Makale

DİN GÖREVLİLERİNİN İŞLEVSEL AÇIDAN İLETİŞİM METOTLARI

DİN GÖREVLİLERİNİN İŞLEVSEL AÇIDAN İLETİŞİM METOTLARI

Halil TAŞPINAR*

Özet:

21. yüzyılın ilk yıllarında din görevlisi daha iyi hizmet verebilmek için kendini sorgulamak durumundadır. Çünkü zaman eskisi gibi değil, insanlar da eski insanlar gibi değildir. Bu sebeple biz bu maka­lemizde, günümüzde din görevlisinin işlevi, vasıfları, başarılı olması için kullanacağı metotlar ile beşeri münasebetlerdeki durumunun nasıl işlerlik kazanması gerektiğini belirterek, din görevlisi ile cemaat ilişkilerinde dikkat edilmesi gerekli olan konuları işlemeye çalıştık.

Anahtar kelimeler: Cami, Cemaat, Din Görevlisi, İmam, Müezzin.

The functional Communication Methods for the Religious Officials

Abstract:

A religious official has to constantly subject himself into self-cri­ticism to provide better religious services to the society in these early years of the 21st century. As known, the present time and today’s peo­ple are not the same as those of the ancient ones. Depending on this premises, in this article I will try to discuss the roles and qualifications of the successful religious officials as well as the methods they should use while carrying out their duty. In addition, I will also tackle in this paper certain points that should be taken into account for the relations between religious officials and the congregation.

Key words: Mosque, Community, Religious Official, Imam, Muezzin.

Giriş:

21. yüzyılın ilk yıllarında bulunduğumuz şu günlerde din görevlileri olarak bir iç muhasebe yapmak, kendimizi ve yaptıklarımızı sorgulamak, artı ve eksilerimizi or­taya koymak mecburiyetindeyiz. Geçtiğimiz asrın sonlarında bütün duvarların yok edildiği, hatta dünyanın küçük bir köy haline dönüştüğünü unutmamak gerekir. Zira globalleşen ve küçülen bu dünyada bizler hala kırk - elli sene önceki usul ve hitap tarzıyla kürsüyü ve minberi kullanma hakkına ve yetkisine sahip değiliz. Hatta cami­lerde bizleri dinleyen insanların bile bir kaç ay önceki insanlar olmadığı bir gerçek­tir. Gelişen ve değişen bu dünyada, onların istekleri veya onlara ulaşım durmadan de­ğişim arz etmektedir. Bilginin arttığı ve yollarının geliştiği bir zaman dilimi içinde insanların doyurulmaları, tatmin edilmeleri ve de devamlı bir şekilde onların sosyo- psikolojik açıklamaların beklentileri içerisinde bulunduklarını bilmemiz gerekir.

Öncelikle kendi varlığımızı kabullenme veya ispatlama noktasında göstereceğimiz gayretlerimiz aynı zamanda bizi hedefe veya hedef kitleye doğru hareket ettirecektir. Hedef kitlemiz bizim insanımızdır. Bu insanların inançlarında ve yaşantılarında dini motiflerin oluşmasını sağlamak, onların hayat çizgileri içerisinde geleceklerini hazır­lamak ya da hatırlatmak bizim üzerimize elzem olan şeylerin arasında görülmektedir. Çünkü her türlü mekân, cadde, sokak, ev, dükkân, cami içi ve dışı dinin anlatımı için vazgeçilmez boyutu olan yerlerdir. Özellikle insanların evlerinde beş vakit namaz kıl­malarını hariç tutarsak, potansiyel olarak Cuma ve Bayram namazlarında milyonlarca insan camilere ibadet etmeye gelmekte ve bir o kadarı da çocuklarını yaz tatillerinde camiye yaz Kur’an kurslarında okutmak için göndermektedirler. İşte bunlar potansi­yel olarak bizim misafirlerimiz ve hedef kitlemizdir. Kitle iletişim araçlarından tele­vizyonu ve İnterneti hariç tutarsak, diğer kitle iletişim araçları bizim kadar bu şansı yakalamış değildir. O zaman kendi kendimize şöyle bir soru sorabiliriz. Ayağımıza kadar gelen bu büyük fırsatları ne kadar iyi değerlendirebilme imkânına sahip bulun­maktayız? Ya da insanlar için değerlendirebilmekteyiz? Bu sorunun cevabını gayet açık ve net bir şekilde verme konusunda biraz zorlanacağımız kanısındayım.

İslâmî literatürde veya halk arasında adımız ne olursa olsun, İslâm’ı anlatmak du­rumunda olan bizlerin muhatabımıza karşı çok iyi bir çizgi içerisinde bulunmak mec­buriyetindeyiz. Kur’an bu konu ile ilgili olarak, bizlere göstermemiz gereken hassa­siyeti en güzel bir şekilde belirtmektedir. Meselâ Lokman’ın oğluna hitap ederken kullandığı ifade “Ey oğulcuğum!” 1 olurken, Hz. İbrahim’in de babasına tevhidi tebliğ ederken “babacığım” 2 tarzındaki bir sözle başlamasının ne kadar manidar oldu­ğunu bilmemiz gerekir.

Özellikle konu ile ilgili gerekli açıklamalara girmeden önce din görevlisi kavra­mının ihtiva ettiği konumu belirlemeye çalışalım.

1- Din Görevlisi Kavramı

Tarihi süreç perspektifinden baktığımızda “din adamı” kavramı insanlık tarihi ka­dar eskidir. Hz. Âdem, hem bir aile reisi, hem de bir din adamı, yani peygamberdi. Daha sonra toplumların gelişimine paralel olarak insanların arasında pek çok iş bö­lümü ortaya çıkmıştır. İnsanlar ihtiyaçlarını karşılama noktasında tek başına yeterli olamamış ve bunun neticesinde de zamanla değişik meslek gruplan oluşmuştur. İn­san, hem kabiliyet ve yetenekleri doğrultusunda, hem de ihtiyaçları karşılama uğru­na iş bölümü yapmış, böylece sosyal hayattaki yerini almıştır. İnsan iki yönlüdür. Bir taraftan yaratıcısıyla, diğer taraftan kendi iç ve dış âlemiyle bağlantı kurmak zorun­dadır. İnsanın kuracağı bu bağlantı ve ilişkileri sağlıklı bir şekilde yürütebilmesi için de aynı zamanda iyi bir öğretici ve eğiticiye ihtiyacı vardır. Zira insan bazen ihtiyaç­larının neler olduğunu ve bunları nasıl karşılayacağı konusunda yeterli bilgi biriki­mine sahip değildir.

Bu durumda insanın özellikle manevi ihtiyaçları konusundaki boşluğunu tebliğ ve telkinleriyle, din adamı/görevlisi olan kişi dolduracak ya da dolduran kişi olacak­tır. O halde dinin bir adamı var mıdır, sorusunun cevabına baktığımızda, herkes di­ninin adamıdır. Ancak “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar başarıya erenlerdir.” 3 Ayetini Süleyman Ateş “bu ayet, İslâm irşad teşkilatının kurulmasını gerekli kılmaktadır. Çünkü Hakk’a davet için bir grubun görevlendirilmesini, yetiştirilmesini emretmektedir.” 4 şeklinde yo­rumlayarak dini tebliğ edecek bir grubun var olması gerektiğini belirtmektedir. Şu­rası bir gerçektir ki, insan tek başına manevi ihtiyacını karşılayabilme yetisine sa­hip bulunmamaktadır. İnsanın manevi ihtiyacını gidermesini ya da onun bu boşlu­ğunu doldurmaya çalışmasını isteyen yüce yaratıcısı olan Allah’tır. Bir bakıma din adamı mesleğinin ilk koyucusu da O olmaktadır. Zira Kur’an-ı Kerim’de Resul ve Nebi terimleriyle ifade edilen peygamberlik müessesesi, din adamı mesleğini gün­deme taşımıştır. Ancak bizim gündeme taşımak istediğimiz nokta peygamber olma­yan din adamlarının görevleri ve toplumdaki yerlerini açıklamaktır.

2- Sünnet Ekseninde Din Görevlisinin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar

“Din Adamı” kavramını kısaca izah ettikten sonra, başarılı bir din adamı olabil­mek için sünnet perspektifinden yansıyan vasıfları izah etmeye çalışalım. Çünkü üzerinde yaşadığımız bu ihtiyar dünya fikir cereyanlarının panayırı haline gelmiş bulunmaktadır. Her fikir cereyanının binlerce takdimcisi, propagandacısı ve savunu­cusu mevcuttur. Çağımızda haberleşme araçları ve imkânlarını hesaba katacak olur­sak, hak ile batılın ne derece birbiriyle yan yana getirildiğini ve batılın nasıl hak kı­lığına sokulduğunu anlamakta güçlük çekmekteyiz. Milletimizi bu zararlı tesirlerden koruyabilmek ancak, İslâm’ın her seviyede insanımıza ehli tarafından en doğru şe­kilde anlatılıp öğretilmesine bağlıdır. İnsanlara İslâm Dini’nin inanç esasları, ibadet esasları ve ahlakî kurallarının öğretilmesi bir eğitim ve öğretim faaliyeti olmakla birlikte daha geniş anlamda birer tebliğ, birer tezkir/hatırlatma ve birer irşad görevi­dir.5

İslâm tarihinin parlak devirlerinde, peygamber varisi din görevlileri, camide imam, minberde hatip, kürsüde vaiz, dışarıda ise cemiyetin rehberi ve toplumun atan nabzı olmayı hep başarmışlardır. Günümüz din görevlisinin de, toplum içinde bu müstesna yeri almaması için hiçbir makul sebep yoktur. Yeter ki, onlar geçmişteki seçkin seleflerinin sahip oldukları, yüce sıfat ve özelliklerle bezenmiş olsunlar. O halde din görevlisinde görmek istediğimiz bu vasıflar nelerdir? Bu soruya cevap ver­meden önce bütün peygamberlerde ortak olan ve özellikle peygamberliğin temel ni­teliklerinden bulunan doğruluk, güvenilirlik ve zeki olmak gibi bazı sıfatları hatırı­mıza getirebiliriz “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır..”6 “Ey Muhammed! Rabbine davet et, şüphesiz sen doğru yol üzerindesin..”7 “Ey Pey­gamber! “Biz seni şahit; müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle ona çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.”8 Allah, Hz. Peygamber için “Güzel bir örneklik” 9 olduğunu beyan etmektedir. O halde başarılı bir din görevlisi olabilmek için Sünnet perspektifinden Hz. Muhammed’in taşıdığı vasıfları ve özellikleri maddeler halinde vermeye çalışalım.

i-Hz. Peygamber, kâmil ve selim bir akla sahipti. Bu özellik aynı zamanda pey­gamberliğin vasıflarından birisidir. Hz. Peygamber efendimiz de bu vasfa sahip bu­lunmaktadır. “İnsanın dini aklıdır. Aklı olmayanın dini yoktur” 10 sözü ona aittir. İn­sanla uğraşmak en zor mesleklerden birisidir. Bir Çin atasözünde “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan buğday ek, On yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik. Yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir. Bir tohum ekerek bir kez ürün alırsın. Bir ağaç dikerek on kat ürün alırsın. İnsan eğitirsen, yüz kat ürün alırsın.” sözü ne kadar manidardır. İnsanı fikri açıdan yoğurmak ve ona istenilen şekli vermek zordur. Hz. Muhammed bu zoru başarmış ve imkânsız gibi görünen bir çalışmayı sonuçlandırmış bir şahsi­yettir. O bulunduğu çağ içerisinde hem bir lider, hem bir tebliğci, hem bir toplum mühendisi, hem bir aile reisi, hem bir öğretmen, hem bir arkadaş, hem bir beşer hem de bir peygamberdir. Kısacası o, hem kul hem de peygamberdir.

Hz. Peygamber fiillerini his ve heyecanla yapmamıştır. O aklıselim ile düşüne­rek, danışarak ve insanların bilgi birikimlerini de kullanarak hareket etmiştir. Asrı Saadette bunun pek çok örneği vardır. Şu halde, din görevlisi, his ve heyecanıyla de­ğil, akıl ve mantığıyla hareket ettiği sürece, toplum içerisindeki birleştiricilik vazife­sini yapabilecek, insanları bir amaç etrafında kenetleyebilecektir. Bu durum bize şu­nu açıkça göstermektedir ki, alacağımız örneklik, bilgi ve birikimlerimizi Hz. Pey­gamberden aldığımız sürece sonuca ulaşabiliriz.

ii-Hz. Muhammed (s.a.s.) vahye dayalı, geçmişe uzanan, aynı zamanda geleceği kucaklayan bir bilginin sahibidir. Allah, Hz. Peygambere öyle bir ilim vermiştir ki, hiç kimse onun seviyesine ulaşamaz. Nitekim “(Allah) sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın sana olan nimeti ne büyüktür” 11 mealindeki ayette de ifade edildiği gibi Al­lah’ın ona ihsan ettiği benzersiz mükemmel ilim ve şahsiyet ile nimetini tamamlayıp ikmal etmiştir. Muhammed İkbal “Hz. Muhammed (s.a.s.)’i bir yönü ile geçmişi di­ğer bir yönü ile geleceği kucaklayan bir şahsiyet”12 olarak nitelendirmektedir. Vakıa onun bilgisinin kaynağı vahiy idi. Kur’an Onun heva hevesinden konuşmadığını be­lirtmektedir.13 Yine Kur’an’da 750’ye yakın ayetin, ilimden, düşünmekten ve aklet- mekten bahsetmesi ilgi çekicidir.14 Ayrıca Hz. Peygamberin pek çok hadislerinde de bu konunun mevcut olması, biz din görevlilerinin ilimden uzak olamayacağımıza işa­ret etmektedir. Hatta Hz. Muhammed (s.a.s.)’in duasında “Allah’ım ilmimi artır” de­mesinin bize önemli mesajlar verdiği konusunda hiç tereddüt etmememiz gerekir. Din görevlisine vahiy gelmeyeceğine göre, onu okuyan, bununla kendisini yenileyen kişi olması gerektiği anlaşılmalıdır. Zira insanların eğilimleri, arzuları, problemleri yıllar geçtikçe çoğalmakta, çeşitlenmekte ve değişmektedir.

Din görevlisi, İslâm’ı anlatabilmek, neticede amacına ulaşabilmek için her şey­den evvel tebliğ edeceği esasları kısaca, İslâm’ın emir ve prensiplerini, Kur’an ve Sünneti çok iyi bilmelidir. Çünkü bilgi sahibi olunmadığı konularda insanların aydın­lanması mümkün değildir. Cahil kimsenin zararı faydasından, bozması düzeltmesin­den daha çoktur. Atalarımızın “okumadan âlim, yazmadan kâtip olunmaz.” dedikle­ri bu nokta çok önemlidir. Hatta bizim “Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” prensibinde olduğu gibi, İslâmi ve İslâm’ın tebliğ usulünü bilmeden ortaya çıkanlar çok defa kaş yapayım derken göz çıkarırlar ve de muhataplarını İslâm’dan soğutur­lar. Hele hele Kur’an okumayı bile bilmezken ahkâm kesenler, temel kaynak ve esas­lardan ya da o konu ile ilgili usulden haberi yokken önlerine geleni kâfir ilan edip bu noktada fayda yerine zarar verdiklerinden haberleri dahi olmaz. Onların bu ahvalini aşağıdaki şu beyit ne kadar güzel belirtmektedir.

Gör zahidi kim sahib-i irşad olayım der,

Dün mektebe vardı, bugün üstad olayım der.15

Diğer taraftan din görevlisinin bilgi birikimini sürekli geliştirmesi, kendisini de­vamlı bir şekilde yenilemesi gerekmektedir. Din görevlisi hitap edeceği kimseleri ya­kından tanımalı ve onların derdini duymalı, onlarla hemhal olmalıdır. Onların yaşa­dıkları birçok sıkıntıyı duygularıyla ve iç dünyası ile hissetmeli, kısaca “Müslüman müslümanın iyi ve kötü gününde yanında olmalı” düsturunu ciddi bir şekilde benim­semelidir.16 Din görevlisi insanlara sohbetleriyle daha iyi bir iletişim kurmayı bilme­li ve muhataplarına öğütler vererek dikkatlerini çekmelidir. Hatta cemaatin, hayat kaynağı olan İslâm’dan uzak kalışları veya onların içinde bulundukları bunalımları ya da stresleri devamlı olarak din görevlisini rahatsız etmelidir.

Ayrıca din görevlisi insanlığın problemlerini bilmelidir. Artık küçülen ve global­leşen bu dünyada hiç bir şey eskisi gibi değildir. Başımızı kaldırıp geniş bir açıdan dünyaya baktığımızda insanlığın bunalımlar içinde bocaladığını, toplumların alkolün ve uyuşturucunun esiri olduğunu, insanların hiçbir cinsi kaygı dinlemeden yaşadığı için aile saadetinden mahrum olup AIDS paniğine kapıldığını, dünyanın bir tarafının açlık sebebiyle ölümle pençeleşirken diğer taraftan aşırı beslenmenin sebep olduğu rahatsızlıklardan kıvrandığını görmekteyiz. Artık insanlık kendinden başkasını gör­memekte ve yeraltı ile yer üstü kaynaklarını kendi çıkarları için kullanmanın peşin­de koşarken, ortaya attığı hümanizmanın/insancıllığın arka planında insanların neler çektiği konusu ilgisini bile çekmemektedir. Ama din görevlisi bu durumu kendine fırsat bilerek bu ve buna benzer problemlerin çözümünün kendisinde olduğunu bil­melidir. Bağlı olduğu dinin getirmiş olduğu ahlakî değerler çerçevesinde bu prob­lemlerin çözülebileceğini ve hatta kendisinin bu problemleri çözmede aktif bir rol alabileceğinin farkında olmalıdır. Yaşadığımız çağ içerisinde insanların bilgi ve kül­tür seviyeleri artmıştır. Bu bilgi artışı içerisinde özellikle din görevlisi hem fiili hem de sözlü şu duayı yaparak “De ki, ey Allah’ım ilmimi artır” 17 demeli ve bunun için de çalışmalıdır.

ii-Hz. Muhammed güzel ve fasih konuşma kabiliyetine sahip birisidir. O açıkla­malarının güzelliği, konuşmasının fasihliği, kelamının netliği, üslubunun tatlılığı, ikazlarının nezaketi, son derece müşfik oluşu, kızgınlığında bile hikmetli davranışı, son derece dikkatli ve uyanık oluşuyla bu dünyada hayrı gösteren bir muallimdi.18

O yaşadığı çağ içerisindeki Arapların muhtelif lehçelerini bilmekte ve onları kullan­maktadır. Hatta lafzı az, manası çok veciz sözler söylemekte onun bir benzeri yok­tur. O lüzumsuz konuşmaz, kötü söz söylemezdi. Onun meclisinde asla sesler yük­selmez ve yüksek sesle konuşulmazdı.19

Toplumu aydınlatma durumunda olan din görevlisi, muhatabının anlayacağı dil­den konuşmak zorundadır. Toplum onu peygamberin postuna oturmuş kişi olarak görmektedir. Zira Allah Kur’an’da bütün peygamberleri kendi kavminin diliyle gön­derdiğini beyan etmektedir.20 O halde her görevli de yaşadığı toplumun dilini ve on­ların anlayacakları lisanı konuşmak zorundadır. Din görevlisi ile halkın arasında an­laşılmayacak kadar geniş uçurumların olmaması gerekir. Hatta bu konuda halkın “hocadan böyle duydum, hoca böyle söyledi” sözlerinde bir takım gerçekler ifadesi­ni bulmaktadır. Cuma ve Bayram hutbelerinden tutun da diğer mübarek gün ve ge­celerdeki konuşmalarına kadar, çok dikkatli olmak durumundadır. Ayrıca görev yap­tığı süre içerisinde iki kelimeyi yan yana getirmekten aciz görevlilerin, elindeki met­ni heceleyenlerin sayısının yekûn teşkil edeceğini düşünürsek bu hususta yapılması gerekenleri acı acı düşünmek zorundayız.

Özellikle bir de din görevlisi muhataplarıyla konuşurken uygun zaman ve zemi­ni kollamalıdır. O zamanın ve mekânın şartlarını çok iyi bilmeli ve ona göre telkin­de bulunmalıdır. Zira Allah Teâla, İslâmiyet hakkında alay ve hakaretle söz edildiği, İslâm’a karşı peşin hükümlerin mevcut olduğu yerlerde durulmamasını emretmekte­dir.21 İslâm’ı telkin için müsait yerlere gelince, cami, mescid, okul, hapishane, has­tane, dâru’l-aceze, huzurevleri, işçi mahalleri, sinema, tiyatro, sohbet toplantıları, pa- zaryerleri, panayırlar, evler gibi vs.dir. Diğer taraftan tebliğin başarıya ulaşması için zamanın rolü çok büyüktür. Vakitli vakitsiz, olup olmadık bir vakitte tebliğ istenilen neticeyi vermez. Bunun için uygun bir zaman ve mekân tercihi çok önemlidir. Aynı zamanda tebliğ için kullanılan zaman muhatabın dikkatinin en kesif olduğu ana denk düşmelidir. Bu hususta neticeye ulaşmak için aceleci olunmamalı, hatta tebliğden he­men sonuç almaya kalkışılmamalıdır. Tebliği için uygun zamanlama noktasına bak­tığımızda, bazı zamanlarda çok önemli hadiseler meydana geldiği için bu zamanlar diğerlerine nazaran daha çok faziletlidir. Meselâ bunlar mübarek gün ve gecelerdir.22 İşte bu vakitlerde yapılan irşad faaliyetleri diğer zamandakilerden daha faydalı ve te­sirli olur. Ancak diğer taraftan insanın hayatında önemli yeri bulunan bazı vakitleri de irşad hizmetleri için gözden uzak tutmamalıdır. Meselâ tebliğ için doğum, ölüm, nişan, düğün vs. gibi zamanları da tercih etmek çok önemlidir.23 O halde Mevlâ- na’nın “Hangi tohum toprağa düştü de yetişmedi?” dediği gibi din görevlisi her fır­satı ve imkânı değerlendirmelidir. Bizler, Hz. Yusuf’un ceza evinde bile irşad hizme­tini ihmal etmeyişini kendimize düstur edinmeliyiz.24 Çünkü tebliğ için zaman ve mekân şartlarını çok iyi değerlendirmeliyiz ki, hedefimize ulaşabilelim.

Ayrıca din görevlisinin görevi tenkit değil, tebliğ olmalıdır. Kişileri tenkit etmek ve problemleri şahıslar düzeyinde ele almak fayda yerine zarar verir. Bu durumda özellikle bu görevi üstlenen kişilerin çok dikkatli olması gerekir. Çünkü tenkit eder­ken insan farkında olmadan gündelik ve basit politik çıkarlar doğrultusunda bir sap­ma eğilimi göstermesi muhtemeldir. Bu ise bize bir şey kazandırmaz, aksine pek çok kayba neden olabilir. Kur’anî bir metotta Hz. Peygambere yapması gereken şeyleri Cenâb-ı Hak “...Peygambere düşen apaçık bildirmekten ibarettir.” 25 diyerek tebliğin sınırlarını gayet net bir şekilde çizmektedir. O halde peygamberlere düşen yegâne görev tebliğden ibarettir. Zira tebliğ, peygamberlerin getirdikleri ilahi mesajların ve ilahi emirlerin ümmetlerine ulaştırılması anlamına geldiği gibi, yine bu mesajların in­sanlar tarafından, diğer insanlara ulaştırılması anlamına da gelmektedir. Hz. Peygam­ber “benden bir ayet de olsa tebliğ edin.”26 ve “Burada bulananlar bulunmayanlara ulaştırsın.” 27 Hadisleriyle tebliğ sınırlarını çizmiş ve bu konunun önemini çok açık bir şekilde belirtmiştir.

iv-Hz. Muhammed (s.a.s.) ihlâs ve samimiyet sahibi idi. Başarılı ve etkili olma­nın temelinde ihlâs vardır. İslâm tarihi bunun örnekleriyle doludur. Amellere ruh ve­ren iksir niyetteki ihlâstır. Kur’an-ı Kerim’de hemen her peygamberin dilinden nak­ledilen “Yaptığım bu davete karşılık ben sizden herhangi bir ücret talep etmiyorum. Benim mükâfatımı ancak âlemlerin Rabbi olan Allah verecektir.”28 Sözü, ihlâsın din hizmetindeki önemini açıkça ifade etmektedir. Hz. Peygamber Risâlet vazifesini ye­rine getirirken hiçbir zaman makam, mevki, mal ve mülk sevdasını düşünmemiştir. Onun tek bir gayesi vardı; o da Allah rızasını kazanmak ve kendisine tevdi edilen gö­revi tebliğ etmek idi. Hatta Mekke döneminde müşriklerin ileri gelenleri amcası Ebu Talib’le bir teklif göndermişlerdi. Bu davadan vazgeçmesi karşılığında, Arap yarım adasının en güzel kızını istiyorsa onu alacaklarını, başlarına reis olmak istiyorsa onu reis yapılacaklarını, şayet zengin biri olmak istiyorsa kendisini zengin yapacaklarını belirttikleri bu teklif karşısındaki, O’nun şu cevabı çok manidardır. “Sağ elime gü­neşi, sol elime ayı koysanız” 29 ben bu davamdan asla vazgeçmem, diyerek reddet­mişti. İşte din görevlisine düşen peygamberin bu hal ve hareketini, örnekliğini ken­dine düstur edinmesidir.

v-Hz. Peygamber’de güler yüz, müsamaha ve merhamet sahibi bir insandı ki, hiç­bir kimseye kızdığı ve bağırıp çağırdığı görülmemiştir. Enes b. Malik “Hz. Peygam- ber’e on sene hizmet ettim, bir kere bana karşı sıkılıp ‘öf’ demedi. Yaptığım iş için ‘Niçin böyle yaptın’ veya ‘şöyle yapsaydın da’ demedi.”30 diyor. Din görevlisi şef­kat ve merhametli olmalıdır. İnsanların soğuk ve katı yürekli kimselerden hiçbir şe­kilde hoşlanmadıkları malumdur. İnsanlar hoşgörülü, güler yüzlü insanların etrafın­da toplanır.

Din görevlisi muhataplarına karşı şefkatli ve nazik olmalıdır, dedik. O halde “Şefkat ve merhamet, katı kalpliliği yumuşatan, kin ve düşmanlığı eriten, nefret ye­rine muhabbeti ikame eden, insanları birbirlerine bağlayan bir duygudur.”31 Bu iti­barla tebliğ görevini icra eden kişi, insanlara karşı şefkat ve merhametli olmalıdır. İn­sanları kendinden uzaklaştırmak için değil kendine yaklaştırmak için çalışmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber, şefkat ve merhamet vasıflarıyla muttasıf olmuş, rahmet ken­disini ihata etmiş, iyilik ve merhametin önderi olmuştur. Nitekim Kur’an’da onun için: “Ey inananlar! And olsun ki içinizden sizin sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, insanlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir.”32 buy- rulmaktadır. Şefkat hissinden yoksun olan katı kalpli kimselerin tebliğ esnasında söyleyecekleri hususlar ne kadar doğru olursa olsun başarıya ulaşmaz. Bilakis tebliğ ettiği insanlar kendisinden uzaklaşırlar. Onun içindir ki, insanları davet vazifesini

üzerine alanlar, Allah’tan korkmalı, müşfik ve merhametli olmalı, değillerse mutedil hareket etmeye gayret etmeli, ağızlarından çıkan bayağı sözleriyle insanları İs­lâm’dan uzaklaştırmamak ve nefret ettirmemelidir.

Konyalı merhum Hacı Veyis-zade Beyşehir gölü yakınlarında bir yerde imamdır. Bayram gelince eşi Muhsine Hanım: Hoca efendi, “bu insanların namazlarını kıldı­rıyor, va’z ediyorsun ve çocuklarını okutuyorsun. Bayramda hoca efendinin eşine bir entarilik hediye etmeyi düşünmezler mi?” der. Bunun üzerine Hacı Veyis-zade şu ce­vabı verir: “Muhsine hanım! Öyle bir söz söyledin ki Beyşehir gölüne düşse bulanır- dı. Benim param olsa ben o insanlara vermek istiyorum. Hele ki gelip arkamda na­maz kılıyor, vaz’ımı dinliyor ve çocuklarını bana teslim ediyorlar. Ben onlara min­nettar ve müteşekkirim.”33 diyerek örnek bir din görevlisi olmanın portresini bizler için çizmektedir.

Din görevlileri içerisinde ihlâsın ve samimiyetin azlığı yalnız bu devirde olduğu gibi geçmiş devirlerde de vardır. Din görevlilerine atfen söylenen bir sözde “Bize gö­re değil, başkaları için” mizahı, ya da “Hocanın dediğini tut, yaptığını yapma” sözü ya bize maziden miras kalmış ya da birileri tarafından birilerini korumacılık adı al­tında ortaya attıkları bir sözdür. Ama ne yazık ki, çok kötü bir miras olarak bizlere intikal etmiştir. Kur’an’da, yapmadığını söylemenin Allah’ın gazabına mucip oldu­ğu belirtilmektedir. Hatta “Halka iyiliği emredip de kendinizi unutur musunuz?”34 “Ey iman edenler niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz”35 mealindeki ayeti kerime­ler kısaca inanç ile fiiliyat, bilgi ile amel arasında bir mutabakatın olması gerektiği­ni vurgulamaktadır. Bu ve buna benzer ifadeler bizler için birer düstur ve örnek ol­malıdır. Ayrıca inancında, sözünde ve amellerinde Allah’ın rızasını gözetenler için şu müjde verilmiştir: “Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olan­lar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki, “korkmayın, üzülme­yin, size(dünyada iken) verilmekte olan cennetle sevinin!”36

vi-Hz. Peygamberin temiz elbise giyilmesini tavsiye etmesini daimi olarak hatır­da tutmak gerekir. Zira kıyafet insan hayatında her zaman önemli bir yer tutmuştur. Özellikle temizlik ve sadelik giyimde esas olmalıdır. Peygamberimizin giyecekle il­gili davranışını “temizlik, tertiplilik, estetiği gözetme, kendine yakıştırma, sadelik ve ihtiyacı karşılama”37 olarak özetleyebiliriz. Din görevlisi de giyiminde ve kuşamın­da çok dikkatli olmalı, pejmürde bir hayat tarzı sürdürmemeli, kılık ve kıyafetiyle toplumda örnek olabilmelidir. Zira günümüzde imaj ön planda tutulduğu için görev­linin giyim kuşamı düzgün, saçı sakalı bakımlı olmalıdır. “İnsan giyimi ile karşıla­nır, konuşmasıyla uğurlanır” atasözü imaj ve konuşmanın önemini belirtmektedir. O halde din görevlisinin giyim kuşamı, kıyafeti, özetle dış görüntüsü temiz, bakımlı ve toplumda saygınlık uyandıracak tarzda olmalıdır.

vii-Yumuşak davranma ya da Hilm, Allah ve Resulünün sevip övdüğü ve de has­saten bizzat yaşadığı bir özelliktir. Kaba ve sert davranmamanın karşılığını “Hilm” di­ye nitelendirebileceğimiz bu özellik; her türlü şartta dengeyi yitirmeme, kendisine ya­pılan tersliklere müsamahalı davranma, sabır, sessizlik ve barış yolunu seçme olarak tanımlanabilir. Hz. Peygamber efendimiz için “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağı­lır giderlerdi”38 şeklindeki Cenâb-ı Hakkın ifadesinin ne kadar mükemmel olduğunu ve bizlerin de peygamber gibi bu mükemmeliyeti yakalamak zorunda bulunduğumu­zu unutmamız gerekir.

İslâmî tebliğ noktasında olanlar genellikle farklı halk tabakalarıyla karşı karşıya gelirler. Her türlü insan grubunu suskunluğa itecek ve kendisini dinletecek en baskın karakter yumuşaklılıktır. Hemen şunu belirtelim ki, yumuşak huyluluk “cahil” olan insanların tavırlarına karşı gösterilir. Yoksa hilm’den maksat her türlü hakaret ve aşağılanmayı kabullenmek demek değildir. Mü’min izzet ve şeref sahibidir, bu özel­liklerini hiçbir zaman yitirmez. Bu nedenledir ki, gerçek yumuşaklık, yanlış ve den­gesiz kişiyi refüze edebilecek, alt edebilecek durumda olan kişilerin gösterdiği sabır­dır. Böylece ağırbaşlılık, bir din görevlisinin bütün hayatını kapsamalıdır.

Aynı zamanda din görevlisi muhatabının psikolojik, sosyolojik ve ekonomik du­rumunu da bilmeli ve doktorun hastasını nasıl teşhis ettiği ve neticede ona verilecek ilacın dozunu ayarladığı gibi o da sunduğu/tebliğ ettiği konuların dozunu iyi ayarla- yabilmelidir. Çünkü Hz. Peygamberin önem verdiği metotlardan biri muhataba göre harekettir. Zira O, insanların akıl derecelerine, sosyal seviyelerine, içinde bulunduğu zamanın şartlarına göre hareket ederdi. Hatta Peygamber ashabının da bu şekilde davranmasını isterdi. Onun “İnsanlara akıl seviyelerine göre konuşmakla emr olun­dum.” “İnsanların derecelerine göre muamele ediniz.”39 Şeklindeki sözleri oldukça dikkat çekici ve manidardır. Ayrıca “Rabb’inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle ça­ğır.”40 Ayeti de konuyu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.

viii-Peygamberimizin yüce karakterlerinden birisi de tevazu ya da alçak gönüllü olmasıdır.41 Bunun zıddı kibirdir. Kibir sahibi olan insanların cennet ehlinden ola­mayacağı peygamber tarafından bildirilmiştir. Bu görevi üstlenen kişilerin mütevazı olmaları gerekir. İnsanın hele hele din görevlisinin konuşmasında, tavırlarında, gi­yim ve kuşamında, insanlarla olan münasebetlerinde bu ilkeyi muhafaza etmesi ge­rekir. Din görevlisinin örnek alacağı tek kişi Hz. Peygamberdir. O, zengin, fakir, kö­le, hür herkese karşı büyük bir tevazu içinde bulunur, hiç kimseyi hakir görmezdi. Herkesle ilgilenir ve herkese değer verirdi. Aynı zamanda din görevlisi, oturup kalk­masında, yiyip içmesinde daima mütevazı olmalıdır. Hiç kimsenin haysiyet ve şere­fini rencide edecek davranışlarda bulunmamalıdır.42

ix-Sabır, İslâm’ın güzelliklerini iletecek olan insanların; karşı taraftan gelecek her türlü tersliğe, düşmanlığa, dengesizliğe ve zulme hazır olması gerekir. Sabrı sa­dece başa gelen musibet ve felaketlere karşı dayanıklı ve metin olmak şeklinde da­raltmak doğru değildir. İnsanlar genellikle bilmediklerinin düşmanıdırlar. İnsanların yıllarca içinde yaşadıkları hayat tarzını birden bire bir çırpıda ellerinin tersiyle silip atmaları, bunun yerine başka inanç tarzını hayatı haline getirmeleri hayli zordur. Di­ni anlatmakla görevli olan insan, sadece bu anlamda sabırla donanmayacaktır. Teb- liğci insanın karşılaşacağı maddi sıkıntılar, tebliğ yapılacak insanların olumsuz yön­leri, çevrenin İslâmî yapıya uzak olması, cemaatin içinde bulunan huysuz, sinirli ve kaba kimselere karşı ve tehditler hep sabır çizgisinin içinde karşılanmalıdır. Sabırla koruk meyvenin helva olacağını unutmamalıdır. Bu düşünce çerçevesinde din görev­lisi ibadette ve iyi işlere devamda, kötülüklere uzak kalmakta, felaketlere, zorlukla­ra katlanmada tahammül göstermeli ve sabırlı olmalıdır.43 Hz. Peygamber, Allah’ın dinini insanlara tebliğ etmek için seçilmiş görünüşü, gönül dünyası, tavrı, konuşma­sı ve bütün halleri ile gerçek bir öğretmen idi. Onun kâmil şahsiyeti İslâm’ı öğrenen­ler için, onun gibi olmaları için ve de yolunu takip etmeleri için bir metoddur.

3- Bir Din Görevlisinin Ferdi ve Toplumsal Misyonu

A- Fonksiyonel Bir Din Görevlisinin Ferdi Misyonu

Her görev için bir takım özel niteliklerin aranması son derece doğaldır. Bir Arap atasözünde denildiği gibi “lâ yüd’â li’l cüllâ illâ ehûhâ/ büyük işler adamına verilme­lidir.” Bu başlık altında biz, başarılı bir din görevlisinin şahsında bulundurması ge­rekli nitelikleri kısaca açıklamaya çalışacağız.

Din Görevlisi Kendinden Emin ve Güvenilir Olmalıdır

Din görevlisi insan olmanın verdiği haslet gereği özellikle kendinden emin ve kendine güveninin tam olması gerekir. İnsanın, başarının sırrını yakalamasının yolu, öncelikle bilgi ve kendine güvenmesinden geçer. Özellikle zikrettiğimiz şeyler din görevlisinde bulunursa, o zaman yapacağı hizmet çok daha farklı olacaktır. İnsan nefsinin önemli vasıflarından biri kendine güvenmek ve tereddüt etmemektir. İnsan sebat ve güvenini yitirip, iç âleminde zaafa düştüğü zaman, işte o zaman konuşması­nın tesiri azalır, gerçekleri ortaya koymaktan ve hizmet etmekten uzaklaşır. Nefse güven Allah’ın bir lütfüdür. Ancak güvenin meydana gelmesinde eğitimin büyük bir rolü vardır. Eğitimsiz hiçbir sonuca ulaşmak mümkün değildir.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol, seninle beraber tevbe edenler de dosdoğru ol­sunlar. Azgınlık yapmayın”44 diyen Kur’an’a birinci dereceden muhatap olan Müs­lümanların en temel vasfı, doğruluk ve dürüstlüktür. Bu kapsamda yerine getireme­yeceğimiz hiçbir sözü vermemeli, söz verdiğimizde de mutlaka tutmalıyız. Peygam­ber varisi olan din görevlileri de bu vasıflarıyla ön plana çıkmalı, güven telkin etme­li, insanların hiç çekinmeden mallarını ve namuslarını emanet edebilecekleri sadakat ve emanete ehil insanlar olmalıdır.

Din Görevlisi Prensip Sahibi Olmalıdır

Din görevlisinin bir insan olarak prensip sahibi ve kendine has bir metodunun bu­lunması gerekir. Öncelikle hizmette prensip sahibi olmak, kişinin ne yapacağını bil­mesi ve onu yapmakta kararlı olması demektir. Zira insanın çalışmalarında metotlu olması lazımdır. Din görevlisi, davet vasıtalarını ve yollarını çok iyi bilmeli veya da­vetin hedefini gerçekleştirebilmesi için davetinde araç olarak kullanacağı metotları çok iyi bilmesi gerekir.

Metodun tarifine baktığımızda, belli bir sonuca ulaşmak, bir problemi çözmek, herhangi bir işi görmek, girişimi sonuçlandırmak için bilinçli bir biçimde seçilen, iz­lenen yol, başvurulan teknik ve yöntem demektir. Kısaca metot değişken bir özelli­ğe sahiptir. Günün ihtiyaçlarına, toplum ve çevrelerin durumlarına göre değişebilir.

Din Görevlisi Medeni Cesaret Sahibi Olmalıdır

Din görevlisinin medeni cesaretinin olması gerekir. Din görevlisi üstlendiği gö­rev gereği cesaretli olmalı ve hakkı açıklamaktan çekinmemelidir. Çünkü Allah “Sa­na emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir.”45 buyurmaktadır. Bu ayet konunun daha iyi anlaşılması için en güzel örnektir. Ayrıca din görevlisinin gö­revi, insanları hakka çağırmak ve onları batıldan uzaklaştırmaktır. Hak, ancak tebliğ­le beraber onu müdafaa etmek/savunma yapmak, fedakârlık ve davette cesaret gös­termekle yükselir. İslâm tarihine baktığımızda, önde giden imamların hayatları pek çok şeylerde yaptıkları cesaret örnekleriyle doludur.

Din Görevlisi Üstlendiği Görevinin Önemini Bilmelidir

Din görevlisi üstlendiği ya da yüklendiği görevin önemini bilmelidir. Din görev­lisi davet ettiği şeye önce kendi inanmalı, davasının hak ve doğru olduğunu savun­malı, kesin kararlı olmalıdır. İnsanlık tarihi bize göstermektedir ki, hiçbir dönem mürşit ve önderden uzak kalmamıştır. Bu husus önemli bir gerçeği daha ortaya koy­maktadır ki, o da pek çok mürşid ve önder çalışmalarını kararlı ve inanarak yaptık­larından dolayı tarihe adlarını yazdırmışlar, ayrıca hem bulundukları çağa hem de ge­lecek çağlara damgalarını vurmuşlardır.

Din Görevlisi Taklitçi Değil Örnek Olmalıdır

Din görevlisi taklid etmekten ya da taklitçilik yapmaktan sakınmalı, aksine kendi örnek olmalıdır. Taklit, delilsiz olarak başkasının sözüne göre iş yapmaktır. Geçmiş dönemlerin hususiyetlerine baktığımızda öncelikle gelenek ve ananeye bağlılık ve teslimiyet konusu kendisini aleni olarak göstermektedir. İnsanlar asırlar boyu müsta­kil bir şahsiyetten ziyade bir grubun parçası olarak yaşamaya alışmışlardır. Her ferd bir kabileye mensup olmaktan dolayı şahsiyet ve değer kazanıyor, sorumluluk üstle­niyordu. Bu hal onları taklitçi yapıyordu. O ferdler, çevrelerinde buldukları bir ana­neyi aklî bir muhakeme ile değil, ona hissi bir teslimiyetle tabi oluyorlardı. Büyük­ler, önderler taklit edilir, kabilenin geleneklerine itirazsız uyulurdu. 46 Ancak din gö­revlisi özellikle taklitten ziyade örnek olmalıdır. Nitekim Yüce Mevlâ’mız Kur’an-ı Kerim’de “Ey İnananlar! Andolsun ki, sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimseler için Resûlullah en güzel örnektir” 47 buyurmakta­dır. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamberimiz, bizim için numune-i imtisaldır, bir örnektir.

Din Görevlisi İnsanların Duygusuna Hitap Etmelidir

Din görevlisi insanların duygularına hitap etmesini bilmelidir. Duygu kamera ar­kası bir gerçektir. Her makul davranışın içinde gizli bir duygu vardır. Resûlullah’ın konuşmalarında yapmacık en küçük bir ize rastlamak mümkün değildir. Çünkü Kur’an’da kendisine ruhlara tesir edecek şekilde fasih söz söylemesi emredilmiştir.48 Yine Kur’an’da “Ben sözümü, süsleme çabasına düşenlerden değilim.”49 demesi is­tenmektedir.

Din Görevlisi Görevini Zamanında Yapmalıdır

Din görevlisi görevini zamanında yapmalı, aynı zamanda görevini aksatmamalı­dır. Disiplinli bir hayat, vazifeye sadakatle sergilenir. Din görevlisinin başarılı olma­sının yegâne yolu zamanını iyi kullanmasındadır. İnsanlar için verilecek ilahi rande­vunun ilanını geciktirmeden insanlara ulaştırmak ve Rabbani mekânları vaktinde aç­maktır. Rahmana gösterilmesi gereken sadakat örnekliğini günde beş vakit, hem ken­di için hem de insanların önünde önlerine geçerek liderliğini ve önderliğini göster­mekle sergilemelidir.

Hizmette başarılı olmak için zamanı iyi kullanmak gerekir. Kamu görevlilerine nazaran din hizmetlerinde çalışanların zaman yönünden daha avantajlı olduklarını itiraf edebiliriz. Bu görevi yerine getiren fonksiyonel din görevlileri günün belli sa­atlerini mesleki çalışmaya ayırabilirler. Din görevlisi dâhil kim olursa olsun mesle­ğinde ilerlemek ve daha verimli olmak istiyorsa, mutlaka düzenli olarak çalışmak ve yenilikleri izlemek zorundadır.

Din Görevlisi Hayalperest Olmamalıdır

Din görevlisi sosyal bir varlık olduğundan, hayatı ve geleceği için bir takım dü­şünce yapısı çerçevesinde hayal kurabilir. Ancak hayal kurar, fakat hayalperest ol­maz. Hayalden maksat, bir anlamda sakin kafa ile kendi kendine düşünmesidir. Ayrica dünyevi oluşumlar içerisinde kendi yerini ve geleceğinin gerçek hayattaki yeri­nin neresi olması gerektiğini düşünmelidir.

Din Görevlisi İnisiyatif ve İrade Sahibi Olmalıdır

Din görevlisi inisiyatifini kullanmasını iyi bilmelidir. İnisiyatifi kullanma karar­lılığın bir sonucudur. O yapacağı işlerde, görevi esnasında, ortaya koyacağı perfor­mans açısından devamlı bir lider ve önder olduğunun bilinci içerisinde bir güç har- camalıdır. Ayrıca hem kendi varlığı hem de dinin kendisine vermiş olduğu görevin gereği, inisiyatifin kendi elinde olduğunu, başkasının oyuncağı olmadığını hissettir­meli ve buna inanmalıdır.

Din görevlisi sağlam bir iradeye sahip olmalıdır. Çünkü hizmetin meyvesi azim ve irade ile toplanır. İradesi zayıf olan bir insanın liderlik ve görevi esnasında ortaya koyacağı kararsız işler sonucu hedefe ulaşması mümkün olmayabilir. Bundan dola­yıdır ki, din görevlisi olacak kişi sağlam bir iradeye sahip olması halinde bu durum, onun cemaat önünde güçlü bir iradeye sahip şahsiyet olduğunu gösterir. İradesi za­yıf olan insanlar yaptıkları ve yapacakları işlerin meyvelerini toplayamazlar. Çünkü devamlı bir şekilde şüpheli bir karar veya kati olmayan kararsızlık içerisinde bulun­ması hizmette onu sonuca ulaştırılamaz bir noktaya getirir. Hâlbuki hizmette sonuca ulaşmak ya da hedefe varmak ancak sağlam bir irade ve azimle oluşacaktır.

B-Fonksiyonel Bir Din Görevlisinin Toplumsal Misyonu

Birbirleri ile yakın beşeri ve sosyal ilişkiler içinde bulanan kişilerin birbirlerinden bazı beklentilerinin olması doğaldır. Daha açık bir ifade ile karşılıklı etkileşimin mey­dana gelmesini ve gelişmesini sağlayan ya da yapılmasını ve yapılmamasını istedik­leri ferdi ve sosyal faaliyetlerin sonunda bir takım beklentilerin olması tabii olabilir.

Din görevlileri-cemaat etkileşiminde ya da beşeri ilişkilerinde önemli bir etkinin olduğu düşüncesiyle, cemaatin din görevlisinden beklediği, din görevlisinin bu istek ve beklentilere ne derece cevap verebildiklerinin ortaya konmasında faydalar vardır. Ayrıca cemaatin din görevlilerine karşı tutumlarının nasıl olması konusunda ya da din görevlisinin cemaatine karşı beşeri ilişkileri nelerden ibaret olduğunu kısa baş­lıklar halinde vermeye çalışalım.

Din Görevlisinde Sorumluk Bilinci Olmalıdır

Verimli bir din hizmetinde sorumluluk bilinci şarttır. Din görevlisi eleştiriye açık olmalıdır. Sık sık özeleştiride bulunmalıdır. Kendisine, ben hizmet kulvarının nere­sindeyim? Bugün, bu hafta, bu ay, bu yıl camiye, cemaate ne verdim, ne kazandır­dım? Sorularını sormalı ve bunların cevaplarını almaya gayret etmelidir. Bu ve buna benzer davranışlar, görevlinin sorumluluk bilincini artırır. Ancak şurasını da unutma­malıdır ki, din görevlisi, kendisini cami dernek vakıflarını kurma gibi görevlerden sorumlu görmekten ziyade, onlarla sağlıklı bir ilişki ve iş birliği içinde olması hiz­mette verimliliği artırır.

Din Görevlisi Doğru Bir Din Anlayışına Sahip, Bid’at ve Hurafelerden Uzak Olmalıdır

Din görevlisi doğru bir din anlayışına sahip olmalı, hitap ettiği topluma her türlü istismardan uzak ve hayatın gerçekleriyle yaşanabilir bir din anlatmalıdır. Bütün Müslümanların ortak bir din anlayışı ve tecrübenin dayandığı iki kaynağa (Kur’an ve Sünnet) bağlı olarak, tarihi tecrübeden süzülüp gelen istikrar bulmuş bir dinî bilginin halka sunulması işini yürütmelidir.

Temel kitabımız Kur’an-ı Kerim hakkında bilgisi olmayan, onun hangi konular­dan bahsettiğini bilmeyen bir din görevlisinden görevini layıkıyla yapması beklene­mez. Onun Kur’an’la ve tefsirleriyle düzenli ve devamlı surette ilişki içinde olması gerekir. Aynı zamanda din görevlisinin sahip olması gereken bir bilgi alanı da Hz. Peygamberin hayatı olmalıdır. Zira Kur’an’ın en büyük müfessiri olan Peygamberin hayatını bilmek, hem Kur’an’ı sağlıklı olarak anlaşılmasını, hem davet ve irşad gö­revinin en iyi şekilde ifa edilmesini sağlayacak, hem de mükemmel bir ahlak hayatı­nın nasıl olması gerektiğini gösterecektir.50

Din görevlisi gördüğü bid’at ve hurafelerden ve yanlış inançlardan kurtarmak üze­re cemaate yol gösterici durumda bulunduğunu bilmesi gerekir. Sevgili peygamberi­mizin beyan ettiği gibi, toplum olarak aynı gemide yolculuk yapmaktayız. Geminin alt katındakilerinin gemiyi delerek su almalarına müdahale etmeyip göz yumarsak, toplu­ca batarız. Geminin istikamet üzere ve salimen yol alabilmesi için herkese, özellikle din hizmeti sunan, toplum önderlerine büyük görev düşmektedir. Ancak bu görev on­ların bid’at ve hurafelerden arınmış bir din anlayışını sunmaları ile gerçekleşecektir.

Din Görevlisi Münakaşa ve Tartışmadan Sakınmalıdır

Din görevlisi, başkalarının önünde münakaşa ve tartışmalara girmekten devamlı bir şekilde sakınmalı ve bu hususta çok dikkatli davranmalıdır. “Tatlı dil, yılanı de­liğinden çıkarır” şeklindeki atasözümüz, evrensel değere sahip bir ilkedir. Başkaları­nın önünde tartışmaktan ziyade, tatlı ve yumuşak sözlerle görevini yapmaya çalışma­lıdır. Yunus Emre’nin “Söz ola kese savaşı/ söz ola kestire başı/ söz ola ağulu aşı/ yağ ile bal ede bir söz” şeklinde söylediği bir dörtlük, söz konusu yöntemin ne ka­dar etkin ve belirleyici olduğunu dile getirir. Daha da önemlisi Allah, insanlara yu­muşak söylenmesini emretmektedir.51 Çünkü kaba ve katı bir söz, iletişimi daha baş­tan kapatma riskini taşımaktadır.52

Din Görevlisi Beşeri Münasebetleri Bilmelidir

Din görevlisi cemaatine karşı daha yakın ve beşeri ilişkiler içerisinde olmalıdır. Onlara daha samimi ve daha sıcak yaklaşmalı, çocuk ve gençlerin gönüllerini kazan­malı, hatta bütün cemaate tek tek yakınlık göstermesini bilmelidir. Konuya biraz ge­niş perspektiften baktığımızda, bazı görevlilerin dar alanda faaliyet gösterdiklerini, cami duvarlarına sıkışıp kaldıklarını, cami cemaati dışındakilerle ilgilenmediklerini görmekteyiz. Oysa, insanların duygu, düşünce, anlayış ve yaşayış olarak, kendisine daha yakın olarak kabul ettiği kişilerle, daha kolay ilişkiler içerisine girdiği psikolo­jik bir realitedir.53

Din görevlisi beşeri münasebetler içerisinde arkadaşlık kuracak, fakat onlara kar­şı ön şartlı olmalıdır. Ancak bu arkadaşlık noktasında ifrat ve tefrite ulaşmadan, hat­ta aşırı derecede onlarla senli-benli olmamaya azamî derecede dikkat göstermelidir. Ayrıca din görevlisi beşeri münasebetlerini geliştirecek zaman dilimlerinden, sünnet düğünü, düğün, nikâh, mevlid, cenaze gibi dini ve sosyal içerikli merasimlerinde ay­rım yapmamaları bu ve buna benzer zaman dilimlerinin beşeri münasebet için bir ze­min olduğunu hiçbir zaman aklından çıkarmaması gerektiğini çok iyi bilmelidir.

Din Görevlisi Benliğini Muhafaza Etmelidir

Din görevlisi cemaat tarafından, daha çok hal, hareket ve davranışlarının, yaşa­yışlarının dini esaslara uygun olup olmadığı şeklinde değerlendirilmektedir. Bunun için cemaatin çoğunluğu, hemen hemen din görevlisinden Kur’an ve Sünnet’e uygun örnek bir yaşayışa sahip olmasını beklemektedir. Hatta sadece ferdi değil, ailesi ve yakın çevresinin de aynı yaşayışa sahip olmasını istenmektedir. Bunun için din gö­revlisi benliğini muhafaza etme noktasında çok titiz davranmalıdır.

Din görevlisi kendi benliğini muhafaza etme konusunda cemaatinden bazılarının iyi veya kötü şöhretinin etkisi altında kalmaması da gerekir. Din görevlisinin, zengin ve nüfuzlu kişilerle ilişkisi diğer cemaatiyle aynı olmalıdır. Hele hele hizmeti sunuş­ta buna daha da özen göstermelidir.

Din görevlisi hutbe ve vaazlarında ya da konuşmalarında şahsiyet yapmamaya azamî derecede özen göstermelidir. Din görevlisinin prensibi; “Kolaylaştırınız, güç­leştirmeyiniz. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz”54 olmalıdır. Vaazlarında, miting alanında imiş gibi esmeden, antipatik olmadan, cemaati uyutmadan, usandırmadan, zaman zaman beden dilini kullanarak mesajını özlüce vermeye dikkat etmelidir.

Din Görevlisi Hoş Olmayan ve Şüpheli Şeylerden Sakınmalıdır

Din görevlisi hoşuna gitmeyen söz ve davranışlar karşısında metanet göstermeli, devamlı bir surette itidalden ayrılmamalı, orta yoldan ayrılarak ifrat ve tefrit nokta­sına sapmamalıdır. Din görevlisi vaaz ve sohbetlerinde cemaatin eğitim ve sosyal du­rumlarına göre konuşmalı, cemaate mutlaka kafasına takılan soruları rahatça sorabil­me fırsatı vermeli, cemaatin anlayabileceği yalın bir dille cevaplamalı, usanmadan sabırla anlatmalı, konuşmalarında mantık ve realiteye uygunluğu konusunda hassa­siyet göstermeli, siyasete asla girmemelidir

Din görevlisi halk içerisindeki hal ve hareketlerinden dolayı başkalarının şüphe­sini çekecek davranışlardan kaçınmalıdır. Din görevlileriyle ilgili bir takım yanlış imaj üretimlerinin, doğrudan insanların inançlarında sarsıntıya yol açtığını unutma­mak gerekir. Bunun için alınması gerekli tedbirlerin başında, din görevlisi hakkında toplumda var olan imaj ve değerlendirmelerin ne tür tecrübe ve gözlemlere dayandı­ğı tespit edilmeli, daha saygın ve etkin bir din görevlisi vizyonuna ve misyonuna sa­hip olunmalıdır.

Din Görevlisi Dini Danışman ve Sırdaş Olmalıdır

Dini danışmanlık kavram ve kurum olarak batı kültürüne aittir. Ancak, bu kavra­mın içerdiği anlam, İslâm kültürüne ait tebliğ ve irşat kavramları içinde barınmakta­dır. Bu iki kavrama dayalı dini danışmanlık hizmetleri yüzyıllar boyunca cami ve tekkeler bünyesinde verilmiş, bugün de imam-müftü ve vaizler tarafından informel olarak sürdürülmektedir.55

Her dini danışman kendisine getirilen probleme, danışanın kendisi için belirledi­ği yardım kaynağı açısından yaklaşır ve danışanına yardım eder. Bu yardım, dini problem açısından olabileceği gibi, dini alanın dışındaki bir problem açısından da olabilir. Hangi alandan getirilirse getirilsin, bir problemle birlikte kendisine gelen in­sana yaptığı yardım, dini danışmanlık kapsamındadır. Ancak, din görevlilerinin gö­rev alanlarıyla ilgili olarak yapılan farklı çalışmalara dayanarak söz konusu danış­manlığı daha çok inanç ve ibadetle ilgili konularda bilgi verici danışmanlık, aile içi ilişkilerde uyumsuzluk ve çatışmalar, ölüm ve hastalık anlarında moral destek çerçe­vesinde sürdürüldüğünü söylemek mümkündür.

Bir de din görevlisi sır saklamasını bilmelidir. Çünkü insanlar tarafından bir top­lum mühendisi ve psikolojik danışman gözüyle bakıldığında başkalarına açamadığı konuları bir vesile ile açacak böylece zaman zaman insanların en mahrem noktaları­na veya sırlarına vakıf olacaktır. Dolayısıyla bu mahremiyeti veya sırrı kendisi ile birlikte mezara götürmelidir. Ancak başkalarının sırrını örterken, mümkün olduğu kadar kendi sırrını da ifşa etmemelidir.

Din Görevlisi Herkese Selam Vermelidir

Din görevlisi herkese selam vermelidir. Bu durum hem insani hem de yüklendiği görevin ağırlığı noktasında nebevî bir sünnettir. Çünkü Allah Resulünün bir tavsiye­sinde tanıdığımız veya tanımadığımız herkese selam vermeyi emretmiş, selamın insan­ların arasında yayılmasının gerekli ve de beşeri bir görev olduğunu ifade etmiştir.56

Başarılı bir din görevlisinin ferdi ve toplumsal misyonu ile ilgili anlattığımız hu­susların teorik ve hayalî olduğu, pratikte bunun gerçekleşmeyeceği gibi bir düşünce akla gelmemelidir. Tarihi süreç içerisinde bunlardan daha fazla niteliklere haiz ör­nekler bulmamız mümkündür. Ayrıca insan aklı ne ölçüde yüksek seviyede olursa ol­sun, gelecek hakkında bilgisi çok az olduğu gibi, eşyanın hakikatini bilme imkânına da sahip değildir. Bir irşat faaliyetine, ne için girişeceğiz, sorusu irşadın gayesini; ne yapacağız, sorusu irşadın konusunu; neleri söyleyeceğiz sorusu, irşadın müfredatını ve nasıl söyleyip, nasıl yapacağız, sorusu da irşadın metodunu belirler. Her hangi bir faaliyetin, metodunun kuvvetli olması ve tam olarak tatbik edilmesi, amacının, tam ve mükemmel bir şekilde meydana gelmesiyle belli olur. Metotlu az bilen, metotsuz çok bilenden daha çabuk maksada nail olur. Din görevlisi de metotlu olarak çalıştığı zaman, gereksiz yere zaman ve enerji harcamaktan kendisini korur.

4-İletişim Bağlamında Din Görevlisi-Cemaat İlişkisinin Önemi

A-Bir Din Görevlisi İçin İletişimin Önemi

İnsan, çevresiyle sürekli etkileşim halinde olan sosyal bir varlıktır. Bu durum ya­ratılış gayesine uygun bir şekilde tezahür etmektedir. Zira Kur’an-ı Kerim insanın çift/erkek-dişi olarak yaratılışını ve tanışıp bilişmesi içinde toplum haline getirildi­ğinden bahsetmektedir.57 Bundan dolayıdır ki, insanlar arası ilişkilerin düzenlenme­sinde ve sağlıklı şekilde sürdürülmesinde iletişimin çok büyük önemi vardır. Din gö­revlisinin cemaatle ve cemaatin din görevlisiyle iletişim kurabilmesi, birbirleriyle di­yalog kurabilmesi, birbirlerini tanımaları ve karşılıklı etkileşim sağlamalarıyla müm­kün olabilir.

İletişim kurmak, yani insanlar arasında ileti/mesaj alış verişinde bulunmak, top­lumun ayrılmaz bir özelliğidir. İletişim iki kişiyi içine sokan bir süreçtir ve insan var olduğu andan itibaren kendisini bu sürecin içinde bulur.

Son yıllarda iletişim teknikleri konusunda önemli gelişmeler yaşanmaktadır. İla­hi mesajın, dini öğreti ve değerlerin topluma sunulması, insanların bunlardan haber­li kılınması yanında, hayatını bu değerlere göre düzenlemek isteyen kimselere imkân hazırlayıp yol gösterilmesi din hizmetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Müslüman olma­nın gerektirdiği şartlar ilk günden bu yana hep aynıdır ve hiç değişmemiştir. Ancak İslâmi değerleri insanlara etkili bir şekilde anlatma ve yaymanın şartları ve imkânla­rı her dönem için farklılık göstermekte, değişip gelişmektedir.58 Dolayısıyla, din hiz­meti ile uğraşan kimselerin, her Müslüman’ın tabii olarak sahip olması gereken özel­liklerin yanında, bulunduğu zaman ve ortamda bu hizmeti en etkili şekilde yürütme­sine imkân veren vasıflarla donanımlı olması kaçınılmazdır.

Günümüz iletişim teknik ve yöntemleri gibi, iletiyi ulaştırma, haberleşme araçla­rı ve teknikleri son derece gelişmiş ve çeşitlenmiştir. Gazete, kitap, dergi, broşür, radyo, sinema, televizyon gibi “kitle iletişim araçları”; bilgisayar, telefon, uydu gibi “iletişim teknolojileri”; konferans, panel, sempozyum, açık oturum, konser gibi “ki­şiler arası ya da gruplar arası iletişim”; işaret, bakış, mimikler, giyim tarzı gibi “söz­süz iletişim” imkanları keşfedilmiş ve geliştirilmiştir.

İletişimin pek çok tanımı yapılmıştır. İletişim en genel anlamda bir “bilgi-paylaş- ma tekniği” olarak kavramlaştırılmıştır. Ancak insanlar yalnızca bilgilerini değil, dü­şünce ve duygularını, inanç ve değerlerini de paylaşabilirler. Dolayısıyla iletişimi an­lamların üretimi, iletimi ve değişimi olarak tanımlamak mümkündür.59 İletişim olayı esas olarak kaynak ile alıcı arasında bir eylem değişimidir. Eğer iletişim tek yön­lü bir süreç olarak, iletmek istediğimizi karşımızdakine amaçladığımız biçimde ile­tebilmek, isteneni elde edebilmek ve beklenen tepkiyi uyandırmak amacıyla yürütü­lüyorsa bu “ etkileyici iletişim” adını alır. Her türlü telkin, reklâm, tanıtım, propagan­da, beyin yıkama ve ikna teknikleri bu kavram içerisinde yer alır. İslâm geleneğinde tebliğ, irşad, davet, dini telkin, tavsiye, vaaz gibi kavramlarla dile getirilen etkinlik­lerin hepsi, bir tür dini iletişimdir. Dolayısıyla günümüzde, insanları bir konuda ikna etme, etki altına alma, güdüleme ve yönlendirmenin psikolojik teknik ve yöntemle­rini ortaya koyan bilisel araştırmaların sonuçlarından yararlanmak, dini hizmetlerin etkin yürütülmesi açısından önem ve değer taşımaktadır.60

Ayrıca din görevlileri-cemaat iletişiminde başarılı bir sonucun elde edilebilmesi için bir takım hususlara dikkat etmesi gerekir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

İyi Bir Dil Bilgisine Sahip Olmalıdır

Din görevlileri iletişim aracı olarak kullandıkları dili çok iyi bilmelidir. Dil, ile­tişim ve düşünme süreci için kararlaştırılmış kurallara göre kullanılan simgeler takı­mıdır. Allah tarafından görevlendirilen peygamberler kendi kavimlerinin dili ile gön­derilmişlerdir. Çünkü her peygamber ancak içinde yaşadığı toplumun dili ile o top­lum içerisinde iletişim kurabilir. Bu nedenle Hz. Peygambere kavminin dili ile vah- yedildi. Böylelikle Kur’an da anlaşılması için Arapça olarak indirilmiştir.61 Diğer ta­raftan Hz. Peygamberin “Az sözle çok mana ifade etme sanatı ile gönderildim”62 bu­yurması dilin önemini çok açık bir şekilde beyan etmektedir. Hz. Musa’nın “(Rab- bim) kardeşim Harun’un konuşması benden daha güzeldir. Beni desteklemesi ve ba­na yardımcı olması için onu da görevlendir.”63 Ve yine “(Rabbim) sözümü anlama­ları için dilimin bağını çöz”64 gibi yakarışların, mesajın nasıl iletilmesi gerektiği ko­nusunda vurgular içermektedir.

Din tebliğindeki sorunlardan biri de din görevlilerimizin kullandığı dil sorunudur. Bilindiği gibi mesajın iletilmesinde, kullanılan kelimelerin tek tek önemi vardır. Bazı görevlilerimiz, günümüz insanın rahatlıkla anlayıp yararlandığı bir din dili ile konuş­muyor. Yüzyıllar öncesi bir kültürün kalıplan ve kelimeleriyle günümüz insanına din öğretmeye çalışıyorlar. Bazen, Arapça, Farsça terkipler içerisinde muhatabın anlama­dığı, günümüzde karşılığı olmayan, insanların zihinlerinde herhangi bir çağrışım yap­mayan kelime ve kavramlar kullanılmaktadır. Bunu yaparken herhangi bir art niyetin olmadığı ve doğal bir konuşma yapılmaktadır.65 O zaman konuşmada kelimeleri an­laşılır bir şekilde telaffuz etmek ve ses tonunu iyi kullanmak gerekmektedir. Etkili ve açık olan, önemli söz demek olan diksiyon; mesleği ve konumu ne olursa olsun her insanın sesini ve dilini yönetip onları kontrol altında tutabilme, düşüncelerini karşı ta­rafa en etkili ve en doğru biçimde ifade edebilme anlamına geldiği söylenir. Bir din görevlisi en az bir sinema ve tiyatro oyuncusu kadar sesinin zenginliğini ve onu yö- netebilme becerisini keşfetmiş olmalıdır. Bu durumda yedisinden yetmişine toplumun tüm kesimleriyle iletişim içinde bulunan bir din görevlisinin de muhakkak, nasıl ko­nuştuğuna, sesini kontrol altında tutup tutmadığına, dikkat etmesi gerekmektedir.66

Ayrıca sözsüz iletişim de din eğitimi açısından iletişim sürecini etkileyen bir öne­me sahiptir. Sözsüz iletişim, kişinin duygu ve düşüncelerini, isteklerini, karşısında­kine bilinçli veya bilinçsiz, sözsüz olarak aktarmasıdır. Sözcüklerin kullanılmadığı bu iletişim biçimi, jestler, mimikler; oturuş, duruş gibi çeşitli tavırlarla beden dilini ortaya koyar. Sözsüz iletişim araçları, sözlü olanlar kadar kişinin kontrolünde olma­dığından, daha doğru, daha gerçek, daha önemli bilgiler verir. Sözsü iletişim, susma, sesin rengi ve müziği, beden dili, mekân ve zaman özellikleri, renk ve giyim kuşam kodlarını içerir. Daha çok ilişkilerin belirlenmesinde ve duyguların dile getirilmesin­de rol oynar. Konuşmacının yüz ifadeleri, tavır ve hareketleri ve tüm vücudunu ifa­desi öğrenim işine, alınmasına, işlenmesine, değerlendirilmesine, cevaplandırılması­na ve bütün bunların sonunda davranışın gelişmesi işine katılır. Genel olarak bilinç dışı ve kontrolsüz dediğimiz iletişim biçimini oluşturan bu haller, etkilerin yüzde el­lisini oluşturmaktadır.67

Dini görevlisi dış görünümün iletişime açık bir etkisi bulunduğunu da unutmama­lıdır. Çünkü dış görünüş, vücut ve şuurun iletişim anındaki mahiyetini ve gücünü yansıtmaktadır. Şeklimiz, fizyolojik alışkanlıklarımızı ve düşüncelerimizi belirler ve açığa çıkarır. Şu halde yüz, ağız, yanaklar, göz kapakları, çehre, el ve kol hareketle­ri, esasında zihinde ve iç dünyada olup biteni dışa yansıtıcılardır. Bütün yönüyle, bü­tün bedenin özü olan çehrede, bakmasını ve okumasını bilen için ve o insanın beden ve ruhunun tarifi vardır.68 Yüz, insan bedeninin en anlamlı alanlarından biridir ve en belirgin yüz ifadeleri de evrenseldir.

Diğer taraftan susma, iletişim sürecinde değişik mesajlar yansıtır. Sessizlik bire­ye düşüncelerini toplama, fikir üretme ve problem çözümü için zaman kazandırabi­lir. Ama zaman da, kişiler arası ilişkilerin başlangıcında ve iletişim süresince verilen mesajların yönü ve içeriği üzerinde etkili olur. Zamanı iyi kullanmak, etkin bir ileti­şim için gereklidir. Ayrıca giyim kuşamın rolü ile renkler de iletişimin önemli araçlarındandır. Bunlar da mesaj taşırlar. Anlaşılması, benimsenmesi kolay birer şifredir­ler. Dil engelini aşan bir iletişim ve anlaşım dolayısıyla da ikna silahıdır.69

Yeterli Bilgi Birikimine Sahip Olmalıdır

Din görevlisi, İslâm’ı tebliğ ederken, neticede gayeye ulaşabilmek için her şey­den önce tebliğ edeceği esasları, İslâm’ın emir ve prensiplerini, Kur’an ve Sünneti çok iyi bilmelidir. Çünkü bilgi sahibi olunmayan konularda insanların aydınlanması mümkün değildir. Bunlarla birlikte uygun bir biçimde İslâm’ın anlatılabilmesi için müspet ilimleri, yabancı lisanı/dili öğrenmek, sözün nereden başlayıp nerede bitece­ğini bilmesi gereklidir. Ayrıca sosyal ve fiziki çevre ile kültürel yapı hakkında malu­mat sahibi olması gerekir.70

Din görevlisinin dinini çok iyi bilmek, var olan bilgisini sürekli artırmak, kendi­sini devamlı surette yenilemek zorundadır. Kur’an’da ilmin faziletini ortaya koyan o kadar çok örnek vardır ki, bunları zikretmek bu çalışmanın sınırları içerisinde müm­kün değildir. Pek çok ayeti kerimede bir din görevlisi; üstlenmiş olduğu bu görev sa­yesinde, Allah’ın lütfuna mazhar olmuş birisi olduğunu, yüklendiği bu görevi gereği de ilim yolunda bulunduğunu,71 hatta bilenlerle bilmeyenlerin asla bir olmadığını,72 kulların içinde Allah’tan en çok âlimlerin korktuğunu,73 ilim sahiplerinin yüksek de­recelerle ödüllendirileceğini74 unutmamalıdır. Bir din görevlisinin bilgi birikimini artırması ile ilgi bu konuda pek çok hadisi şerif bulunmaktadır.75

Din görevlisinin öncelikle din dili olan Arapçayı bilmesi, dinini, temel kaynakla­rından okuyup anlaması ve aktarması gerekmektedir. Ayrıca küreselleşmeyi yaşayan çağımızda batı dilini bilmesi ne kadar anlamlı ve önemlidir.

İnsanları Tanıma ve Empati Kurma Yetisine Sahip Olmalıdır

İnsanları tanıma hem kendini, hem İslâm’ı hem de toplumu bilmeyi ifade etmek­tedir. Bunların farkında olmayan bir din görevlisinin etkin olması zordur. Kendini ta­nımazsa, Kur’an’ın istediği olgun insana ulaşması; İslâm’ı bilmezse, doğru malze­meyi elde etmesi; toplumu tanımazsa, elde ettiği bilgileri uygun bir şekilde aktarma­sı mümkün değildir.

Türkçeye, İngilizce ‘empathy’ veya bunun Fransızca uyarlaması olan ‘empathie’ biçiminden girmiştir. Empati kelimesinin anlamı, ‘içsel algılama’ ya da ‘duygulara nü­fuz etme’ şeklinde de ifade edilebilir. ‘Kendi duygularını başka nesnelere yansıtmak’ anlamında da kullanılır.76 Rogers’a göre; “empati, bir kişinin kendisini karşısındaki ki­şinin yerine koyarak, o kişinin duygulan ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, his­setmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecidir”; diğer bir tanıma göre de “...anlama ça­basıdır.” 77 Görülüyor ki, her iki tanımda yalnızca “muhatabı anlama ve anladığını ona iletme süreci” veya “anlama çabası” olarak ele almakta, bunun da karşı tarafı anladığı sözlü veya sözsüz olarak iletmenin dışında eylemsel bir yönü bulunmamaktadır. Oysa empatiyi, “bireyler ve toplumlar arası ilişkilerde hayatı bütün yönleri ile kuşatan bir anlama ve anladığını eyleme dönüştürme çabası” olarak almak gerekir.

İslâm anlayışının değerler algılamasında, bu manada empatik anlayış çerçevesin­de davranış sergilemenin büyük bir değer kabul edildiğini görmekteyiz. Bu durumda tanım, bize göre, “empati, bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak düşüncelerini doğru olarak anlama, duygularını hissetme ve ona göre eylem belirle­yip davranış sergileme biçimi ve faaliyetidir.” şeklinde olmalıdır. Bütün bu açıkla­malardan sonra, empatiyi, bireyler ve toplumlar arası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlayan ‘bir davranış sergileme biçimi ve anlayışı’ olarak ifade etmek mümkündür.

Empati, içgörüyü içeren bir eylemdir; diğer bir ifade ile karşısındakinin ruh dün­yasına nüfuz etme ve duygularını okuyabilme çabasıdır. Buna feraset ya da altıncı his kuvveti de denebilir. Birine empati duyulabilirse, o insanın niye öyle davrandığı da­ha iyi anlaşılabilir.78 O halde empatinin üç öğesi göze çarpmaktadır ki, birinci öğe­si, empati kuracak kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyması, olaylara onun bakışıyla bakmasıdır. İkinci öğe, karşısındaki kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak algılamaktır. Üçüncü öğe, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anla­yışın karşısındaki kişiye iletilmesidir. Ancak bütün bunların yanı sıra empati kuracak kişinin her şeyden önce kendisi ile barışık olması ve kendine değer verip saygı duy­ması gerekir. Çünkü kendisine saygısı olmayan bir kimsenin, insanlık onuru çerçe­vesinde olaylara, karşı taraftan bakabilme becerisi göstermesi zordur.

İslâm anlayışına göre empati bireyler arasında ilişkileri sadece muhatabı ya da öte­kini anlamak ve anladığını herhangi bir şekilde ona iletmek, böylece anladığını söyle­mek suretiyle, karşı tarafı psikolojik olarak rahatlatmak değil; onu önce anlamak, son­ra buna göre verilecek tepkiyi belirlemek ve belirlenen tepkiyi eyleme dönüştürmektir.

Kur’an-ı Kerim’de, bazı sorumlulukların yerine getirilmesinde harekete geçme motivasyonu olarak bizatihi empati kurulması tavsiye edilmektedir. Kur’an-ı Ke­rim’de hikâye edilen bireyler ve toplumlar arasında, birbirlerinin duygularını anlama ve eylem belirlemede empatik yaklaşımların sergilendiğini, hatta toplumu irşad etme de bile bu yaklaşımdan yararlanıldığını görmekteyiz. Hatta bu konuyla ilgili olarak Kur’an’da pek çok örnek verilmektedir. Örneğin, Hz. İbrahim(a.s), kavmini tevhide çağırırken, taptıkları varlıkların gerçek Tanrı olmadığını, egemen ve gerçek tek Tan- rı’nın bütün kainatın yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın olduğunu, sadece ona tapınılma- sı gerektiğini anlatıp toplumu bu yönde ikna etmeye çalışırken empati yöntemini kul­lanmıştır.79 Ayrıca siretine bakıldığında Hz. Peygamberin sözlü teşviklerinin yanı sı­ra ibadetlerin uygulanmasında bile, hayatının tamamının empati örnekleriyle dolu ol­duğu görülmektedir.80

Hz. Peygamber, bir etkileme şekli olarak insanlarla empati kurmuş ve onlara da bu yolu davranış şekillerinde uygulamalarını tavsiye etmiştir. Allah’(c.c.) Elçisini; “Ey inananlar! And olsun ki, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır ge­len, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir.”81 şek­linde tanıtmış, kendisine, “Ben de sizin gibi bir insanım”82 demesini emretmiştir. Hz. Peygamber de bir hadisinde inananların, birbirlerini ve karşılıklı duygularını anlama­ya çalışmalarını isteyerek: “Nefsim kudretinde olan Allah’a and olsun ki, bir kul ken­disi için istediğini komşusu veya kardeşi için istemedikçe tam iman etmiş olamaz”83 buyurmuştur. Bu sözü ile o, kişinin kendisini bir başkasının yerine koymasını buna göre değerlendirme yapıp insanları anlamaya çalışmasını öğütlemiştir. Yine başka bir olayda Hz. Peygamber en güzel empati örneğini sergilemiştir. Hz. Peygamber’in huzuruna bir gün bir genç gelmişti ve:

“Ya Rasûlallah, zina etmeme izin ver!” demişti. Hoş olmayan bir istekle karşıla­şan insanların genel tavrı karşıyı susturmak, sinirlenmek veya onları ayıplamak olur­ken, Hz. Peygamber gayet sakin bir şekilde gence: “Bana yaklaş” dedi yanına oturt­tu, onunla konuşmaya başladı: “Bir başkasının senin annenle zina etmesini ister mi­sin?” “Hayır, istemem.”

“Zaten hiç kimse annesiyle böyle bir şey yapılmasını istemez.”

“Bir başkasının senin kızınla zinâ etmesini ister misin?”

“Hayır ya Rasûlallah, istemem.”

Zaten hiç kimse kızıyla zina yapılmasını istemez.”

Daha sonra Hz. Peygamber, kız kardeşi, halası ve teyzesi gibi yakınlarıyla zina edilmesine gönlünün razı olup olmayacağını sormuş; genç her defasında “Hayır” cevabını vermişti.84 Öyle anlaşılıyor ki, her insan için söz konusu olabilecek doğal bir duygunun baskısı altında kalan bir genç, âdeta “ben şehevi duygularıma engel olamıyorum” der gibi, sözünü Peygamber’e iletmiş; ondan bir çözüm istemiştir. Gencin bu yaklaşımını, oradaki insanlar hoş karşılamasa da Hz. Peygamber onu di­zinin dibine almış, sorularıyla o genci diğer insanların yerine koyarak aklına hitap etmiştir. Empati yöntemini iyi bilen Hz. Peygamber, gencin hatasını kavramasını sağlamış; elini gencin omzuna koyarak, bunlar tabiî duygulardır, böyle şeyler olur dercesine şefkatli bir baba gibi, “Allah’ım! Bunun günahını affet; kalbini temizle ve organlarıyla günah işlemekten koru”85 diyerek ona dua etmiştir. Bu yaklaşımıyla

Hz. Peygamber duygularında samimi olan bu genci onore ederek, rencide edilmesi­ni önlemiştir. Bu arada dinin yasak ettiği bir davranışı da hem o gence, hem de ora­da bulunan tüm topluma öğretmiştir.

Dinî kaynaklara baktığımızda duygulara nüfuz ederek bireyleri algılama ve ona göre davranış sergileme anlayışının Peygamber efendimizin telkin ve davranışların­da önemle vurgulanan bir olgu olduğunu görmekteyiz. Herkesin ilahi irade tarafın­dan dünyaya model olarak sunulan Hz. Peygamberin hayatından alacağı büyük ders­ler vardır. İnsanlık, onun izinden giderek bu dünyada gerçek başarıya, kurtuluş ve iyiliğe ulaşabilir. Şu anda olduğu gibi, tüm çağların ve gerçek nesillerin, onun haya­tından öğreneceği evrensel ilkeler vardır. Din görevlisi de onun hayatında, kendini ve insanlığı kurtaracak yeterli ışığı bulacaktır.

O halde din görevlisi halkla ilişkiler konusunda iyi yetişmiş olmalıdır. Din görev­lisi hitap ettiği kişi veya kitlenin önceliklerini, önem verdikleri konulan, onların ilgi alanlarını incelemek ve anlamak zorundadır. Böylece insanları tanıma yollarının en önemli tekniklerinden biri olan empatiyle hem kendini tanıma konusunda bilgi ve be­ceri kazanır, hem de diğer insanları tanıma imkânı elde eder. Kısaca empati, karşı­sındaki insanın tarafını tutmak değil, onu daha iyi anlayabilmek için, kendini onun şartlarında, onun yerinde farz etmektir.

İkna Yeteneğine Sahip Olmalıdır

Toplumsal bir varlık olarak insan, pek çok nedenden dolayı sürekli iletişim içeri­sindedir. Bilgi vermek, almak, yardım istemek, söz vermek, duygu ve düşünceleri öğrenmeye çalışmak v.b nedenlerden dolayı belli bir yapı ve düzen içerisinde ileti­şim kurulur. Günlük hayatta da görülebileceği gibi, iletişimin gerçekleştiği pek çok durumda insanlar birisini, ya verdikleri bilginin doğruluğuna, ya davranışlarını de­ğiştirmesine ya da başka bir konuda ikna etmeye çalışır. Çünkü iletişim için ikna et­mek en önemli ve ortak bir nedendir.86

Din görevlileri aynı zamanda birer sosyal bilimci oldukları için iletişim metotla­rından biri olan ikna sanatını çok iyi kullanmak zorunda olduğunu bilmelidir. Bu ve­sile ile halkla ilişki kuracak olan kişilerin, fikirlerini kabullendirebilme yetisi gibi özel bir özelliğe sahip olmaları gerekir. İknada var olan bir takım değişkenlerin var­lığını da unutmamak gerekir. Ancak “hangi ikna çeşidine daha çok inanılır?” gibi bir soru karşısında vereceğimiz cevaba gelince: Birisi saygınlık, diğeri ise güvenilirlik olmalıdır. İkna yetisini kullanabilecek bir din görevlisi bu vasıflara sahip olduğunda iletişim de hedefe ulaşabilecektir. Ayrıca kaynağın saygınlığı ne kadar yüksekse inanılırlığı da o derece yüksek olacaktır.87

Muhakeme ve mukayese yetisine sahip olmalıdır

Sağlıklı bir iletişim kurabilmek için din görevlisinin muhakeme, mukayese, yo­rumlama, planlama ve bu meyanda aldığı kararları uygulama konusunda bilgi ve ye­teneği olmalıdır. Muhakeme ve mukayese yeteneği bulunmayan görevlinin, görevi esnasında başarı şansını yakalaması çok zor görünmektedir. Zira karşılaşacağı olay­ları ve güçlükleri yenmenin yolu, mukayese ve muhakeme etmekten geçmektedir. Ayrıca bu muhakeme ve mukayese sonucunda ise görevlinin karar yetisi gelişir.

B- İletişim Bağlamında Din görevlisi Cemaat İlişkisi

Din görevlilerinin cemaatiyle iyi bir iletişim sağlaması yönünden camilerde gö­rev yaptıkları esnada dikkat etmeleri gereken önemli noktalara baktığımızda:

a- Din Görevlisi-Cemaat İletişimi

Yaş ve tahsil farklılıkları: Camiye gelen cemaat arasında yaş ve tahsil farkı var­dır. Din görevlileri bu duruma dikkat etmek zorundadır. Çünkü burası yediden yet­mişe kadar her türlü insanın veya okumuşundan ümmi olanına kadar herkesin geldi­ği ya da toplandığı bu mekânlarda din görevlisi iletişim açısından azami itinayı gös­termesi gereklidir.

Sosyal yapı farklılıkları: Camiye gelen cemaatin sosyo-ekonomik düzeyi fark­lıdır. Din görevlisi bu mekânlarda vereceği vaaz ve hutbelerin hazırlanmasında çok dikkatli olmak durumundadır. Örneğin zekâtı anlatırken ne fakiri alma noktasında rencide edici bir tarafa, ne de zengini onların üzerinde bir baskı aracı kurmalarına yardımcı olacak bir verme makinesi gibi düşünülmesine sebebiyet verilmemesi ge­rektiği bilmelidir.

Aklî meleke açısından farkı olanlar: Camiye gelen cemaatin akıl ve zekâları farklı olduğu gibi, anlayış, kavrayış ve yorumlama farklılıkları da değişiktir. Bu du­rumda din görevlisi bu konuda da kendi üzerine düşen ve kendisine malzeme olacak olan bu cemaatin anlayış, akıl ve zekâ farklılıklarını göz önünde bulundurmalı ve ile­tişim kurarken çok dikkatli bulunmalıdır. Din görevlisi anlattığı konularda Kur’anî metot olarak hep çevresinden ve akıl seviyeleri noktasından onları bilgilendirme yo­lunu seçmelidir. İnsanlara konuları anlatırken ne üst seviyeden, ne de çok basit nok­talardan hareket etmemek gerektiğinin bilincinde olmalıdır.

Başarılı bir dinî iletişimin temel öğelerinden biri de muhatabın eğitim durumu­nun dikkate alınmasıdır. Bu duruma bizzat Peygamberimiz, insanların anlayış dere­celerine göre meseleleri izah etmemiz gerektiğini vurgulayarak, dikkatleri çekmek- tedir.88 Nitekim Hz. Peygamber aynı tip dinî sorulara değişik cevaplar vererek, mu­hataplarının bireysel anlayış farklılıklarını daima göz önünde bulundurmuştur.89

Geliş amacı farklı olanlar: Cemaatin içinde camiye haftada (Cuma), ayda veya yılda (bayram, cenaze) bir defa gelenler olabileceği gibi, din görevlilerini tenkit ve bilgi seviyesini öğrenmek için gelmiş olanlar olabilir. Bu bağlamda, camiye ne za­man veya nasıl gelirse gelsin, bizim için hazır bir malzeme olduğu için iletişimi çok iyi kurmalıyız. Bu cemaatin amacı ne olursa olsun suje ile obje arasındaki ilişki gibi bizimle cemaat arasındaki ilişkide de aynı paralellik bulunmalıdır. Biri olmadan di­ğerinin, diğeri olmadan birinin hiç kıymeti asliyesi anlaşılamaz.

b- Din Görevlisinin Eğitim Fonksiyonları Yönünden Açılımları

Günümüzde camilerde yetişkinlere yönelik en önemli eğitim faaliyeti hutbe ve vaazlardır. Vaaz ve hutbelerde milli birlik ve beraberliği, dini bütünlüğümüzü güç­lendirici konulara ağırlık verilmelidir. Camiye gelen halkımızın bunlara çok ihtiyacı vardır. Özellikle vaazlar, dini gün ve gecelerde Müslümanların camiye koştukları za­manlarda yapılmaktadır. Bugün camilerde yapılan eğitim bir kitle eğitimi olduğun­dan; son derece zor ve o nispette de dikkat isteyen bir eğitim şeklidir. Yapılan her iş­te bir metot takip edilmektedir. Metot kullanmadan sonuca varmak ve netice elde et­mek zordur. Bu sebepten dolayıdır ki, camilerde verilen yaygın din eğitiminin veri­liş şekli çok büyük önem arz etmektedir. Zira Cemaatte bulunanlar arasında yaş, bil­gi ve kabiliyet durumları farklılık gösterdiğinden “basitten mürekkebe”, “müşahhas­tan mücerrede” ilkelerine dikkat edilmeli, cümleler kısa, örnekler basit, herkesin an­layabileceği bir tarzda olmalıdır. Cemaatin anlayamayacağı akademik veya ihtilaflı konulardan bahsetmemeli ve cemaatin kafasını karıştırmamalıdır.

Din görevlileri cemaati usandırıcı değil, aksine onları çekici bir tavır içinde olma­lıdır. “Marifet iltifata tabidir” cümlesinden hareketle, din görevlisi yukarıdan beri saymaya çalıştığımız birçok özellikler ve disiplinlerden kendi üzerine düşeni fazla­sıyla yapmalıdır. Cemaati toplamak çok zor, ama dağıtmak zor değil kolaydır. Din görevlileri hutbelerini irticalen değil önceden hazırlandığı metinlerden okumalıdır.

Ya da bu hazır metinlerden istifade ederek canlı, çok iyi bir metin elde etmeye çalış­malıdır. Ayrıca din görevlilerimiz için önemli hususlardan biri de, cemaate anlattık­larını bizzat kendisi yaşamalıdır. Fiiliyata/ aksiyona dönüşmeyecek şeyleri söyleme­nin bir tesir meydana getirmesi mümkün değildir.

Sonuç

İslâmi iletişim ya da İslâm’a davette başarılı olmanın yolu Hz. Peygamberin yap­tığı gibi, söz konusu metodik ilkelerin gereklerini yerine getirmekten geçmektedir. Yaşadığımız çağda insanlar arası iletişim sorunlarını uzmanlık konusu edinmiş olan sosyal psikologların yaptıkları araştırmalar gösteriyor ki, iletişimde başarılı olmanın sırrı, metodik esasları benimseyip uygulamaktan geçmektedir. Din hizmetlerinin et­kili ve verimli hale getirilmesi için, günümüz şartlarında yeniden ele alınıp üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekir. Bir yandan dinî bilgiler ve söylemler geliştirilip zenginleştirilirken, diğer yandan da bunların insanlara ulaştırılması ve onların üze­rinde etkin kılınma yollarının araştırılmasına ihtiyaç vardır.

Din görevlisi tarih boyunca toplumun en önemli ve en kaynaştırıcı bir görevini deruhte etmiştir. Kitlelere yön veren, onları eğiten, doğru yola götüren, gerekli bil­gileri öğreten, idareci ile halkı birbirine yaklaştıran ve onların hatalı işler yapmasını önleyen, dünya hayatını yaşarken ahiretin nasıl kazanılacağını gösteren din adamıdır. Ancak bazen o, görevini ihmal etmiş, olmayanı olmuş gibi göstermiş, farkında ol­madan helale haram, harama helal demiş, insanların arzularına göre fetva vermiş, on­ları ileriye, gelişmeye ve yeniliğe değil de atalete, geriliğe ve çürümeye çağırmış ola­bilir.

Kur’an’ın önerdiği din adamı ise, din üzerine konuştuğunda, Allah’ın vahyet- tiğine uyan, onu insanlara aktaran, kendi düşünce ve hislerine göre fetva vermeyen, yeniliğe açık, gelişmeye müsait düşünceler üreten ve besleyen bir şahsiyete sahiptir.

O, aynı zamanda Kur’an nurundan tam anlamıyla istifade eden, onu iyi bilen ve tanıyan, onun üzerinde düşünen, Allah’a iftira etmekten çekinen, durmadan araştıran, mesleğini seven ve tükenmez bir enerjiye sahip olan bir niteliğe sahip olmalıdır.

Yaşadığımız çağ iletişim çağıdır ve bu alanda ciddi gelişmeler kaydedilmiştir. Dini iletişimin etkinliği, genel olarak iletişim alanında yürütülen teknik, araç ve modellerden geniş ölçüde yararlanmaya bağlıdır. Bu yüzden, din hizmeti ile uğraşan kimselerin bir yandan dini bilgilerini geliştirme ve güncel duruma getirme, diğer yandan da günümüz iletişim tekniklerini ustalıkla kullanacak tarzda yetişmeleri büyük önem taşımaktadır.

* Dr., Bartın İl Müftü Yardımcısı

1 Lokman 31/13, 16.

2 Meryem 19/42-45.

3 Al-i İmran 3/104.

4 Ateş, Süleyman, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meâli, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul ts, s. 62; Ayrıca bk. Al-i İmran 3/110.

5 Tebliğ: Allah’ın emirlerini insanlara duyurmak olarak, peygamberlerin asli görevidir. Aynı görev, Hz. Peygamberden sonra Müslümanlar için bir görev olmuştur. Veda Hutbesindeki “burada bulananlar bulun­mayanlara tebliğ etsinler/duyursunlar” bu göreve bir işarettir. “Allah’a ortak koşanlar dediler ki, “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız ondan başka hiçbir şeye tapmazdık, onun emri olmadan hiçbir şeyi haram kılmazdık.” Kendilerinden öncekilerde böyle yapmıştı. Peygambere düşen sadece apaçık bir tebliğdir.” en- Nahl 16/35. Tezkir: Hatırlatma, uyarma boyutlarına sahiptir. Allah Kur’an’da, geçmişte yaşanmış bazı olay­lar dâhil olmak üzere, çeşitli hususları doğru ve yanlış yönleri ve bunları sevap ve cezaları ile insanlara hatırlatmıştır. Peygamberimize de aynı görevi yüklemiş ve ona “müzekkir” yani uyarıcı, hatırlatıcı sıfatını vermiştir. “Sen onlara öğüt ver, esasen sen bir öğüt vericisin/müzekkirsin” el-Gaşiye 88/21.

6 en-Nahl 16/125.

7 el-Hacc 22/67.

8 el-Ahzab 33/45.

9 el-Ahzab 33/21

10 es-Suyuti, el-Camiu’s-Sağir, Mısır ts., II/16.

11 en-Nisa 4/113.

12 İkbal, Muhammed, İslâm’da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, trc. N. Ahmet Asrar, Bir Yayıncılık, İstanbul 1984,s.174.

13 en-Necm 53/3.

14 el-Enbiya 21/10 “Aklınızı kullanmıyor musunuz?”; Muhammed 47/24 “Kur’an’ı düşünmüyorlar mı yoksa kalpleri üzerinde kilit mi var?”; Yunus 10/42 “Sağırlara sen mi duyuracaksın? Hele akıllarını kullanmıyor­larsa” gibi ikazlar aklın ve diğer kabiliyetleri kullanmayı bize hatırlatmaktadır.

15 Tahiru’l-Mevlevi, fierh-i Mesnevi, İstanbul 1971, I/49.

16 “Birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerine şefkatte müminlerin misali bir ceset gibidir. Ondan/cesetten bir organ şikâyet etse cesedin diğer organları uykusuzluk ve humma ile ona iştirakli çağrışırlar.” Müslim, “Birr” 66; Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Müslümanın müslümana kardeş olduğu için ona zulmedemeyeceğini, onu yardımsız bırakmayacağını ve ona hakaret etmeyeceğini belirtmiştir.” Müslim, “Birr” 32.

17 Taha 20/114.

18 Ebu Gudde Abdulfettah, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed ve Öğretim Metotları, trc. Enbiya Yıldırım, Yasin Yayınları, İstanbul 2001, s. 28-29.

19 el-Hucurat 49/2.

20 İbrahim 14/4 “Hangi millete peygamber gönderdiysek, onu ancak milletinin diliyle gönderdik ki her şeyi onlara apaçık anlatsın.”

21 en-Nisa 4/140 “Oysa Allah kitapta/Kur’an’da “Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edil­diğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi halde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.”

22 Uludağ, Süleyman, İslâmda Mürflid ve İrşad Faaliyetleri, İrfan Matbaası, İstanbul 1975, s. 88.

23 Uludağ, a.g.e., s.91.

24 bk. Yusuf 12/39.

25 en-Nur 24/54; Ayrıca “Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen bir takım ümmetler de yalan­lamışlardı. Peygambere düşen apaçık tebliğden başkası değildir.” el-Ankebut 29/18

26 Buhari, “Enbiya” 50.

27 Buhari, “İlim” 9.

28 Yunus 10/72; Hud 11/29, eş-Şuara 26/109, 127, 145, 164, 180.

29 îbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, es-Siretü’n-Nebeviyye, tah. Mustafa es-Sakkâ, Kahire 1955, 1/265-266.

30 Buhari, Sahih, “Kitabu’l-Edeb”, VIII/12. Ayrıca bk. Müslim, Sahih, “KitabuTFedâil”, IV,1807.

31 Önkal, Ahmet, Resülüllah’ın İslâm’a Davet Metodu, Doğuş Matbaası, Konya 1994, s. 328.

32 et-Tevbe 9/128; ayrıca bk. el-Enbiya 21/107.

33 Düzdağ, M. Ertuğrul, Üstad Ali Ulvi Kurucu ve Hatıralar 1, Kaynak Yayınları, İzmir 2007, I/127 vd.

34 el-Bakara 2/44.

35 es-Saff 61/2.

36 Fussilet 41/30.

37 Tirmizi, Şemail, İstanbul 1300, s. 12.

38 Âl-i İmran 3/159.

39 Ebu Davud, “Edeb” 23.

39 Ebu Davud, “Edeb” 23.

40 en-Nahl 16/125. bk. Saka, Şevki, Kur’an-ı Kerim’in Da’vet Metodu, Seha Neşriyat, İst. ts., s. 183 vd.

41 “Rahmanın kulları yeryüzünde tevazu içinde yürürler, cahiller kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak sözler söylerler.” Furkan 25/63; Peygamberimizin konu ile alakalı iki hadisinde “Bir kimse Allah için alçak gönüllülük gösterirse Allah onu yükseltir.” Müslim, “Birr” 69; “Ta ki, kimse kimseye böbür­lenmesin.”, Müslim, “Cennet” 64.

42 et-Tevbe 9/11.

43 Saka, a.g.e, s. 56. Ayrıca bk. Sâd 38/44; Lokman 31/13; A’raf 7/128; Meryem 19/65; en-Nahl 16/127.

44 Hud 11/112. Ayrıca bk. el-Bakara 1/44; et-Tevbe 9/119, el-Ahzab 33/70.

45 el-Hicr 15/94.

46 el-Maide 5/104; eş-Şuara 26/74.

47 el-Ahzab 33/21.

48 en-Nisa 4/63.

49 Sâd 38/86.

50 Ünver, Mustafa, “Kur’an Ekseninde Din Görevlisinin Dikkate Alması Gereken Hususlar”,

51 bk. Taha 20/44.

52 bk. Ali-İmran 3/159.

53 Buyrukçu, Ramazan, Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Gücü, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, s. 361 vd.

54 Buhari, “İlim” 11, “Meğazi” 60; Müslim, “Cihad” 4.

55 bk. Altaş, Nurullah, “Dini Danışmanlığın Teorik Temelleri”, AÜİF. Dergisi, Ankara 2000, 41/327-350.

56 Müslim, “İman” 93; Ebû Davud, “Edeb” 131.

57 en-Nisa 4/1; el-Hucurat 49/13

58 Hökelekli, Hayati, “Günümüz İletişim Teknikleri ve Dini İletişim”, Din Hizmetlerinde Yöntem ve Verimlilik, DİB Yayınları, Ankara 2006, s. 205 vd.

59 Hökelekli, a.g.e., s. 207.

60 Hökelekli, a.g.e., s. 207-208.

61 bk. Yusuf 12/2; Fussilet 41/44; İbrahim 14/4; Taha 19/97-98.

62 Miras, Kamil, Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, DİB Yayınları, Ankara 1981, III/359.

63 el-Kasas 28/34.

64 Taha 20/27.

65 Aydın, M. Zeki, “Verimli ve Kaliteli Din Hizmeti Nasıl Olmalıdır?”, Etkili ve Verimli Bir Din Hizmeti Nasıl Olmalıdır, I. Din Hizmetleri Sempozyumunda Sunulan Tebliğ, Ankara Kızılcahamam 3-4 Kasım 2007.http://www.mehmetzekiaydin.com/sempozyum/37-sempozyum-toplant-bildirileri-ve-muezakere- ler/226-200791-

66 Ünver, Mustafa, a.g.makale, c. 43, sy. 3, s. 81 vd.

67 Bilgin, Beyza, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Gün Yayıncılık, Ankara 2001, s. 39

68 Carrel, Alexis, İnsan Denen Meçhul, trc. Refik Özdek, Yağmur Yayınları, İstanbul 1973, s. 84,

69 Macit, Yusuf, İletişimde Model Olarak Hz,. Muhammed, Yeni Akademi Yay., İst. 2006, s. 24-25.

70 Önkal, Ahmet, a.g.e., s. 318,

71 bk. Buhari, “İlim” 10; Müslim, “İmare” 175,

72 ez-Zümer 39/9.

73 el-Fatır 35/28.

74 Mücadele 58/11,

75 Ebu Davud, “İlim” 1; Tirmizi, “İlim” 19; İbni Mace, “Mukaddime” 17; Ayrıca Buhari, “İlim” 10,

76 http://tr.wikipedia.org/wik/empati (14.01.2008); Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, 10. Baskı, Ankara 2005, s. 634.

77 Dökmen, Üstün, Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati, 4. Baskı, İstanbul 1996, s. 136.

78 Ağırman, Cemal, “İdeal Bir Davranış Biçimi Olarak ‘Empati’ ve Hadislerde ‘Empati’ Örnekleri”, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas 2006, X/2, s. 26.

79 En’am 6/74-76; Ayrıca bk. Ağırman, a.g. makale, s. 30-34. Kur’an’da Empati örneklerinden bireylerin ana- babalarına karşı sergiledikleri davranış için el-İsra 17/23-24; Bireylerin yetişmesi için sağlıklı bir iletişim kurmak için Duha 93/5-11; Yine Kur’an’da empati kurmamanın yanlış sonuçlarından bahsetmekte ve bunun için ikili ve toplumsal ilişkilerde ikinci ve üçüncü şahıslara karşı son derece adil ve objektif dav- ranılması gerektiği İslâm değerler sisteminde her hal-ü karda zikreden Mutaffifin 83/1-3 ayetlerine bak­mamız yeterli olacaktır.

80 Müslim, “Müsafirin” 139; Tirmizi, “Birr” 16; Ebu Davud, “Edeb” 66.

81 et-Tevbe 9/128.

82 el-Kehf 18/110.

83 Müslim, “îman” 71.

84 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/256-257.

85 Buhari, “Magazi” 56.

86 Yüksel, Ahmet Haluk, İkna ve Konuşma, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir 2005, s. 5

87 Yüksek, Ahmet Haluk, a.g.e., s. 10

88 bk. Kazancı, Ahmet Lütfi, Peygamber Efendimizin Hitabeti, Marifet Yayınları, İstanbul 1980; Özbek, Abdullah, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed, Selam Yayınevi, Konya 1988.

89 bk. Özbek, Abdullah, a.g.e.