Makale

ESTETİK VE SANAT ŞUURU

ESTETİK VE SANAT ŞUURU

Sanat, ruhun anlatmak ve haykırmak istediği bir sözcük veya ifade biçimidir. İnsandaki hissiyatın membaı ve kaynağıdır. Bu yüzden hissiyat, kişinin hayal ve duygularını temsil eder. Sezgidir de diyebiliriz. Sevgisini, üzüntüsünü, mutluluğunu, heyecanını, nefretini, kinini, duygu ve tahayyülünü temsil eden mefhumların tamamıdır. Bütün bunların ilim, fikir ve estetikle maddede bir şekle veya manaya bürünmesi sanatı oluşturur.

Sanat, meydana geldiği mecranın ruh ve mana esintilerinden bizlere ipucu vermektedir. Kendisini meydana getiren, iliklerine kadar beslendiği ve şekillenebilme imkânı bulduğu öz kültür ve medeniyet kimliği içerisinde zengin bir birikimin harmanlandığı mecradır.

Güzel sanatlar, dil ve edebiyatın yanında; fikriyatın, inancın, değerlerin, yaşam tarzının, seziş ve duyuşun ifade ediliş tarzıdır. Bu yüzden dinî, coğrafi, sosyal ve kültürel farklılık göstermektedir. Aynı zamanda bu farklı özelliklerle de yegâne, edebî ve değişkendir. Bu tür vasıflara sahip olması aynı zamanda, dilin aciz kaldığı ve anlatmaya kelime/kavram bulamadığı zaman, meramın anlatılmasına ve açıklanmasına sözcülük yapmasındandır.

Sanattan maksat bizi biz yapan bütün değerlerin ve kültürel motiflerin soyut hâlden somutlaşması, maddeye aktarılması ve maddeye aktarılan mananın da uzun soluklu olmasının sağlanması ve işlenmesidir. Bu maksatla meydana gelen sanat, estetik ruh ve öz manasıyla birlikte kişiyi, kendi kendisinde bir yolculuğa çıkarıp benliğinde kendisini bulmasına yardımcı olmaktadır. İnsan kendi benliğinde “zübde-i âlem” şuuruna ulaşabildiği zaman kendini bilmiş olacaktır. Kendisinin “kul” olduğu hududuna varan insan bu şuurla da Rabbini bulmaya yönelecek ve O’nu bulacaktır. Bu durum, “Kendini bilen haddini, haddini bilen de Rabbini bilir.” gibi çok güzel bir sözle daha da bir anlaşılır hâle gelmektedir. İşte bu tefekkür yolculuğunda kişiye katık, gıda veya yol arkadaşı olan sanat, ona ruh gücü verdiğinden dolayıdır ki ecdadımız sanatta daima daha güzeli yani estetiği yakalamaya gayret etmiştir.

Bu sebepten sanat, anlatılmak istenen meramın ve verilmek istenen mesajın şekil, kavram, kelime, renk, ses, yazı, mimari boyutlarında estetik hâlini alması “hikmetin başı olan Rabbi bulmaya” vesiledir. Bu yüzden sanat bizlerde yegâne ve edebîdir. Sanatkâr, çağının şartlarını bilip şartların ilgisine meyilli olup içinde bulunduğu kültür desenleriyle de barışık olan, yani içinde yaşadığı cemiyet hayatı ve şartlarının sanata en büyük kaynak olduğu şuuruyla hareket edip yüzyılları aşan uzun soluklu eserler meydana getirebilen kişidir.

Türk İslam kültür ve medeniyetinde sanat, fert ve cemiyet hayatında mutluluk, huzur, saadet ve nezaketi amaç edinen bir ortamda gelişme göstermektedir. Millî, manevi, ahlaki ve vicdani değerlere sımsıkı bağlı olunup da bu ruh ve şuurla eserler vermek, bizi biz yapan değerlerin maddeye nakşedilmesinden başka bir şey değildir. Bu işlem bizlerin sanat hatlarını oluşturmuş ve şekillendirmiştir. Hazreti Nebi (s.a.s.) Efendimiz’in dahi “Ya Rabbi bana eşyanın hakikatini öğret!” diye duada bulunması biz Müslümanları eşyanın ve meydana gelen hadiselerin sırlarını çözmeye ve anlamaya meylettirmiştir. Bu ilahi sırlar, bizlere ilham olmakla birlikte bizleri bu ilhamla maddeyi hem anlamaya hem de şekillendirmeye yönlendirmiştir. Böyle bir durum karşısında insanın, Rabbinin yarattığı canlı cansız bütün mevcudatın bünyesinde olan güzelliği görüp bu güzelliklerle mana âlemine meyletmesi, ilahi sırların mesajına vakıf olmaya çalışması ve sanat eserlerinde de bunu desen desen nakış nakış işleyebilmesi bizlerin sanat anlayışında esas teşkil etmiştir.

Sanat, Yunus Emre’nin dilinde “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” diyerek merhameti mısralaştırır, Mimar Sinan’ın elinde Süleymaniye ve Selimiye gibi azamet ve vakarın maddede can bulmuş şeklini alır; Itri ve Dede Efendi’de ses, Eşrefoğlu’nda şiir, Devlet-i Aliye’de yaşam şekline dönüşmüş hâldedir; lif lif örülür ve desen desen işlenir. Bu yüzden sanat yazılı, sözlü, sesli, renkli ve görseldir.

Bizde sanat, sanatkârlar eliyle fâni olandan baki olana bir merhale ve bir basamaktır. Bu merhalede pişen ve ilahi kalıplarla muhteviyat kazanan eserler, insanı hikmet arayıcısı hâline getirmektedir. Olması gereken de zaten budur. Sanatkârlar eliyle eşya, madde ve sanatın birbirleriyle olan şahane münasebeti, esnek ve estetik ruhla, kâinat üzerinde yüce yaratıcının birliğini fısıldayan ilahi bir muştu hâlini alır. Sanatın amacı “güzele ulaşmaktır” şuuruyla, eserden müessire giden yolculukta sanat eserleri, evrenin asıl sanatkârını bizlere işaret etmektedir. Yakın dönem mütefekkirlerimizden Necip Fazıl Kısakürek ne güzel demiş: “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış/Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış”

İnsanoğlunu bunalıma, bulanıklığa ve huzursuzluğa yönelten ve yönlendiren şey asla sanat değeri taşımaz. Bu yüzden insanın madde ve eşyayla münasebeti hikmeti idrak ettirecek hâlde olmalıdır. Fazlası materyalizme götürür ki bu da kötü bir nihayettir. Manevi ve ahlaki ruh taşımayan eser, madde olmaktan ileriye geçemeyeceği için bu durum, sahibi olduğu medeniyeti çöküşe, cemiyetini çözülüşe ve fertlerini de mutsuzluğa düçar edecektir.

Sanatın millî, manevi, ahlaki ve vicdani vasıflarla birlikte kimliği, şahsiyeti, üslup ve usulü olmalıdır. Özellikle kendi öz değerlerimizin ilham verici güzellikleriyle millî sanatımız oluşturulmalı veya devam ettirilmelidir. Dünya tarihine damga vurmuş bir millet olarak her bir değerimizin muhafaza ve müdafaasını yapmak kadar bunların özgüveni içinde bulunmak da önemlidir. Sanatımızın şahsiyetine ve kimliğine zararlı olabilecek her türlü esinti ve etkilere karşı koyabilecek yetenekte ve ayıklıkta olmak gerekmektedir.

Bizim sanatımız maddeden manaya, fâni olandan baki olana, güzelden en güzeline ve eserden müessire ulaşma azim ve gayretinde olduğu için gün, bu ruh ve düşünceyle medeniyetimizin sanat bölümünü çeyiz hazırlayan gelinlik kızın el emeği göz nuruyla dantel gibi örme ve işleme hassasiyetiyle desen desen işleme günüdür.