Makale

KALBİN BAYRAMI

KALBİN BAYRAMI

Kaan H. Süleymanoğlu


Yetişkinler tekrar etmekten, gençler işin aslını merak etmekten usanmaz: Nerede o eski bayramlar? Nesiller gelir geçer, dünün çocukları büyüyüp bugünün yetişkinleri olur; evler değişir, şartlar değişir, insanlar değişir, dünya değişir ama eski günler, eski bayramlar özlemle anılmaya devam edilir. Geçmişle aramızdaki bu hasret ilişkisinin bir de adı var: Nostalji. Sözlükler ona kısaca “geçmişseverlik” diyor. Peki, hemen herkes için farklı yaşanmışlıklar ihtiva ettiği hâlde nasıl benzer duygularla ortaya çıkıyor geçmiş özlemi?

Her şeyden önce unutulmaması gerekir ki insan sosyal olduğu kadar duygusal bir varlık. Aklıyla ölçer, tartar ama pek çok kararı kalbiyle verir, adımlarını duygularının refakatinde atar. İnsan hayatı, muhtelif evrelerden oluşur ama bütün parçaları tespih taneleri gibi içten içe birbirine iliştiren bir ipe sahiptir. O ipin adı kalp, sonucu duygulardır. İnsan geçmişiyle ilişkisini kesip atamaz. Dünü özler, dünü güzelleştirir. Bilinç, mevcut durumdan rahatsızlık duyduğu veya geleceğin belirsizliği karşısında sendelediği zaman, ister istemez geçmişe yelken açar. Çünkü geçmiş yaşanmıştır ve hafıza tarafından filtrelenip gerektiği durumlarda kullanılmak üzere istiflenmiştir. Orada durmakta, çocukluğun, ilk gençlik çağının iyileştirici ikliminde demlenmektedir. İnsanın ne zaman başı sıkışsa, bulunduğu durumdan memnuniyetsizlik duysa yüzünü derhal geçmişe döner. İstemeden yapar bunu. Doğası itibarıyla yapar.

Altın Çağ Özlemi

Demlenme, bilindiği üzere bir canlılık alametidir. Değişim, dönüşümdür. Mazi, yapısı itibarıyla hiçbir zaman olduğu yerde, olduğu kıvamda kalmaz. Onu biz bugünkü ruh hâlimizle yeniden, tekrar tekrar kurgularız. Geçmişin yeniden kurgulanması, modern psikolojinin ilgi duyduğu konulardan biridir. İnsan geçmişinden uzaklaştıkça onu tasarlaması daha kolay hâle gelir. Örneğin, bireyin zor zamanlarda çocukluğuna sığınması, duyguları tarafından geliştirilen bir savunma mekanizmasının harekete geçmesi sonucu gerçekleşir.

Aslında geçen günler bir daha hiç geri gelmez. Ama biz onlarla ilişkimizi sürdürmeye, onları farklı giysilerle bugüne taşımaya devam ederiz. Tıpkı bireyin hayatında olduğu gibi toplumlar da geçmişleriyle benzer bir ilişki geliştirir. Tarih, bugünün ihtiyaçlarına göre her defasında yeniden kurgulanır. Yüzyıllar boyunca o üzerinde hiç ittifak edilemeyen “altın çağ” tasavvuru da benzer bir zihinsel kurgunun sonucudur. Bu temel farkındalık sayesinde, “Nerede o eski bayramlar?” serzenişinin aslında kronolojik bir tarih aralığından ziyade kişisel, psikolojik bir durumdan hareketle inşa edildiğini anlamış oluruz. Psikolojimizin düne dair bu illüzyonist tavrı, art niyetli değil. Bunu bizi korumak için yapıyor. Ancak bizim bu durumun daima farkında olmamız gerekiyor. Aksi hâlde nostalji saplantısı içinde bugünü heba eder, düne bakarken önümüzdeki fırsatları kaçırmış oluruz. Müslüman bireyin böyle bir lüksü yok. Çünkü yarından ziyade şu an yaşadığı andan, bugünden mesul ve sorumludur o.

İnsan İnsanın Yurdudur

Hepimiz biliyoruz ki insanın özlediği, geri gelsin istediği, el değmemiş saflıktaki yıllarıdır. Yoksa her nesil için bu serzenişin kendini tekrar etmesinin başka ne anlamı olabilir ki? Fakat günümüzde sosyal yapımızın bölünmeye maruz kalması, geniş ailenin modern hayata ayak uydururken kendini seyreltmesi, hanelerin kırsal bölgelerden kentlere doğru akarken form değiştirmesi gibi bir dizi realite, “Nerede o bayramlar?” hayıflanmasını klişe olmaktan çıkarıp bumbuz bir gerçeklik olarak önümüze koymuş bulunmaktadır. Bunu da göz ardı edemeyiz. Bayramlar büyüklerin, gariplerin, yolcuların, kimsesizlerin gönüllerinin alındığı, toplumda yediden yetmişe her bireyin kaynaştığı, aynı manevi atmosferin terennüm edildiği bir zaman dilimidir. Çocuklar sevindirilir, ölüler dualarla yâd edilir. Halk arasında, “Bir dahaki bayrama ya nasip?” denilerek vurgulanan hassasiyet, bayramın hayatlarımızda nasıl bir milat olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Bayramlar modern dünyada gittikçe seküler tutum ve davranışlarla maskelendi maalesef. Tatille özdeşleştirilerek aile bağları, toplumsal dayanışma, sılairahim, vefa göz ardı edildi, bireysel bir çerçeveye hapsedildi. Birbirimize küs değiliz ama küsmüşüz gibi yaşıyoruz. Buharlı makinenin keşfiyle dönmeye başlayan ağır sanayi çarkının bizi getirip bıraktığı yer, dijital bir dünyanın eşiği. Bu eşikte bizden kendi kendisine yetebilen bir tüketim nesnesine dönüşmemiz bekleniyor. Mutluluğu, eğlenceyi, rahatlamayı olabildiğince dar bir çevreyle paylaşmak bu dönemin gizli kuralı. Hazzı baş tacı eden kitleler, her şeyin hemen şimdi kendisinin olmasını istiyor ya da bekliyor. Çocuklarımızla aramızda yükselen, tuğlaları tablet ve telefonlardan oluşan duvardan rahatsızız. Ama kendi çevremizle aramızda ördüğümüz duvarların ne kadar farkındayız, bunu düşünüyor muyuz? Toplumlar birbiriyle sağlıklı ve sürekli ilişki içinde olduğu müddetçe ayakta durabilirler. Son aylarda yaşadığımız, insanlığa ağır kayıplar verdiren Covid-19 virüs salgını gösterdi ki insan insana muhtaçtır. Gemisini kurtaranın kaptan olamadığını anladık. Yalnız başımıza, sırf kendi keyfimiz ve arzularımız doğrultusunda hayatlar yaşayamayacağımızı gördük. Bugüne kadar aynı sokağı, mahalleyi, şehri, ülkeyi ve dünyayı paylaştığımız ama hiç umursamadığımız insanlarla aramızdaki doğrusal ve yaşamsal denklemi öğrendik. Topyekûn insanlık olarak dünyayı diğer canlılarla dengeli, bilinçli bir şekilde paylaşmamız gerektiğine dair ağır bir ders aldık.

Gönül Yapma Mevsimi: Bayramlarımız

Bayramlar gönül yapma mevsimleridir. Unutulmamalıdır ki modern hayatın en çok kırdığı, horladığı, kenara ittiği, görmezden geldiği gönüller olmuştur. Her şeyin matematiksel kaidelere bağlandığı, kâr zarar dengesinin yegâne belirleyici ölçü olarak öne çıktığı bir dünyada gönül, doğal olarak kendine yer bulamayacak, mahzun köşesine çekilecekti. Bayramlar, Cenab-ı Allah’ın (c.c.) biz kullarına ihsanı olarak gönüllere karşı ödevlerimizi hatırlamamızı sağlar. Yalnızlık içindeki büyüklerimizin gönüllerini bayram yerine çevireceğimiz, kimsesizleri, yetimleri sevindireceğimiz, yoksulları hatırlayacağımız, gönüllerini alacağımız, öz saygılarını pekiştireceğimiz, dualarına talip olacağımız eşsiz fırsatlardır. Evladının yüzüne hasret anne babalar olduğu gibi anne babasının yüzüne hasret evlatların da olduğunu unutmamak gerekiyor.

Gönüller yapıldığında, insanlar mutlu edildiğinde, bayram sevinci halelenerek evimizden başka evlere, kalbimizden başka kalplere doğru yayıldıkça, Rabbimizin bize bahşettiği nimetlere bir nebze de olsa şükrümüzü ifa etmiş olacağız. Peygamberimiz (s.a.s.) zaman zaman ashabına, “Bugün içinizden bir hasta ziyaret edeniniz, bir cenaze teşyiine katılanınız ve bir yetim başı okşayanınız var mı?” diye sorardı. (Müslim, Fezailü’s-sahabe, 12) Onları böyle davranışlara teşvik ederek yüksek bir şuur elde etmelerini sağlardı. Bugünlerde dünyayı etkisi altına alan salgın sebebiyle Peygamberimizin bu güzel tavsiyesine uyma imkânı bulamasak da şartların elverdiği ölçüde adımlar atabiliriz. Bir telefonla bile olsa hastalarımızın hâlini sorabilir, yaşlılarımızın gönlünü olabilir onların yanında olduğumuzu hissettirebiliriz. Ayrıca içinde bulunduğumuz şartları tefekkür ederek bu hadisin izinde gelecek için kararlar alabilir, davranışlarımızı gözden geçirebiliriz. Bugün savaşlarda mağdur olan, zulme uğrayan, yokluk içinde yaşam mücadelesi veren insanlar dünden hiç de az değil. Ayrıca gelişen iletişim imkânları ve sosyal yardım organizasyonları sayesinde onlardan daha kolay haberdar olabiliyoruz. İstiklal Marşı şairimiz merhum Mehmet Akif, sorumluluğumuzu bize şu mısralarla hatırlatıyor: “Hiç sıkılmaz mısın Hazret-i Peygamberden? / Ki uzaklardaki bir mümini incitse diken, / Kalb-i pakinde duyarmış o musibetten acı, / Sizden olur elbette ruh-i Nebi davacı.”

Müminler Ancak Kardeştir

Ülke olarak içinden geçtiğimiz çetin süreç, bizim sorumluluğumuzu da artırıyor. Olanın olmayana, yetenin yetmeyene yardım elini uzatması gerekiyor. Böylece tarihte eşine az rastlanır bu sarsıntıdan daha az yara alarak kurtulabiliriz. Yaşadığımız günler, elimizdeki bütün nimetlerin fani olduğunu bizlere bir daha hatırlatmış oldu. Özellikle böyle tarihî dönemlerde fakirler, yetimler, yaşlılar ve kimsesizler kaderine terk edilmemeli, kamu imkânlarıyla sağlanan önemli yardımlarla yetinilmemeli, bunların yanı sıra bireysel sorumluluk alanımızda el uzatabileceğimiz inisiyatifler almalıyız. Batılı ülkelerde evsizlerin ve kimsesizlerin maruz kaldığı muamele biz Müslümanların hayal bile etmekten utanç duyacağı bir ölçüdedir. Kapitalist sistem kâr elde edemediği, kendi çarkına eklemleyip fayda devşiremediği her kişiye yaptığını yaparak onları hayatın dışına itmiş, görmezden gelmiş ve tabiri caizse ölmeden mezara koymuştur. İslam medeniyetinde insan, soyundan sopundan, makamından mevkiinden, maddi olanaklarından ayrı tutularak sırf insan olmasından mütevellit saygıya, insani muameleye ve hürmete layıktır.

Bugün bayramları, dünden çok daha güzel kutlamak için önümüzde açık sayfalar gibi pek çok hüzünlü hikâye duruyor. Bize düşen onlara doğru gönülden bir adım atmak. Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, “Müminler ancak kardeştirler.” Öyleyse kardeşlerin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” buyuruyor. (Hucurat, 49/10) Bayramlar kardeşliğimizi hatırlamanın, küslükleri bir kenara bırakmanın, vakti Müslümanca bir tasnife tabi tutmanın, gönlü başköşeye oturtmanın, gönülden gönüle köprüler kurmanın zamanıdır. Eğer bayram büyükleri, garipleri, kimsesizleri, aç ve susuzları, çaresizleri sevindirmek ise bugün dünya üzerinde daha çok işimiz var demektir. Hatıralarımız, eski bayramlarımız, muhayyilemizin başköşesinde dursunlar. Onlar yani eski bayramlar, her zaman insanın içindedir ve hiçbir yere kaybolmayacaklar. Ama dünden daha çok insanın bizden merhamet, şefkat, yardım beklediği bir dünyada yaşadığımızı unutmamalıyız. Gerçek bayramlar, yaraların derinleştiği zamanlarda anlamını kazanır. Bu da demek oluyor ki nerede o eski bayramlar sorusunun cevabı karşımızda duruyor: Burada o eski bayramlar! Hemen yanı başımızda! Belki telefonun diğer ucunda, belki sokağımızda, belki mahallemizde, belki bugüne kadar görmezden geldiğimiz hâlde çok yakınımızda duruyor. Ramazan boyunca oruçla bereketlendik, iftar ve sahurla sofralarımızı şenlendirdik.

Ramazanın kalplerimize ilham ettiği şefkat ve merhameti, dürüstlük ve diğerkâmlığı, cömertlik ve fedakârlığı, hakkı ve adaleti bayramla davranışlarımızın başköşesine oturtacağız şimdi.

Bayramlar bizim için sonu gelmez dünya telaşının ve modern meşguliyetlerin bile elimizden alamadığı, inşallah hiçbir zaman da alamayacağı esenlik adaları, kardeşlik köprüleri. İnsanlık olarak içinden geçtiğimiz şu çetin günlerde ona daha çok ihtiyacımız var. Var olsun bayramlarımız. Mübarek olsun.