Maruz Kaldığı Muameleler, İstanbul, 1976, TÜRDAV Basım Yayın.)

Danıştay’ın tarihî 10 Temmuz kararı her üç noktada bugün yaşayanlar olarak müsterih olmamızı temin etmekte, dahası ecdadımız ve ahfadımızla aramızdaki kontratı yenilemektedir. Unutmayalım ki bir millet bugün yaşayanlardan ibaret değildir. Geçmişte yaşayanların olduğu kadar gelecekte yaşayacakların da bugün yaşayanlar üzerinde hakları ve alacakları vardır.

Ayasofya’da alnımızın secdeye varması ile bu hakları ödediğimizden dolayı milletçe mesruruz elhamdülillah.