Makale

KÜLTÜR TARİHİMİZDE KAHVE VE KAHVEHANELER

KÜLTÜR TARİHİMİZDE KAHVE VE KAHVEHANELER

Umut Güner

Kahve ve çay, hayatımıza girdiği tarihlerden itibaren gündelik ve sosyal hayatımızın bir parçası oldu. Özellikle her sabah güne başlarken ilk önceliğimiz kahve veya çay tüketmek oluyor. Kahvenin bizim topraklarımızdaki macerası çaydan çok daha önce başlamış ve devam etmiştir. Kahve ekseninde bir kültür oluşmuştur. Kahveye göre çay, Türk toplumu için daha yeni bir içecektir.

Zaman içerisinde en temel besin maddemiz olan ve toplumsal hayatımızda kendisine önemli bir yer edinen kahvenin tarihî gelişimi, her yönü ile incelenmesi gereken ilginç bir vakadır. Öyle ki tarihte kahvenin Osmanlı coğrafyasına gelişi ve kahve tüketilen yerler olan kahvehanelerin payitaht İstanbul’da kurulması ile Osmanlı toplumsal hayatı önemli bir değişim göstermiştir. Kahvehaneler, yakın döneme kadar Türk aydınının nabzının attığı yerler olagelmiştir. Entelektüel geleneğimiz kahvehaneler sayesinde gelişmiş, yeni bir kimlik kazanmıştır. Özellikle Babıâli kahvehaneleri, Beyazıd’da bulunan Küllük ve Marmara kahvehaneleri ile Lebon ve Baylan gibi mekânlar, uzun yıllar entelekütellerimizin meskenleri olmuştur. Birçok ünlü âlim, şair ve muhtelif aydınlarımız bu mekânlarda ikinci bir üniversite veya akademi oluşturmuşlardır.

Anavatanı Yemen olan kahve, tarihî süreç içerisinde önce kendi yurdunda meşhur olmuştur. İlk dönemlerde kahve çekirdeğinin hamur yapımında kullanıldığı ve bunun dışında da özellikle sufîler tarafından uzun geceler süren zikir ve ibadetlerde uyanıklığı sağlamak için çekirdeğinin yutulduğu bilinmektedir. Kahve çekirdeğinin ilk bulunuşu ile ilgili çeşitli rivayetler söz konusudur. Yaygın bilinen ilk rivayete göre Etiyopyalı bir çoban, keçilerinin oldukça zinde ve hareketli olduğunu gözlemler ve hayvanlarda meydana gelen bu olağan dışı davranışların sebebini araştırdığında keçilerin kahverengi çekirdeği olan bir ağaçtan yediklerini keşfeder. Bu keşif üzerine çekirdeklerin verdiği gücün doğruluğunu tespit etmek amacı ile kendisi de bu kahverengi çekirdeklerden tüketir. Kendi zihninde ve vücut fonksiyonlarında uyanıklık ve enerji yoğunluğu hisseder.

Osmanlı İmparatorluğuna kahvenin girişi, 16. yüzyılda özellikle de 1550’lerde görülmektedir. Yemen valisi Özdemir Paşa’nın ilk olarak Osmanlı sarayına kahve içeceğini getirmesi bu topraklara kahvenin gelişi için bir milat olarak kabul edilebilir. Fakat tarihçi Solakzâde’ye göre kahve, İstanbul’a, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında ve özellikle de hacca gidenler vasıtasıyla gelmiştir. Bilhassa bu dönemde kahvenin gelişiyle Osmanlı topraklarında kahvehanelerin açıldığı da bilinmektedir. Osmanlı İstanbul’unda ilk kahvehane, Hikmet ve Şems adlı iki Arap tarafından Tahtakale’de 1554-1555 arası dönemde açılmıştır. Evliya Çelebi’nin meşhur eserinde kahvehanelerin sayısının yüzlerle ifade edilmesi de Osmanlı topraklarında kahve ve kahvehane kültürünün ne kadar hızlı yayılma ve gelişim gösterdiğinin bir kanıtıdır.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın hükümdarlığının son yıllarına doğru İstanbul’da elli kahvehanenin bulunduğu bilinmektedir. 1792’de düzenlenen defterlerde bu sayının 1631’e, 1821’de ise 2076’ya ulaştığı ifade edilir.

Osmanlı toplumunda kahvehaneler hızla yaygınlık kazanmış ve İstanbul’un birçok mahalle ve semtinde açılmaya başlanmıştır. Osmanlı İstanbul’unda mahalle kahvehaneleri, meddah kahvehaneleri, sema kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri, tulumbacı kahvehaneleri ve yeniçeri kahvehanelerinin varlığı bilinmektedir. Osmanlı’da ilk kahvehanelerin çoğunlukla camilerin yakınlarında kurulduğu ve namaz vakitlerini bekleyen insanların buralarda vakit geçirdikleri de bilinmektedir.

Her kahvehanenin farklı bir fonksiyonu bulunmaktadır. Meddah ve sema kahvehanelerinde genellikle meddah ve sema gösterileri düzenlendiği gibi, tulumbacı ve yeniçeri kahvehaneleri de o meslek grubunun mensuplarının bir araya geldiği mekânlar olmuşlardır. Bu kahvehaneler, İstanbul’da sosyal ve siyasi hayata etkileri ile önemli birer toplumsal alan olmuşlardır. Meddah ve sema kahvehanelerinin sosyal, kültürel hayata etki ettiği, yeniçeri kahvehanelerinin de yeniçeri isyanlarında etkin merkezler olduğu bilinmektedir.

Kahvehaneler aydın insanların bir araya geldiği, devlet ve ülke meseleleri ile ilgili görüşlerini paylaştığı ve fikirlerini yayma alanı bulduğu en önemli mekânlardan olmuştur. Kahvehanelerde beyan edilen fikir ve kanaatlerin denetlenebilme ve doğrulanma imkânı olmadığından ekseriyetle dedikodu mahiyetinde toplumda infiale neden olabilecek düşünceler de buralarda yayılma imkânı bulmuştur. Nitekim Osmanlı’da yeniçerilerin isyan girişimlerinin ve devlet aleyhindeki faaliyetlerinin tertiplendiği ve aykırı görüşlerin ifade edildiği yeniçeri kahvehaneleri, bu dönemde kahvehanelerin ulaştığı tehlikeli boyutu göstermesi bakımından manidardır.

Zamanla kahve, tütün ve kahvehaneler ile ilgili yasaklar yayımlanmaya başlanmıştır. Kâtib Çelebi, 17. yüzyılda İstanbul’da neredeyse her sokak başında bir kahvehane olduğunu ifade etmiştir. Başta Kadızâdeli hareketi temsilcileri olmak üzere kahvehanelerin kötülüğü üzerinde ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Nihayetinde IV. Murad 1633’te İstanbul’daki bütün kahvehanelerin kapatılmasını ve kahve içilmesini yasaklamıştır.

Her ne kadar kahve ve tütün kullanımı yasaklanmış olsa da halkın kahvehanelere gitmesine ve bu mamulleri kullanmasına engel olunamadı. Kahvehaneler, faaliyetlerini uzun bir süre gizli bir şekilde sürdürdü. Özellikle ön tarafı berber, arka tarafı kahvehane olan birçok dükkânda halk, kahve ve tütün tüketmeye devam etti.

Daha önce ifade ettiğimiz gibi başta belirli meslek ve sosyal gruplar olmak üzere muhtelif kahvehanelerin varlığı mevcuttu. Fakat entelektüel faaliyetlerin yürütüldüğü kahvehanelerin kıraathane olarak varlığını sürdürmesi özellikle Tanzimat’tan sonraki dönemlere rastlamaktadır. Bu dönemden itibaren Osmanlı coğrafyasında kahvehaneler çeşitli okuma salonlarına ve bilgi evlerine dönüştü. Özellikle Tanzimat aydınlarının uğrak yeri olmaya başladı. Bu tür kahvehanelerin bilinen ilk örneği 1857 tarihinde Divanyolu üzerinde açılan Sarafim Kıraathanesi’dir. Bu kıraathane, müşterileri için gazete ve dergi bulunduran ve daha sonraları da kitap da satan bir yer olmuştur. Aynı zamanda mübarek Ramazan gecelerinde Sarafim Kıraathanesi, edebî ve ilmî tartışmaların yapıldığı bir salon olurdu. Başta Nâmık Kemal, Ahmed Muhtar Paşa, Süleyman Paşa, Ahmed Râsim ve Halit Ziya Uşaklıgil gibi Tanzimat dönemi şair ve edipleri olmak üzere muhtelif entelektüeller bu kahvehanelerin müdavimi olmaya başladılar.

İlerleyen süreçte Divanyolu, Babıâli ve Bayezid muhitlerinde, kıraathane türünde kahvehanelerin sayısı artmaya başladı. Farklı fikir ve düşüncelere mensup entelektüel zümrelerin sadece kendi dost meclislerini gerçekleştirdiği mekânlar oluşmaya başladı. İstanbul’da kahvehaneler çoğunlukla Sultanahmet Meydanından Aksaray’a kadar olan güzergâh üzerinde faaliyet göstermekteydi. Bu kahvehaneler arasında en meşhur olanları Şehzadebaşı Direklerarası’nda Fevziye Kıraathanesi, Divanyolu’nda Ârif’in Kıraathanesi, Nuruosmaniye’de Letafet Kıraathanesi’dir.

Kahvehaneler ve kahve kültürü bakımından tarihî ünü günümüze kadar ulaşan ve Türk edebiyatının en önemli temsilcilerinin müdavimi olduğu mekân “Küllük Kahvehanesi”ni özellikle zikretmek gerekmektedir. Bayezid Cami’nin Bayezid Meydanı’na bakan tarafında bulunan bu mekân, üniversite öğrencilerinin ünlü edebiyatçılarımızla buluştuğu ve derin sohbet halkalarının oluşturulduğu bir yer olmuştur. Küllük Kahvehanesi’ndeki yaşanmışlıklara dair birçok şiir, roman, öykü ve anıların derlendiği kitaplar kaleme alınmıştır. Edebiyatımıza ve fikir dünyamıza büyük katkıları olan nice dergiler buradan çıkmıştır. Hatta Küllük adında popüler bir dergi dahi neşredilmiştir.

Sahip olduğu entelektüel ortamı nedeniyle aynı zamanda buraya Akademi ve Muallimler Bahçesi de denilmiştir. Varlığı 1950’li yıllara kadar devam eden bu kahvehanenin müdavimleri arasında, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Reşad Nuri Güntekin, Mükrimin Halil Yınanç, Rıfkı Melûl Meriç, Ali Canip Yöntem, Hilmi Ziya Ülken, Kilisli Rıfat Bilge, Kenan Hulusi Koray, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Sadri Ethem Ertem, Nurullah Ataç, Abidin Dino, Rıfat Ilgaz, Cahit Sıtkı Tarancı, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Neyzen Tevfik, Abdülhak Hâmid, Fuat Köprülü, Nurullah Ataç, Sait Faik Abasıyanık, Orhan Veli Kanık, İbrahim Alaeddin Gövsa, Agâh Sırrı Levend, Midhat Cemal Kuntay, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Ahmet Muhip Dıranas, Hâlit Fahri Ozansoy, Reşat Ekrem Koçu, Sabri Esat Siyavuşgil, Hilmi Ziya Ülken, Mehmet Kaplan, Ali Nihat Tarlan, Sadri Ertem, Sıtkı Akozan, Arif Dino, Asaf Halet Çelebi, Abdulbaki Gölpınarlı, Salah Birsel, Özdemir Asaf, Neyzen Tevfik, İlhan Berk ve daha nice yazarlarımız vardır.

Günümüzdeki gibi iletişimi kolaylaştıran yazılı ve görsel basın olanaklarının olmadığı bir dönemde Osmanlı aydınları kahvehaneler aracılığıyla görüşlerini yayma imkânı bulmuşlardır. Kahvehanelerin kurulması ile birlikte Osmanlı aydınının iletişimi kolaylaşmış ve entelektüel faaliyetler hız kazanmıştır. Hatta Tanzimat döneminde Osmanlı aydınlarının sahip olduğu çok yönlülüğün ve girişkenliğin en önemli sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz kahvehanelerin varlığı olmuştur. Kahvehane kültürünün giderek geleneğinden uzaklaşması ile birlikte esasen entelektüel geleneğimiz de zafiyete uğramıştır. Bugün gelişen teknoloji sayesinde her ne kadar iletişim imkânlarımız artmış olsa da tarihte kahvehanelerin üstlendiği entelektüel misyonumuzu devam ettirecek bir ortamdan maalesef mahrum kaldık. Ünlü fikir adamı ve yazarlarımızla bir araya gelebileceğimiz, uzun sohbetler yapabileceğimiz mekânların az sayıda olmasının kültürel ve entelektüel sancısını çekmeye hâlâ devam etmekteyiz.