Makale

SOSYAL İZOLASYON GÜNLERİNDE RUH HÂLİMİZ

SOSYAL İZOLASYON GÜNLERİNDE RUH HÂLİMİZ

F. Betül Yılmaz Eminsoy
Aile Danışmanı

Sanki biri uykumuzda bizi usulca almış, çok uzak bir diyara bırakmış da hiç haberimiz olmamış, uyandığımızda kendimizi bulduğumuz yerde şaşkınlık içinde sağa sola koşturur gibiyiz. Kaygılı, meraklı, acemi, öfkeli, gergin…

Çin’de ortaya çıkıp tüm dünyayı saran bir virüs girdi hayatımıza ve tüm düzenimiz alt üst oldu. Ev hayatı, iş hayatı, okul hayatı, sosyal ilişkiler, ekonomik dengeler velhasıl akıp giden ne varsa durdu ve hızla başka bir şekil aldı.

Virüslü günler hızla birbirini kovaladı; kişisel hijyen, sosyal mesafe, maske, eldiven, kolonya, dezenfektan derken okullarda eğitime ara verildi, camiler ibadete kapatıldı, yaşlıların ve ardından da gençlerin sokağa çıkması yasaklandı, restoran ve kafelerden başlayarak pek çok yer sırasıyla kapatıldı, şehirler arası yolculuklar yasaklandı ve zorunlu hâller dışında evlerimizden çıkmamamız istendi. Tüm bunları gerçekten biz mi yaşıyoruz, diye birbirimize bakıyoruz.

Hepimiz bir yandan bu bambaşka ve belirsiz hâle uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da birileri tarafından sürekli ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiği konusunda talimatlar alıyoruz. Ellerimizi nasıl yıkayacağımızdan tutun da market poşetlerini nasıl açacağımıza, çocuklara online eğitimde nasıl refakat edeceğimizden ev ofisi çalışma tarzının gereklerine kadar yönergelerle hareket ediyoruz.

Kimi; tam üretkenlik zamanı, okuyun, yazın, çizin, boyayın, pişirin, dikin derken kimi de bunun bir durma, kendine dönme, yavaşlama ve sakinleşme zamanı olduğunu söylüyor.

Kimimiz belki de hayatımızda ilk defa tüm aile bireylerinin sürekli bir arada olmasıyla ortaya çıkan yeni hâllere uyum sağlamaya çalışıyor kimimiz ise çalışmak zorunda olduğumuzdan hastalanma ya da sevdiklerine hastalığı taşıma kaygısıyla sınanıyoruz. Her hâlükârda hepimiz bu imtihanın yabancısı, acemisiyiz. Beden sağlığımız için virüsten kaçarken ruh sağlığımızı da salgının köpürttüğü korku ve kaygılardan korumaya çalışıyoruz. Biliyoruz ki beden sağlığı ve ruh sağlığı bir bütün; ruhumuzdaki sıkıntı bedenimizi, bedenimizdeki sıkıntı ruhumuzu etkiliyor.

Toplumsal ve bireysel olarak psikolojik dayanıklılığımız, biyolojik bağışıklığımız kadar önemli. Korku ve kaygının yayılma hızı ve etkisi virüsünkinden az değil.

Peki bu süreci ruhen en sağlıklı şekilde nasıl atlatalım?

Öncelikle uzmanların önerdiği tüm sağlık ve temizlik tedbirlerini özenle uygulayarak üzerimize düşeni yapalım. Bu tedbirleri uygulamak hem kendimize hem de yakın çevremizden başlayarak tüm topluma karşı sorumluluğumuzdur.

İçimizden gelmese dahi yemek ve uyku düzenimize dikkat edelim, bedenimizi hareketsiz bırakmayalım, nefes egzersizlerini öğrenelim ve uygulayalım.

Sevdiklerimizle bağlarımızı güçlü tutalım. Ailemizle, komşularımızla, dostlarımızla irtibat hâlinde olalım, konuşalım, yazışalım, görüntülü sohbet edelim, hâllerini hatırlarını soralım.

Evde çocuklarımızla ve eşimizle birlikte geçirdiğimiz vakitlerin çoğalması güzel. Yemekte, çayda, sohbette, ev işlerinde birlikte olalım. Bununla birlikte hem çocuklara hem eşimize hem de kendimize kişisel alan ve zaman da açalım.

Eşimiz ve çocuklarımızla çözemediğimiz çatışmaları bir süreliğine askıya alalım, sorun çözmeye çalışmak yerine ailemizin güçlü yanlarına, eşimiz ve çocuklarımızın güzel ve olumlu özelliklerine odaklanalım. Sabrımızın azaldığı zamanlarda kavga etmek, çatışmak yerine kendimize bir mola verelim, nefes alalım, dinlenelim, sakinleşemez isek duygularımızı yazalım.

Korku ve kaygımızı yaşama ve ifade etme noktasında çocuklarımıza model olalım.

Çocukların uzaktan eğitime uyum sağlayabilmeleri, zamanlarını verimli bir şekilde yönetebilmeleri, ekran karşısında geçirdikleri zamanı kontrol edebilmeleri konusunda anlayışlı ve sabırlı olalım.

Dış dünya ile tek bağımız olan telefon, tablet, bilgisayar ve televizyon ekranlarıyla geçirdiğimiz süre ister istemez arttı. Bu sebeple izlediğimiz, takip ettiğimiz içerik hakkında seçici olalım ve en azından günün belli saatlerinde ekrandan tamamen uzak kalarak zihnimizi dinlendirelim.

Evdeki sorumlulukları olabildiğince paylaşarak birlik ve yardımlaşma duygumuzu güçlendirelim.

Varsa hobilerimize zaman ayıralım ya da yeni hobiler, rahatlatıcı uğraşlar edinelim.

Dua edelim, ümit edelim, güzel düşünelim, duygularımızı pozitif bir dille ifade etmeye dilimizi alıştıralım. Kötü haberlerin ve kötü sözlerin yayıcısı olmayalım.

Fiili duayı da unutmayalım. Şimdiye kadar olduğumuzdan daha cömert olmayı deneyelim, ihtiyaç sahiplerini yalnız bırakmayalım. Elimizden maddi ya da manevi ne geliyorsa ikram edelim.

Güler yüzü huy hâline getirelim, gülümsemenin hem sadaka olduğunu hem de stres hormonumuzu azaltarak psikolojik sağlamlığımızı artırdığını hatırlayalım.

Koronavirüs ile tanışmadan önceki hayatımızda şikâyet ettiğimiz her ne var idiyse önemini ya tamamen kaybetti ya da öncelik sıralamamızda çok gerilere düştü.

Allah’ın izniyle hayatımızın altını üstüne getiren bu virüslü günlerden selamete çıktığımızda dünya yolculuğumuza, kaldığımız yerden aynen mi devam edeceğiz yoksa farkındalığı artan bireyler olarak hayata yeni gözlerle mi bakacağız.

Bu günler de elbette geçecek, peki geçtiğinde biz ne yapıyor olacağız? Önceki insanlığımızdan, kulluğumuzdan geri düşmüş mü olacağız, yoksa yol almış, yükselmiş mi?

Ne yapıyor olacağımızı büyük oranda şu anki tutumumuz belirleyecek. Ve bu günlerden selamete çıktığımızda şükür için kocaman mutlulukları, parlak başarıları, paraları pulları, şahane gelişmeleri beklememeyi öğrenmiş olacak mıyız? Ki yanlış ifade etmiş olmayayım; şu vakitlerde de şükredecek şeyler pek çok...

Fark etmeliyiz, görebilmeliyiz sıkıntı içindeki nimetleri. Hatırda tutmalıyız; şükür nimeti, şikâyet musibeti artırır.

Sözümün sonu duamız olsun. Âmin diyelim hep birlikte Eyüp peygamberin (a.s.) duasına:

“Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiyâ, 21/83)