Makale

SIKINTILI ZAMANLARDA İNANÇ

SIKINTILI ZAMANLARDA İNANÇ


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Kafama takılan şu: Sıkıntılı zamanlarda yani bir musibet söz konusu olduğunda insanlarda çok farklı davranış örnekleri gözleniyor. Bazıları olayları sabır ve metanet içinde karşılarken bazıları hırçın bir tavır içine girip isyan görüntüsü sergiliyor. İnsanlardaki bu davranış farklılıklarını nasıl anlamalıyız?

Özellikle ağır musibet dönemlerinde insanların sosyal, psikolojik ve hatta inanç bakımından savrulma yaşadıkları tarihte de görülen bir gerçek. Ara kategoriler olmakla birlikte insanların geneli temelde iki gruba ayrılır böylesi dönemlerde: Birincisi musibeti ve afeti kabullenip çözüm arayanlar, ikincisi ise musibet üzerinden isyan görüntüsü sergileyenler. Birinci grup toplum içinde sorun oluşturmaz esas ikinci gruba bakmak gerekir. Bu kesim musibeti başkalarından bilir, kendi başlarına gelmeyeceğini düşünür, gelince de haksızlık görür ve isyan eder. Günümüzde yaşanılan koronavirüs hadisesi tam da bu tür tavır ve davranışların sergilendiği bir arena görüntüsü vermektedir. Salgın ortamında bilinçli ve sorumlu insanlar çözüm aramaya veya çözümün bir parçası olmaya çalışırken diğer bir kısmı ise sorumluluk almadıkları gibi üretilen çözümü küçük görme yolunu tercih ederler. Bu da musibetin daha fazla büyümesine yol açar.

Tarihte bu tür olaylar olmuş mu, olduysa nasıl bir tavır takınılmış?

Bu tür musibetler her döneminde yaşanmış. İnsanlar tecrübe, bilgi birikimi ve var olan tedavi yöntemleriyle bu hastalıkla mücadele etmeye çalışmışlar. Bazı eski din ve kültürlerde bu tür hastalığın şeytan, hastaların da içine şeytan girmiş lanetli insanlar olduğu inancı yüzünden çok kötü muameleler ortaya konulmuş. Bugün bile sağlık sisteminin yetersiz kalması dolayısıyla bazı ülkelerde yaşlı insanların nasıl ölüme terk edildiği görülüyor. Bu görüntüler, böylesi dönemlerde insana verilen değerin nasıl yerlerde süründüğünün acı örnekleridir.

İslam özelinde düşünülürse nasıl bir görüntü söz konusu?

Hz. Peygamber (s.a.s.) başta olmak üzere sahabe ve sonraki İslam âlimleri bu tür olayları inanç açısından ilahi bir ceza veya birilerinin laneti şeklinde değil, tamamen doğal bir gelişme ve adetullah-sünnetullah çerçevesinde bir imtihan olarak görmüşler ve bu doğrultuda çözüm üretme yoluna gitmişler. Kimseyi suçlamadan musibetin üstesinden nasıl gelineceğinin yollarını aramışlar. Önerilen en iyi çözüm bugün dahi geçerli olan karantinadır. Peygamberimiz bu konuda “Bir yerde veba olduğunu duyarsanız oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde veba çıkarsa o bölgeden ayrılmayın.” (Buhari, Tıp, 30; Müslim, Selam, 92-96.) talimatını vermiş. Bunun uygulamasını ikinci halife Hz. Ömer, bulaşıcı hastalık çıkan bir şehre girmeden geri dönerek bizzat göstermiş.

Konumuza gelirsek bu dönemde insanlar nasıl bir inanç savrulmasına uğrar?

Efendim İmam Matüridî, böylesi olaylar karşısında insanların dört tür davranış sergilediği tespitinde bulunur: a. Sıkıntılı zamanda inançlı, rahatlık zamanında inkarcı ve nankör, b. Tam tersi rahatlık zamanında inançlı, sıkıntılı zamanda inkarcı ve nankör, c. Her iki durumda da inkarcı, d. Her iki durumda inancında, ibadetinde ve edebinde.

Bunu nasıl değerlendirmemiz lazım?

Öyle görünüyor ki sıkıntılı zamanlarda bazı insanlar inançlı olmaya yönelirken, bazıları tam aksine inançsızlığa kaymakta. Bunların dışındaki iki kesim asla inançlarından ödün vermiyor. İnanan inancında sabit, inanmayan da inkârında sabit. İlk iki grup her iki yöne de kayabilmekte. Anlaşılıyor ki bu iki grubun ne sabitesi ne de inançta tutarlılık gibi bir derdi var. Söz gelimi rahatlık zamanında inanmış görünüp sıkıntı zamanında terk edenleri Matüridi münafık veya münafık karakterli kişiler olarak niteler. Onlar nerede, nasıl ve ne şekilde rahat ediyorsa oraya yönelirler. Onların birinci amacı inanç ve değer değil, her zaman rahat ve refah içinde olmak. Bu yüzden bunlar beklemez ilk gelen araca binerler. Kendilerinden başka kimseyi de düşünmezler.

Sıkıntılı zamanda bazı insanlar niye inanca yönelir?

Çünkü bunları inanca yönelten biraz da çaresizliktir. Kur’an’da bu şöyle anlatılır: “Denizde size bir sıkıntı dokunduğunda bütün taptıklarınız (sizi yüzüstü bırakıp) kaybolur, yalnız Allah kalır. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.” (İsra, 17/67.) Günümüzde de ölümle yüz yüze gelen inançsızların nasıl dua ve yakarış içinde olduklarına zaman zaman şahit olunur. Ama bunlar sıkıntı hâli geçince ayette de ifade edildiği gibi eski hâllerine derhal dönerler. Sadece inkârcılar da değil, ibadet ve itaatten uzak inançlı insanlarda da benzer davranışlara rastlanır. Bunlar, ihtiyaç ve sıkıntı zamanı yalvarıp yakarırlar hatta türbelerin yolunu tutarlar. Ama ihtiyaçları hallolup sıkıntıları geçince eski hâllerine dönüverirler. Bu iki grubun inançları sabun köpüğü veya yalancı şafağa benzer. Kalıcılıkları ve tutarlılıkları söz konusu değil.

Diğer iki grubu nasıl değerlendirmeliyiz?

Diğer iki grup inançlarında sabit ve tutarlı. Anlık ortaya çıkan afet ve musibetlerle bunların inançları sarsılmaz. Ancak uzun süreli krizler söz konusu olduğunda bu kesimlerin de inançlarında zaman zaman kırılmalar yaşanır. Avrupa’da ortaya çıkan salgın hastalıklar, kilisenin dayanılmaz baskısı, milyonlarca insanın ölümüne sebep olan büyük savaşlar ciddi inanç kırılmalarına yol açtı. Batı’da inanç karşıtı akımların güçlenmesinin temel nedeni büyük ölçüde bu olaylar. İslam dünyasında ise yüzyıllardır süren sömürge yönetimleri, ardından ortaya çıkan Batıcı anlayışlar dindar insanların inançları üzerinde ciddi tahribata yol açtı. Hâlâ bu gelişmenin yaraları, sarılabilmiş değil İslam dünyasında.

Bunun sonuçları kısaca ne oldu?

Sonuçta İslam dünyasında üç eğilim ortaya çıktı: a. Batılı değerleri, yerli ve millî değerlere tercih edenler, b. Güncel gelişme ve ihtiyaçları göz ardı edip geleneksel değerleri olduğu gibi koruyanlar, c. Geleneksel değerleri koruyarak günceli takip etmeye çalışanlar. Şu anda İslam dünyasında çeşitli adlar altında bu üç eğilimin çatışması yaşanmakta. Ancak ilginç bir gerçek, bunların üçü de iç içe geçmiş durumda. Bazen kimin nerede durduğunu, kimin samimi, kimin fırsatçı olduğunu tespit bile imkânsız. Anlık veya uzun vadeli gelişmelere göre insanlar garip savrulmalara maruz kalmakta. Kur’an’daki şu ayet bütün bunları özetlemekte: “De ki: ‘Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir!’” (İsra,17/84.) Demek ki insanların mizacı ve samimiyeti, rahat ve refah zamanlarında olduğu gibi sıkıntı ve zorluk anlarında da ortaya çıkmakta. Şükreden ve sabreden kazanmakta, aksi davranan kaybetmektedir.