Ada vardır uçsuz bucaksız okyanus ortasında, keşfi heyecan verir, el değmemiş tabiatı esrarengizdir ama kendi hâlindedir, sahipsizdir, tecrit yeridir. Ada vardır güç savaşlarının merkezindedir, gözdedir, sahipleri yitirmek korkusu ile hep tedirgin, teyakkuzda. Körfezleri, boğazları, iç denizleri, yarımadaları gibi adaları da kıymetlidir üç kıtayla çevrelenmiş Bahr-ı Sefid’in. Rodos, Kıbrıs gibi Girit gibi uluslararası ticarette söz sahibi olmak yahut askerî gücü elinde tutmak isteyenler için kilit bir noktasında yer alır Akdeniz’in. Adalar Denizi’nin Osmanlı’nın Ege’ye verdiği isim dördüncü büyük adasıdır. Doğu Akdeniz’den Sicilya’ya, Boğazlardan Mısır’a kadar eski deniz yollarının kesiştiği bir mevkide konumlanan Rodos, ana karası Anadolu’nun güney batısında ve çok yakınındadır. Marmaris ile Rodos limanları arasındaki mesafe 45 kilometredir. Adada iskân üç bin yıl önce başlamış. 1400 kilometrekarelik yüzölçümünün büyük bölümü verimli topraklarla kaplı Rodos, tarih boyunca zeytin, üzüm, incir ve turunçgil üretimi ile şarap ve zeytinyağı ticareti yapmış. Balıkçılık, sünger avcılığı ve tersanecilik Adanın geçim kaynakları arasında yerini almış. Menteşe adalar grubunun (On İki Adalar) en büyüğü ve yönetim merkezi olan Rodos, ticaretini büyük oranda ana karası Anadolu ile gerçekleştirmiş ve deniz ticareti sayesinde zengin olmuş. Miken, Pers, Makedon, Roma, Bizans, Arap, Ceneviz, Venedik devirlerini yaşayan Rodos, XIV. yüzyıldan itibaren Saint Jean Şövalyeleri’nin yurdu olur. (1309) İki asır boyunca burada hüküm süren Şövalyeler, Kudüs’ten çıkarılmanın kuyruk acısıyla adanın kuzey ucundaki Rodos şehrini Orta Çağ Avrupası’nın en sağlam kalesi olarak anılan surlarla çevirirler. Başlangıçta Aydın ve Menteşe beylikleriyle antlaşmalar yapan Şövalyeler zaman içinde Anadolu ve Doğu Akdeniz kıyılarındaki Müslüman devletlere saldırırlar. Osmanlı-Venedik savaşında Venediklilere destek vermeleri üzerine Fatih, bölgenin ve boğazların emniyeti için Rodos’a sefer tertip eder ancak sefer amacına ulaşamaz. (1480)
Fatih’in vefatı sonrasında ağabeyi ile giriştiği taht mücadelesini kaybeden Cem Sultan’ın Rodos’a sığınması Adanın ve Bodrum’un alınmasını 42 yıl geciktirir. Şövalyeler Osmanlı şehzadesinin ilticasını kendi lehlerine kullanırlar. Yavuz Selim döneminde Doğu Akdeniz sahillerinin tamamen Osmanlı toprağı olmasıyla bölge güvenliği için zaruri hâle gelen Rodos’un fethi Kanuni döneminde gerçekleşir. (1522)
Rodos kalesi çift sıra muazzam surlarla ve bu surlar boyunca sarp kayalar arasına kazılmış derinliği 17, genişliği 40 metreyi bulan hendeklerle çevrilidir. Sultan Süleyman’ın bizzat ordusunun başında bulunduğu harekat karadan ve denizden yürütülür. Peçevi’nin “Şüheda kanıyla burç ve bârûyı kal’a lâlegûn olmuşdur.” diyerek anlattığı zorlu mücadele zaferle sonuçlanır. Kanuni, şehrin anahtarını teslim eden Şövalyelerin, tarikatın kutsal emanetleri ve hazineleri ile birlikte Adadan ayrılmalarına izin verir.
Kudüs’ten sonra Rodos’u da terk etmek zorunda kalan Haçlı Şövalyeleri’nin Müslümanlar karşısındaki bu ikinci büyük yenilgisi Hristiyan Avrupa’yı oldukça üzmüştür. Yüz küsur yıl sonra, D’Avenant’in yazdığı “The Sieges of Rhodes” isimli tiyatro, Şövalyelerin Müslüman Türk’e karşı Rodos savunmasını işleyecek, yenilgi içinde büyüyen hırs ve intikam duygusuyla İngiliz edebiyatının en tesirli dramlarından biri yazılıp sahnelenecektir. (1634)
Kanuni, fetihten sonra farklı milletlere ev sahipliği yapmış Adada ve Rodos şehrinde eski dokuyu muhafaza ederek imar ve iskân faaliyetlerini başlatır. Muhteşem kalenin Türk toplarıyla dövülen surları ve burçları, orijinal hâlleri korunarak tamir edilir. Fethin sembolü olarak Saint Jean gotik katedrali camiye çevrilir. Bu abidevi eser üç asırdan fazla Ada Müslümanlarının cami-i kebiri olarak hizmet verdikten sonra talihsizlik üzerine talihsizlik yaşamış, 1840 yılında çıkan yangında ve sonrasında gerçekleşen depremde büyük zarar görmüş, 1856’daki baruthane infilakında ise tamamen çökmüştür.
Sultan Süleyman iç kalenin yüksek kısmına camisi, imareti, medresesi, hamamı olan bir külliye inşa ettirir, kendi adıyla anılan zengin bir vakıf kurar. (1540) Adadan ayrılan Latin- lerin kilise ve şapelleri camiye dönüştürülerek korunduğu gibi zaman içinde başka vakıflar kurularak Müslüman toplumun ibadethane ihtiyacını karşılamak üzere İbrahim Paşa Camii (1540), Receb Paşa Camii (1588), Murad Reis Camii (1636), Sultan III. Mustafa Camii (1764) gibi yeni camiler ve mescitler; tüm Rodos halkının sosyal ihtiyaçlarını karşılamak üzere mektepler, medreseler, hanlar, hamamlar, çeşmeler, su yolları, su kuyuları, kütüphane, saat kulesi inşa edilir.
Fetih sonrasında iskân politikası doğrultusunda Rodos Anadolu’dan gelen halkın yurt edindiği yerlerden biri hâline gelir. Osmanlı döneminde Rodos’un asıl sakinleri Türkler, Rumlar ve Yahudilerken zaman içinde buraya Avrupalılar, az sayıda Mısırlı ve Ermeni de yerleşir. Ayrıca İran şehzadeleri, Eflak boyarları, Kırım ve Dağıstan hanları, Anadolu ve Arabistan’dan göçebe aşiretler ve Yemenliler Adanın demografik yapısına çeşitlilik katmış, dört asra yakın bir zaman çok kültürlü bir toplum olarak huzur ve selametle yaşamışlardır.
1534 yılında Rodos, bütün Osmanlı adalarının bağlı bulunduğu Cezayir-i Bahr-i Sefid Beylerbeyiliği’nin bir sancağı iken daha sonraları idare merkezi olur. Bundan sonra yönetim Akdeniz’deki tüm güvenlik faaliyetlerinde rol alır ve Rodos Osmanlı donanmasının her türlü yapım, bakım, onarım ihtiyacını karşılayan, erzak ve asker takviye eden üssü olur.
XIX. yüzyılın ilk yarısında Adalar Denizi’nde dengeler değişir. Mora’da başlayan Rum isyanı, Yunanistan’ın kurulmasıyla sonuçlanır. (1830) Mora yarımadasının doğusunda yer alan Eğ- riboz ile Sporad ve Kiklad adalar grubu Yunanistan’a bırakılır. 1912’de Trablusgarb’da başarısızlığı hazmedemeyen İtalya, Rodos ve civarındaki adaları işgal eder. Lozan Konferansı’nda alınan karara göre Gökçeada ve Bozcaada Türklere bırakılır, Rodos ve On İki Adalar İtalyanların, geri kalan tüm Ege adaları ise Yunanlarındır.
31 sene süren İtalyan işgalinin ardından Rodos, II. Dünya Savaşı yıllarında önce Almanların daha sonra da İngilizlerin eline geçer. Harp sonunda imzalan Paris Antlaşması’nda Rodos ve On İki Adalar Yunanistan’a devredilir. (1947) Bu tarihten itibaren Adada huzuru kalmayan Türkler Türkiye’ye göç etmeye başlarlar.
Bugün Rodos’ta küçük bir Müslüman-Türk topluluğu mevcuttur. Lozan Konferansı sonrasında yapılan mübadele sözleşmesi sırasında Rodos İtalyan hakimiyetinde olduğundan Rodos Türkleri mübadeleye tabi olmazlar. Yunan hükümetleri tarafından azınlık haklarından mahrum bırakılırlar. Yeni nesiller okullarda kendi dil ve din eğitimlerini alamadıkları gibi yakın zamana kadar papazların verdiği din derslerine katılmak zorundaydılar.
Doğu Akdeniz’in önemli liman şehirlerinden biri olan Rodos, tarihî varlıklarıyla farklı medeniyetlerin izlerini taşır. Rodos mutasarrıfı Namık Kemal’in mektuplarında konu ettiği gibi iklimi hoş, havası serin, suları lezzetli ve soğuk, toprağı verimli, meyveleri tatlıdır Rodos’un. Eski gravürlerde kale surları, ihtişamlı kuleleri ve kapıları, surların ardından görünen ince minareleri, yel değirmenleri, limanda yelkenlileriyle sanki bir masal diyarıdır.
İçkale’de Süleymaniye Camii ve Külliyesi Rodos’taki en önemli Osmanlı eserlerinden biridir. Külliye içine sonradan inşa edilen Hâfız Hacı Ahmed Ağa Kütüphanesi’nde (1794) Türkçe, Arapça ve Farsça yazma eserler bulunuyor. Murad Reis Camii Külliyesi içinde yer alan Murad Reis Türbesi, İran şehzadesi ve Kırım hanlarına ait türbelerin de bulunduğu hazire görülmeye değer. Kale içindeki Sultan III. Mustafa Camii 1977’den beri Rodos Türkleri için nikah salonu olarak kullanılmakta olup caminin hemen yanındaki Yeni Hamam, Yunanistan sınırları içinde günümüze ulaşan en büyük hamamlardan sayılıyor. Limana hâkim bir tepede yer alan Fethi Paşa Saat Kulesi (1852) ise turistler için enfes manzaralar veren bir seyir kulesi.
Bugün Rodos’ta sadece İbrahim Paşa Camii -Cuma ve öğle namazları için- ibadete açıktır. 1978’de kapatılan ve hâlihazırda müze olan Süleymaniye Ca- mii’nde ise on yıldır özel izinle sadece bayram namazları kılı- nabilmektedir. Ayakta kalan on üç cami sağlık merkezi, kafe, nikah salonu, kilise gibi farklı amaçlar için kullanılmaktadır.
390 yıl Osmanlı toprağı olan Rodos ve On İki Adalar Lozan’da tamamen kaybedildi. Altı ay süren mücadeleyle, on binlerce şehit verilerek alınan Rodos, sahip olmak için hiçbir bedel ödemeyen Yunanistan’a bırakıldı. Torosların karlı zirvelerini görecek kadar ana karasına yakın Rodos’un mahrum Türkleri bu hakkaniyetsiz hâkimiyetin kurbanları oldular. Bugün Adada onca tahribe rağmen varlığımızın silinememiş izlerine mukabil Rodos’un Anadolu Türklerinin hafızasından silinmesi, yabancılaştırılması ne kadar acıdır.