Makale

EĞİTİM MUTFAKTA BAŞLAR

EĞİTİM MUTFAKTA BAŞLAR
Ayşe Nur ÖZKAN
İstanbul

“İnsan pişmeye mutfakta başlar.” dedi, Konya Mevlana müzesini gezdiren rehberimiz. Ama bu mutfak bildiğimiz, artık neredeyse fastfood salonlarına benzemeye başlayan, içinde sıcak yemeklere hasret kaldığımız modern çağın mutfaklarından değil elbet!
Bu öyle bir mutfak ki tüm felsefesi yiyeceklere saygı duymak üzere kurulmuş. Mutfakta yüksek sesle konuşulmaz mesela. Gürültü yapmak yiyeceklere saygısızlık olarak kabul edilir. Yemeğe topluca oturulur, besmele ile başlanır, sofrada biri su içtiğinde hak geçmesin diye diğerleri yemeğe ara verip bekler. Yemek dua ile bitirilir ve topluca sofradan kalkılır. Ne müthiş bir eğitim!
Yeme içme kültürü yaşadığımız toplumun ortamını gözler önüne seren bir olgu olduğu kadar aynı zamanda nesilden nesile aktarılan kültürel bir mirastır. İnsanlık tarihi boyunca sadece karın doyurma ile sınırlı kalmayan bu kültür, uygarlığın temelini oluşturarak eğitimin, sosyal dönüşümün, ekonominin de belirleyicisi olmuştur.
Her kültür yeme içme meselesine kendi değerlerini yüklemiş ve bu kodlara uygun davranışlar ortaya sermiştir. Bir Rus ailesine yemeğe davetli iseniz tabağınıza konulan her şeyi yemek görgüsüzlük olarak kabul edilir. Ruslara göre tabakta yemek bırakmak kibarlıktır. Fransızlara göre tabakta bırakılan yemek beğenilmemiştir. Koreli bir ailenin misafiriyseniz sofrada en yaşlı kişi yemeğe başlamadan sizin yemek yemeniz saygısızlıktır. Tanzanyalı bir ailenin sofrasına davet edildiyseniz tam vaktinde gitmek ev sahibini aşağılamak olarak kabul edilir. Kazakistanlı bir ailede size ikram edilen yarım çay, “muhabbete devam edelim, gerisi gelecek” anlamını taşırken, bardağın tam olarak doldurulması ise “bir an önce iç de git” ifadesinin sözsüz aktarımıdır.
İslam medeniyetinde yeme içme algısının ve bu algıyla şekillenen davranışların ana kaynağı ise elbette Kur’an ve sünnettir. Ayetler yeme içme ve yiyecekler konusunda ilkeleri net olarak açıklarken, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) uygulamaları bu kültürün sünnet çerçevesinde oluşmasına zemin hazırlamıştır.
“Ey İnsanlar! Yeryüzünde helal/temiz yiyeceklerden yiyin!”
Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de yemek konusunda ilk belirleyici ilkesi, yiyeceklerimizin helal ve temiz olmasıdır. “Helal hoş olsun.” cümlesi ile gündelik hayatımıza da yansımıştır bu ayet. İlginç olan şudur ki Allah Teâlâ bu ilkeyi sadece inanan insanlar için vazetmemiştir. Ayetin “Ey Müslümanlar!” değil de “Ey insanlar!” şeklinde başlaması, inanan inanmayan her insanın yiyecek konusunda helal/temiz standardını gözetmesi gerektiğini hatırlatır. Ayet, helal ve temiz yiyecekler tüketilmediği zaman, ortaya çıkacak olumsuz etkinin sadece yiyenlerle sınırlı kalmayacağını göstermesi açısından da önemlidir. İçinde bulunduğumuz şu günlerde dünya çapında bir salgına dönüşen Koronavirüsün de bu ilkenin ihlali ile ortaya çıktığını düşündüğümüzde, ayetin kapsama alanını ve tüm insanlık için taşıdığı evrensel mesajın değerini çok daha iyi anlayabiliriz.
Yiyeceklerin helal/temiz olması, sadece bedensel sağlık açısından önemli bir mesele olarak karşımıza çıkmaz. Bu hassasiyet aynı zamanda neslin devamı, güç, kuvvet ve iktidar ile de ilişkilidir. Yapılan birçok araştırma, temiz olmayan, genetiği ile oynanan yiyeceklerin sağlığımızı tehlikeye attığı kadar, neslimizin fıtratını da bozduğunu gösterir.
Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helalliği nispetindedir
İbadetlerimiz vücudumuza giren temiz gıdalardan gelen güç ve enerji ile yerine getirilirken, manevi hayatımızın kalitesi, bu gıdaların helal olması ölçüsünde değer kazanır. Sağlam imanın gerekleri içinde yer alır “helal lokma”. “Ey Peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz.” (Müminun, 23/51.) ayeti, helal yiyeceğin salih amelle ilişkisini gözler önüne serer. “Haram yediğiniz sürece, hikmet ve marifet hakkında bir şey elde edeceğinizi zannetmeyin.” sözü ile bu ayeti açıklayan İbrahim Desuki, helal gıdaların bünyemize feyz ve bereket olarak, haram ve şüpheli gıdaların ise gaflet olarak sirayet edeceğini de hatırlatır.
Besmele ile küçülür mideler
Yiyeceklerimizin helal ve temiz olması kadar, neyi ne kadar ve nasıl yediğimiz de inancımızla ilişkilidir. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) canına kastetmiş Sümame üzerinden öğrendiğimiz bir olay vardır siyer kitaplarında. Üç gün boyunca Mescidi Nebi’de göz hapsinde olan Sümame, bu zaman zarfında Peygamberimizi ve ashabını gözlemleme imkânına da kavuşur. Mescidi Nebi’de kaldığı sürece sahabe Sümame’ye yemek yetiştirmekte zorlanır. Sümame ne zaman ki İslamı seçer, kendisine ikram edilen yemeklerin çok daha azını yemeğe başlar. Bu durum karşısında şaşkınlık yaşayan sahabeye Peygamberimiz; “Mümin tek mide (iştah) ile kâfir ise yedi mide (iştah) ile yer.” (Buhari, Etıme, 12.) cümlesiyle üzerinde düşünmemiz gereken bir mesaj verir hepimize.
Başka bir gün Peygamberimize; “Ey Allah’ın Resulü, yiyoruz ama doymuyoruz!” diyen sahabeye “Yemeği topluca yiyin ve (başlarken) Allah’ın adını anın ki bereketli olsun.” (Ebu Davud, Etıme, 14.) tavsiyesinde bulunur.
Midelerimiz mi aç yoksa duygularımız mı?
“İnsan, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır.” (Tirmizi, Zühd, 47.) diyen Peygamberimiz, belimizi doğrultacak yiyeceğin bize kâfi olduğunu ama bunu başaramadığımız takdirde en azından midemizin üçte birini yemeğe, üçte birini suya ayırmamızı, geri kalanını da nefes alıp verebilmemiz için boş bırakmamızı tavsiye eder. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) hayatı, yeme içme konusundaki tavsiyeleri, bir Müslümanın bu konuda tutum ve davranışlarının nasıl şekillenmesi gerektiği hakkında çok açık ve net bilgiler sunar bize. Fakat bu bilgileri ne kadar uygulamaya gayret edersek edelim bazen kendimizi frenlemekte zorluklar yaşarız.
Araştırmalar pek çok insanın normalin üstünde yemek yeme isteğinin % 75 gibi bir oranla, duygusal sorunlarla ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu sonuçlar duygularımızla başa çıkmak için yemeği tercih ettiğimiz anlamına gelir. “Duygusal yeme” olarak tanımlanan bu durum, negatif duygulara karşılık gelişen bir yeme bozukluğudur. Yoğun kaygı, stres, öfke gibi olumsuz duyguların yaşandığı dönemlerde daha çok karşımıza çıkan bu açlık, fiziksel açlık değil, duygusal açlıktır. Böyle bir durum söz konusu olduğunda olumsuz duygularımızı yemek ile telafi etmeye çalışmak yerine, yaşadığımız olayın bizi rahatsız eden yönüne odaklanmak ve bu konuyu çözmek için çaba sarf etmek, gereksiz kilolardan ve olumsuz duygulardan kurtulmamıza yardımcı olur.
Beslenme şeklimiz, yemek tercihlerimiz, kimlerle yemek yediğimiz, nasıl yediğimiz, kullandığımız baharatlar... Uzmanlara göre tüm bunlar kişiliğimiz, duygularımız, düşüncelerimiz, inancımız ve davranışlarımız hakkında birer ipucu.
İşte eğitime nereden başlamalı sorusunun cevabı:
Tabii ki evimizden, tabii ki mutfaklardan…