Makale

İNSANIN KORONA İLE İMTİHANI

İNSANIN KORONA İLE İMTİHANI

Dr. Ahmet ÇEKİN
Avusturya Bregenz Din Hizmetleri Ataşesi

2019 yılının son günlerinden bu yana insanlık neredeyse topyekûn olarak bir virüs tarafından test ediliyor. İnsanoğlunun akıl, bilim ve teknoloji yoluyla elde ettiği ne kadar imkân, kendini dünyanın efendisi olarak görmesine vesile kıldığı her ne varsa sınamadan geçiyor.

Tarih kendi gücünü abartan, kendisini kâinatın ve dünyanın efendisi olarak gören, çoğu zaman bu kibri yüzünden azgınlık yapan şahıslara, toplumlara şahit olmuştur. Ancak bu haddini aşma her hâlde günümüz insanının ulaştığı seviyeye hiçbir zaman ulaşmamıştır. Zira insanoğlunun son yüzyılda sağladığı ilerleme ile 100 yıl öncesinin insanları tehdit eden bütün tehlikeleri en azından gelişmiş ülkelerde ortadan kaldırılmış, ikinci dünya savaşından alınan dersle artık bir daha savaş yapmama anlayışı yerlermiş, teknoloji ve iletişim imkânları tarihte hiç olmadığı kadar gelişmiştir. Hatta yapay zekâ ile donatılmış robotların gündelik hayata dâhil olmasıyla, artık insanların ne kol gücüne ne de akıl gücüne ihtiyaç duyulacak bir dönemin kapısı aralanmıştır. Bu konjonktürde dünyada bu kadar insana ihtiyaç kalmadığından, dünyanın kaynaklarının bu kadar nüfusa yeterli gelmediğinden ve bu sebeple dünya nüfusunun makul bir seviyeye indirilmesinin gerekliliğinden bahsedilmeye başlanmış, bunun nasıl gerçekleştirilebileceği üzerinde çeşitli senaryolar üretilmiştir.

İşte böyle bir ortamda bir virüs dünyanın gündeminde ne varsa hepsini geri plana iterek en önemli konu olarak birinci sırada yerini almış bulunmaktadır. Bu durum ister istemez her insanı bu olaya bir anlam vermeye zorlamaktadır. Bilim insanlarının salgının nasıl ortaya çıktığı ve nasıl yayıldığına dair her gün çok farklı açıklamaları, çeşitli vasıtalarla dünyadaki tüm insanlara ulaşmaktadır. Virüsün yarasalardan insanlara bulaştığını iddia edenler, laboratuvarlarda yapay olarak üretildiğini ileri sürenler, insanoğlunun doğaya vahşice müdahalesinin bir sonucu olduğuna dair kanıtlar ortaya koyanlar gibi çok çeşitli açılardan izahatlar yapılmaktadır. Meselenin nasıl olduğunun izahı yanında niçin olduğuna bir anlam vermek de olabildiğince zorlaşmaktadır.

Bu olaya Müslümanlar olarak kendi kültür ve inanç dünyamız açısından bir anlam verme görevi ile karşı karşıya olduğumuzu kabul etmeliyiz. Yeryüzünde meydana gelen her olay gibi bu virüs salgını ve bunun hayatımıza yansımalarına da bir Müslüman bakış açısıyla yaklaşmak ve yorumlamak zorundayız.

Bunun için geçmişe, kadim kültüre müracaat ettiğimizde yaşadığımız bu günleri anlatacak dizeleri Anadolu irfanının büyük velisi Yunus Emre’nin meşhur şathiyesinin şu dizelerinde buluyoruz:

“Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere

Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu”

Kartal kim, sinek kim? Kartal göklerin, dağların hâkimi gözünün tuttuğunu dalıp alan, pençeleriyle kavrayan, gagasıyla parçalayan, ele avuca gelmez, kendisine ulaşılamayan, hızlı, çabuk, çevik, keskin görüşlü müstesna bir yaratık. Sinek kimsenin umursamadığı, görüldüğü yerde kovalanan bir canlı. Ancak öyle bir an olur ki bir sinek bir kartalı yok eder, diyor büyük veli. Bu şathiyenin şarihleri kimsenin önemsemediği bir Allah dostunun, toplumun yücelttiği, ilmiyle nam salmış, şöhreti olan kibirli bir âlime haddini bildirmesinin bir timsali olarak yorumluyorlar.

Günümüze gelirsek, Çin’den çıkan milimetrenin binde biri kadar küçük bir virüsün kendisini kâinatın sahibi gibi gören günümüz insanına haddini bildirdiğini söylemek aşırı bir yorum olmasa gerek. İnsanoğlunun sahip olduğu füzeler, uçaklar, toplar, tüfekler, bombalar velhasıl tüm silahlar bir virüs karşısında hiçbir şey yapamadılar. Yine insanoğlunun sahip olduğu her türlü teknolojik imkân, virüsü şu ana kadar durduramadı. Nice zengin, şöhretli, güçlü, itibarlı insan kendisini diğer insanlardan ve dünyadan tecrit etti ama yine de kendisini bu virüsten koruyamadı. Buradan hareketle amacını aşan yorumlar çıkarmak niyetinde değiliz. Zira bugün şahit olduğumuz gibi bu musibetle insanoğlu inanılmaz bir şekilde mücadele ediyor. Çaresini bulmak için gece gündüz binlerce insan çalışıyor. Umudumuz ve duamız odur ki bir an evvel çare bulunur ve inşallah bulunacaktır. İnsanların bu çabasını takdir etmek, teşvik etmek, virüsün zararlarından kendimizi ve çevremizi muhafaza etmek için elimizden geleni yapmak hepimize bir vazifedir. Bunu aklımızda tutarak acaba bu salgının dünyamızdaki etkileri bakımından hayatımızı düzene koyacak daha anlamlı bir hayat yaşamak için dersler çıkaramaz mıyız?

Normal durum olarak kabul ettiğimiz salgın öncesi hayatımıza şöyle baktığımızda, birçok insanın zaruri olmayan ihtiyaçlarını karşılamak için büyük bir keşmekeş içinde âdeta durup dinlenmeden, koşuşturma içinde olduğunu biliyoruz. Bu tempo içinde hemen hemen hiçbir kuvvet bizi evlerimize kapatmaya güç yetirememişti. Yine birçoğumuzun kendimize dönüp bakacak bir zamanı da olmamıştı. Bu tarz bir yaşantı da ister istemez boğucu, anlamsız ve sıradan olmanın ötesine geçememekteydi. Korona salgını nedeniyle hayatımıza getirilen kısıtlamalar bizi gündelik hayatın keşmekeşliğinden zorunlu da olsa alıkoyma gibi uygulamaya maruz bıraktı. O hâlde bu durumu kendi lehimize çevirmek için biraz kendimizi zorlamalıyız.

Karantina: Zorunlu itikâf

Hatırlayalım, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) 35 yaşından itibaren her yıl belirli zamanlarda Hira mağarasına âdeta itikâfa çekilir, kendisini gündelik hayatın uğraşından soyutlar ve orada Cenab-ı Hakk’ı tefekkür ederdi. Medine’ye hicretlerinden sonra ise ramazanın son on gününde mescitte itikâfa çekilirdi. Geçen senenin muhasebesini yapmak, nefsini hesaba çekmek, Yüce Yaratan ile baş başa kalmak için. Ashabına da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) bu sünneti, bugüne kadar İslam toplumlarında uygulanagelmiştir. Ülkemizde de her yıl az sayıda da olsa itikâfa girenler bulunmaktadır.

Koronavirüs de bizleri evlerimizde zorunlu itikâfa sokmuş gibiydi. Bu itikâfı bir faydaya dönüştürenlere ne mutlu. Biz kimiz, nereden geldik, niye yaşıyoruz, nereye gideceğiz gibi varoluşsal sorulara kendi gücümüzce cevaplar bulmak için bir fırsatımız vardı. Evlerimize kapanmadan evvel hangi amaçlar peşinde idik, bu amaçlara hangi araçlarla ulaşmaya çalışıyorduk? Bu arada hangi değerleri gözetiyor, hangilerini önemsemiyorduk? Nelerden vazgeçiyor, nelerden vazgeçemiyorduk? Kendimize bir menfaat elde ederken, kimlere zarar veriyorduk? Hakkımız olmayan şeylere karşı nasıl bir tavır gösteriyorduk? Haram ve helal, günah ve sevap çizgilerine ne kadar riayet ediyorduk? Bizim için değerli olan neydi? Önemli olan neydi? Öyle ya Allah korusun, eğer biz de salgına yakalanıp hayatımızı kaybetseydik geride ne bırakmış, öbür tarafa ne götürmüş olacaktık? Bugüne kadar hayatımızda neyi nasıl yaptık ve nasıl yapmalıydık diye kendimizi hesaba çektiysek ne mutlu. Hele hele karantinadan önceki ve karantinadan sonraki bizde değişimler baş göstermiş, neyin geçici ve neyin baki olduğu hususunda aklımız başımıza gelmişse itikâfın hakkını vermişiz demektir.

Bakara suresi 216. ayette şöyle buyurulur: “… Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Bir musibet bin nasihatten iyidir. O hâlde tüm bunlardan, modern çağda gözümüzün önünde cereyan eden böylesine bir musibetten sonra başka nasihat gerekli midir? Kalbi olup da bununla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen kimselerden (Araf, 7/179.) mi olacağız?