SABOTE EDİLEN BARIŞ
Nermin TAYLAN
Türk-Ermeni münasebetleri ilk olarak Türklerin Anadolu topraklarına ayak basması ile başlamış ve asırlar boyu huzur, barış ve ticaret ortaklığı ile devam etmiştir. Aynı vatanda yaşayan bu iki millet yeri gelmiş kardeş olmuş, yeri gelmiş ekmeğini paylaşmayı vazife bilmiştir. Selçuklu ve Osmanlı yönetimi altında yaşayan Er- meniler din farklılıklarından kaynaklanan bir sebep yahut ırki bir olumsuzluğa asla tabi tutulmamışlardır. Özellikle Osmanlı yönetimi altında bulundukları dönemde Ermeniler, yüzyıllar boyunca İmparatorluğun hemen her yerine dağılmış;
mal, can ve ırzlarının emniyeti, asayiş ve huzur içerisinde, din açısından son derece serbest, ekonomik anlamda ise oldukça rahat bir şekilde hayatlarına devam etmişlerdir. Ticaret ve sanatla uğraşmalarının yanı sıra devlet kademelerinde önemli görevlere de tayin edilmişlerdir. Gerek Osmanlı Devleti’nin kendilerine gösterdiği müsamaha gerekse Ermeni halkının devletine karşı hâl ve tavırları özellikle XIX. yüzyılda “tebaa-i sadıka” olarak anılmalarına yol açmıştır. Yani Osmanlı Devleti Hristiyan tebaasına karşı eşit davranarak, birini diğerine tercih etmemiştir.
Osmanlı’nın teknolojik ve askerî anlamda eski ihtişamlı günlerine geri dönmeye çabaladığı bir zamanda Balkanlarda yaşayan Hristiyan topluluklardan sesler yükselmeye başlar ve önce Sırplar sonra sırasıyla Yunanlılar, Romenler ve Bulgarlar, Avusturya başta olmak üzere Avrupalı büyük devletlerin destek ve kışkırtmaları neticesinde isyan ederler. Bir türlü bastırıla- mayan isyanlar neticesinde her biri bağımsız birer devlet olarak ortaya çıkar ve tabii bu da Er- meniler için özendirici bir durum arz eder. Tabir yerinde ise Batı’daki yangın artık doğuya sıçrayacak, nice ciğerler acıyla kana boyanacaktır.
Ermeni milliyetçilerin başlangıçta çok da aşırı olmayan bu fikirleri; misyonerler, yabancı okullar ve bazı büyük devletlerin desteği ile giderek güçlenir, kilisenin de desteği ile bağımsızlık fikri isyan hareketine doğru ilerler. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonucunda imzalanan Berlin Anlaşması ile Ermeni meselesi artık uluslararası bir boyut kazanır; başta Rusya olmak üzere Osmanlı’yı “hasta adam” olarak görüp topraklarına sahip olma hayalleri gören Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletine baskı olarak kullandıkları bir sorun hâline gelir. Hasta olarak nitelendirdikleri devleti yıkmak için o devlete sadakatiyle sıfatlandırılmış olan bir milleti maşa olarak kullanıp vakti geldiğinde onun da celladı olmaktan geri durmayacaklardır.
Büyük devletlerden “para, silah, cephane desteği” ve dahi “daima arkalarında olma ve büyük bir Ermenistan kurma sözü” ile cesaret alan Ermeni milliyetçileri, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurmak amacıyla komiteler kurarak silahlı harekete başlarlar. En önemlileri Hınçak ve Taşnaksutyun olan bu komiteler ihtilal yolu ile Türkiye’de yaşayan Ermenileri bağımsızlığa kavuşturma sevdasıyla çeşitli provokasyonlarla kendi milletlerini kışkırtıp dış güçlerden edindikleri silahlarla bölge bölge isyanlar çıkarmak suretiyle Doğu Anadolu’yu âdeta kan gölüne çevirmişlerdir. Öncelikle Maraş ilimizin Zeytun bölgesinde uzun yıllardır baş gösteren Ermeni isyancılar bu defa askere alınma meselesi yüzünden yeniden harekete geçerek ayaklanmışlar ve devletin asayişi sağlama adına gönderdiği askerini esir almaya kadar gitmişlerdir.
Yüzlerce Müslümanı katlederek isyanlarına devam eden Ermeni komitacılar alınan askerî tedbirlerle biraz olsun durdurula- bilmişlerdi. Ancak 1890 yılında Erzurum’da çıkan olaylar, Kumkapı Ermeni Patrikhanesi Kilise- si’ndeki feci hadise (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, hr.sys, 2823/60.), Yozgat vakası (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Y. PRK. KOM, 8/47.), Sason’da Hamparsum ve arkadaşlarının çıkardığı isyan, İstanbul’un çeşitli yerlerindeki Ermeni ayaklanmaları, Maraş ve Van civarındaki “dillerin bile anmaya güç bulamadığı” acı olaylar durmaksızın devam etti. (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, HR.SYS. 2791/12.) Adana İsyanı, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş esnasında Doğu Anadolu vilayetlerindeki faaliyetleri, Ruslara verdikleri destek ile Rus ordusuyla birlikte işgal ettikleri bölgelerdeki Müslüman halka yaptıkları zulüm artık ayyuka çıkmıştı. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nu sırtından vurmak suretiyle itilaf devletleriyle işbirliği içerisine girmişlerdi.
Tarihler 24 Nisan 1915’i gösterdiğinde Osmanlı Devleti artık tüm bu olaylara bir son vermek için Ermeni komite merkezlerini kapatarak elebaşlarını tutuklamıştır. Ancak Osmanlı’nın bu girişimi de olayları önlemeye yetmemiş, alınan tedbir ve önlemler büyük ölçüde arttırılmış, isyana kalkışan ve Ruslarla işbirliği yapan bölgeler başta olmak suretiyle “sevk” ve “iskân” uygulaması başlatılmıştır.
Ermenilerin iskân işlerinin adil bir şekilde yapılabilmesi için Dâhiliye Nazırı Talat Bey, Dâhiliye Nezareti İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyeti tarafından alınması gereken önlemleri şu şekilde sıralamıştı: “Nakli gerekenler, iskân edilecekleri yerlere refah içinde can ve mal güvenlikleri sağlanarak sevk edileceklerdir. Gittikleri yerlerde kesin yerleştirilmelerine kadar geçimlerini sağlayabilmeleri için kendilerine göçmen ödeneğinden yardım yapılacaktır. Eski mali durumlarına uygun olarak kendilerine arazi ve mal verilecektir. (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi,
DH. ŞFR, nr: 53/305; Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, mvm, nr: 198/163.) Ayrıca hükümet tarafından göçmenler için ev yaptırılacaktır. Çiftçilere tohumluk, zanaat erbabına alet edevat verilecektir. Terk ettikleri taşınabilir mal ve kıymetler kendilerine ulaştırılacak, bu mümkün olmadığı takdirde bunların karşılığı para olarak ödenecektir. Boşaltılan şehir ve kasabalarda bulunan Ermenilere ait gayrimenkulle- rin sayımı yapılacak, bunların cinsleri, miktarları ve kıymetleri tespit edildikten sonra köylere yerleştirilecek diğer muhacirlere verilecektir. Ermenilerden boşaltılacak yerlere iskân edilecek muhacirlerin kullanabilecekleri mallar, yani zeytinlik, dutluk, bağ ve bahçeleri, han, fabrika, depo ve dükkân gibi gelir getirecek taşınmaz mallar açık artırma ile satılacak veya kiralanacak; elde edilecek gelir, sahiplerine verilmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.” (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, MVM, Nr: 198/163; Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. ŞFR, Nr: 54/202, 381; 55/107.)
İlk önce Van, Erzurum, Bitlis ve Çukurova bölgesi iskâna tabi tutulmuş ancak sonrasında diğer bölgeler de iskâna dâhil edilmiştir. Her kafileye bir doktor, her hamile kadına süt verilsin, döndükleri zaman borçları ertelenmiş olsun, malları kendilerine geri verilsin minvalinden emirlerle iskâna tabi tutulan Ermenilerden ilk kafile önce Konya’ya gönderilmiş, daha sonrakiler ise Musul ve Halep vilayeti ile Zor bölgesine kaydırılmıştır. Yani Osmanlı Ermenileri iskâna tabi tutmuş ancak onlara yine kendi ülkesi içerisinde hayat imkânı sağlamış ve en önemlisi ise geçici bir süre savaşın direkt etkisinden ve karşılıklı çatışmalardan korumak için ülkenin güvenli bir başka bölgesine yerleştirmiştir. Sevk ve iskân sırasında her türlü can ve mal güvenliklerinin sağlanıp ibadetlerinin karşılanıp onurlarının korunması için mümkün olan tüm önlemleri almıştır. Emirlere uymayan veya ihmalleri tespit edilen görevliler ise bizzat devletin sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanarak idama kadar varan cezalarla cezalandırılmışlardır. (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi. DH. ŞFR, 58/38. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi. DH. ŞFR, 58/47. DEMİREL, Muammer, Ermeniler Hakkında İngiliz Belgeleri (1896-1918) British Documents On Armenians, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.)
Osmanlı Devleti’nin tarihî sürecine baktığımızda kendi içerisinde hemen her dönem çıkan isyanlar için din ve etnik kökene bakılmaksızın bu şekilde önlemini aldığı net bir şekilde anlaşılmaktadır. (TC. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Osmanlı Belgelerinde Sevk ve İskân. Yayın no: 91. Ankara 2007.) Hakikatin bu olmasına ve tehcir meselesinin tamamıyla karşılıklı mukateleyi önleme ve özellikle Ermeni halkını koruma amacıyla yapıldığı Osmanlı arşiv vesikalarından net bir şekilde anlaşılmasına rağmen bazı Batılı ve Ermeni çevreler iddialarını tarihî ve ilmî temellerden ziyade hatırat türü sübjektif eserlere dayandırmaktadır. Oysa tarihî olayları belirli bir sebep sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirip belirli bir tutarlılığı olan bir bütün olarak ele almak yerine, Ermeni isyanında şimdiki Ermenilerin işlerine gelen argümanları çekip çıkardıkları bir bilgi ambarı olarak kullanarak, tarihi 1915 yılına hapsetmek suretiyle gerçekleri çarpıtmaktadırlar. Özellikle “hiçbir sebep yokken ve en sadık tebaası olarak gördüğü hâlde Osmanlı Devleti’nin 1915 yılında Ermenileri tehcire tabi tutarak soylarını tüketmeye çalıştığı” şeklindeki uydurma bir senaryo ile “Türk Milleti” suçlanmaktadır.
Oysa bu gibi olaylarda bizlerin soru sorabileceği yegâne kurum Osmanlı arşivleridir. Arşivler açıktır ve resmî raporlardan, dönem vesikalarına kadar her konu net bir şekilde kaleme alınmıştır. Mesela, 1 Ağustos 1919’da Başkan Wilson tarafından ABD raportörü olarak görevlendirilip Osmanlı’ya gelerek Kafkasya ve Doğu Anadolu’da incelemeler yapan General Har- bord’un ülkesine sunmuş olduğu ve bugün Amerikan arşivlerinde yer alan raporunda duruma ilişkin Türklerin ve Ermenilerin bir arada barış içinde yaşayabileceklerini, yüzyıllar boyunca bir
likte barış içinde yaşadıklarını, Erzurum’un yaşlı valisinin kendilerine; gençliğinde Ermeni ve Türklerin birbirlerine hacca giden Türklerin evlerini ve mallarını Ermenilere, seyahate çıkan Ermenilerin de evlerini ve mallarını Türk komşularına bırakacak kadar güvendiğini söylediğini kaydetmektedir. (James G. Harbord, Conditions in the Near East, Report of the American Military Mission to Armenia HMMA, Government Printing Office, Washington, 1920, s. 16.)
Bu hep böyle oldu. Bir arada huzurla yaşayanları ayırmak için birileri kimine akıl verdi kimine ise silah. Ateşler düştü ocaklara, kan kustu toprak, vurgun yedi yürekler. Sonrası mı? Sabote edilen barış, kandırıldık sözleri, pişmanlıklar ve diasporanın yalanları ile hâlâ devam eden kin.