Makale

HAK NAMINA HAKSIZLIĞA BOYUN EĞMEDİ: MEHMET EMİN AGA

HAK NAMINA HAKSIZLIĞA BOYUN EĞMEDİ:
MEHMET EMİN AGA

Koray ŞERBETÇİ

1913 yılı evlad-ı fatihan için kapkara bir zamandı. Orhan Bey devrinde Balkan coğrafyasına ayak basan Osmanlı akıncı­larının bölgeye getirdiği dirlik ve düzen, XIX. yüzyılda sarsılmaya başlamış, XX. asrın ilk çeyreğinde tam anlamıyla çökmüştü. Bu çöküş her anlamıyla bir insanlık dramını da beraberinde getirmişti.

1912 yılında başlayan Balkan Savaşı’nda Osmanlı ordusunun ağır bir yenilgi alması en çok yüzyıl­lardır Balkanlar’ı vatan bilmiş Müslüman unsuru vurmuştu. Manzara gerçekten hazindi. Gözü dön­müş asker ve çeteler tarafından katledilmekten güç bela kurtulan Balkan Müslümanları, büyük bir perişanlıkla yollara dökülmüşlerdi. Balkanlarda Osmanlı nizamının hazan mevsimi yaşanmaktaydı ve masum ahali yollarda hazan yaprakları gibi döküle döküle anavatana ilerliyordu. İnsanlık sükût etmişti ve durum içler acısıydı.

Ya geride kalanlar?

Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşlarını kaybetmesinin ar­dından 1913’te Bulgaristan’la imzalanan İstanbul Antlaşma- sı’nda Batı Trakya olarak adlan­dırılan bölge Bulgaristan’a bıra­kıldı. Bu antlaşma Balkanlar’da 550 yıllık Osmanlı hâkimiye­tinin sona ermesinin ilanıydı. Fakat ardından I. Dünya Savaşı geldi. Bu savaşta Osmanlı ile müttefik olarak aynı grupta sa­vaşan Bulgaristan Devleti de yenilmiş ve İtilaf Devletleri’nin galip gelmesi ile Kasım 1919’da Neuilly Antlaşması’nı imzala­mıştı. Bu antlaşmaya göre Bul­garistan, altı yıl önce ele geçir­diği Batı Trakya bölgesini İtilaf Devletleri’ne bıraktı. Ancak kısa süre sonra bölgede yapılan bir halk oylaması sonucu bölgenin Yunanistan ile birleşmesi kararı alındı.

Lozan Barış Konferansı’nda ya­pılan görüşmeler Batı Trakya Meclisi’nde de tartışıldı. Tür­kiye, Batı Trakya’da Türk nü­fusunun çokluğuna ve Misak-ı Millî’ye dayanarak halkoyu iste­mesine rağmen başta İngiltere olmak üzere diğer İtilaf Devlet­leri buna şiddetle karsı çıktılar.

Türkiye bölgedeki Türklerin hakkını korumaya çalışıyor ama karşısında dünyanın ege­men güçlerini buluyordu. So­run bölgedeki Türklerin lehine sonuçlanmadı. Ancak o günün şartlarında olabileceği kada­rıyla çözülebildi. Batı Trakya Türkleri mübadele kararı çerçe­vesinde atalarının mezarlarını terk etmeden kalabildiler. Ama kalmak mı zordu yoksa gitmek mi? Bu soruyu yanıtlamak ger­çekten kolay değildi.

Millet-i Hâkime’den azınlık olmaya

Batı Trakya’nın Müslüman Türk nüfusu Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki omurgasıydı. Os­manlı hâkimiyeti döneminde birlikte yaşadıkları gayrimüs­lim ahaliye büyük bir anlayış­la yaklaşmış, birlikte yaşama kültürünün tarihteki en güzel örneklerinden birisini göster­mişlerdi. Ama şimdi, XX. asrın bu fırtınalı ikliminde kendileri azınlık konumuna düştüklerin­de, ne acıdır ki aynı muameleyi görmeyeceklerdi.

Her ne kadar Türkiye’nin diplo­matik girişimleriyle Lozan Barış Antlaşması’nın üçüncü kısmın­daki “Ekalliyyetlerin Himayesi (Azınlıkların Korunması)” baş­lığını taşıyan 37-45. maddeler azınlıkların statüsünü resmen koruyor idiyse de Yunanistan devletinin bunu pratiğe dökme­ye niyeti yoktu.

Batı Trakya’daki Müslüman Türk toplumunun isteği yalnızca hem Osmanlı devrinde Rum ahaliye tanınan inanç özgürlüğünün hem de modern zamanların insan hakları kavramının kendilerine tanıdığı hakkı kullanmaktan ibaretti.

En başından itibaren Yunanis­tan, Batı Trakya’da bulunan Türk azınlığı sahip olması ge­reken hakların çoğundan mah­rum bıraktı. Uluslararası alanda yapılan bütün diplomatik ve hukuki girişime karşın Yunan hükümeti, bu hakların iadesi ya da kullandırılması konusunda­ki ihlallerine devam etmekten vazgeçmedi.

Müslümanların inanç özgürlüğü olmaz mı?

Yeni Çağ’da Batı’da başlayan demokrasi ve hürriyet müca­delelerinde önemli bir başlık vardı: İnanç Özgürlüğü. Gerçi İslam âlemi için bu yeni bir şey değildi. Müslümanlar fethettik­leri bölgelerde karşılaştıkları Müslüman olmayan unsurların inanç özgürlüğünü daha Batılıların aklına gelmeden yüzyıllar öncesinden hukuki bir zeminde tanımışlardı ama tarihin Batılı okuması bunu yeni icat edilmiş bir kavram gibi dünyaya öğret­meye çalışıyordu.

Bu çerçevede şimdi Batı Trak­ya’daki Müslüman Türk top­lumunun isteği yalnızca hem Osmanlı devrinde Rum ahaliye tanınan inanç özgürlüğünün hem de modern zamanların insan hakları kavramının kendi­lerine tanıdığı hakkı kullanmak­tan ibaretti.

Bunun en önemli başlığı da Batı Trakya Türklerinin din işlerine bakmak ile yükümlü müftüler ve bilhassa başmüftü seçimiy­di. Batı Trakya müftülerinin bütün bu görev ve yetkileri an­laşmalarla sabitlenmişti ama Yunan hükümeti tüm bu anlaş­maları çiğneyerek bunu gör­mezden geldi.

Elbette 1920 yılından bu yana Batı Trakya Türklerinin Yunan hükümetinin hukuksuzluğuna karşı mücadeleleri detaylı bir süreç ama yazının konusu ve hedefi bu değil. Yazının hede­fi bu mücadelede öne çıkmış Müslüman bir din adamıdır: Batı Trakya Türklerinin haklı davası­nın yılmaz savunucusu İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga’nın şahsiyeti ve mücadelesidir.

Mehmet Emin Aga kimdi?

Mehmet Emin Aga, 3 Eylül 1931’de İskeçe’ye bağlı Şahin köyünde doğdu. Eğitimine Yu­nanistan’da başladı. Fakat tam bu dönemde bütün dünyayı kasıp kavuran II. Dünya Savaşı çıktı. Yunanistan’ın Nazi Almanyası ve müttefiki Bulgaristan ta­rafından işgal edildiği dönem­de, o da eğitimine bir Bulgar okulunda devam etti.

II. Dünya Savaşı bitiminde Al­man işgali sona erdi ama Yu­nanistan’a huzur gelmedi. Yu­nanistan bu kez de bir iç savaşa savruldu. 1946-1949 yıllarında cereyan eden Yunan iç sava­şında Batı Trakya Türkleri çok olumsuz etkilendi. Bu süreçte çeşitli baskı ve zulümlere uğ­radılar. Böylesine karışık bir ortamda Mehmet Emin Aga da eğitimini yarıda bırakmak zo­runda kaldı.

Fakat yılmadı. İskeçe Müftüsü Sabri Efendi’den Arapça öğren­di. Sabri Efendi’nin vefatından sonra Şahin köyüne dönerek, bir hocadan ders aldı. Daha sonra Gümülcine’de medrese tahsilini tamamladı. Eğitimini tamamladığı bu medresede 25 yıl hocalık yaptı.

Mehmet Emin Aga 1968’de Yu­nanistan’da Albaylar Cuntası olarak bilinen darbeciler tara­fından hocalık yaptığı İskeçe medresesinde öğrencilere “Türk bilincini aşıladığı” iddiasıyla as­kerî mahkemede yargılandı. Bu sırada Mehmet Emin Aga aynı zamanda Müftü yardımcılığı gö­revini de yürütüyordu. İskeçe Müftüsü Mustafa Hilmi Efendi Türk azınlığın simgesi hâline gel­mişti. Her ne kadar kendisi yaşı bir hayli ilerlemiş biriyse de oğlu Mehmet Emin Aga’nın fiilen yü­rüttüğü müftülük faaliyeti Müs­lüman Türk toplumunun mü­cadele bayrağı hâline gelmişti. Fakat İskeçe Müftüsü’nün vefa­tıyla bir anlamda onun mücade­le dönemi de başlamış oluyor­du. Çünkü İskeçe Müftüsü vefat edince kendisi İskeçe Valisi ta­rafından vekâleten müftülüğe atandı. Fakat bu durum karşısında hukuka bağlı ve şahsiyetli bir duruş benimsedi. Mehmet Emin Aga göreve getirilmesine rağ­men bir Müslüman bilinciyle bu görevi hak etmediğini söyledi. Ama bölgedeki Türklerin ısrar­ları üzerine müftülük için bir şart öne sürdü. Bu şart ise müftülük kanununa göre seçimle müftü­nün tayin edilmesiydi. Yani an­cak hukuki yoldan seçilirse gö­revi kabul edeceğini bildirdi.

Gelgelelim Yunan hükümeti hiçbir anlaşma ve hukuk tanı­mıyordu. İskeçe müftülüğüne seçim yapmadan başka bir ata­ma yaptı. Yunan hükümetinin bu tavrı üzerine durumu pro­testo etmek için görevinden is­tifa etti. Evine çekildi. Âdeta üç buçuk ay evinde bir inziva haya­tı yaşadı.

Hak namına haksızlığa boyun eğmemek

Mehmet Emin Ağa, suskunlu­ğunu 2 Mart’a kadar sürdürdü. Ardından müftü naipliğini kabul ettiğini açıkladı. Fakat Batı Trak­ya Türklerini yok saymak isteyen Yunan hükümetinin kışkırtmala­rı bitmiyordu. Müftülüğü yürü­ten Mehmet Emin Ağa 29 Aralık 1990 günü bir saldırıya uğradı. Bu saldırıda Mehmet Emin Aga yaralanarak hastaneye kaldırıl­dı. Mustafa Hilmi Efendi de oğlu Mehmet Emin Ağa’nın da ağır yaralanmış olmasının oluştur­duğu şokun etkisiyle felç geçirdi ve tedavi için götürüldüğü İstan­bul’da vefat etti.

Gümülcine’deki Yunan oldubit­tisinin bir daha yaşanmaması, yinelenmemesi için Türk top­lum liderleri hemen toplandı ve atamayla bir müftü getirilmesi hâlinde onun tanınmamasını kararlaştırdı. Bu kararı da hükü­mete ve siyasal partilere bildirdi.

Bu sırada İskeçe’deki Türkler harekete geçti ve yasaya daya­narak 17 Ağustos 1990’da İs- keçe Bölgesi’ndeki 120 camide yapılan oylamayla dört aday arasından Mehmet Emin Aga İskeçe Müftüsü seçildi. Ama Yunan hükümeti Türklerin böy­le bir irade sergilemesine ta­hammül edemedi. Hemen karşı harekete geçerek 23 Ağustos sabahı valilik tarafından gönde­rilen bir yazıyla görevinden alın­dığı ve yerine valilik tarafından yeni birinin atandığı duyuruldu. Mehmet Emin Aga seçimle gö­reve geldiğini ve ancak seçimle görevini bırakacağını söyledi. Buna rağmen Yunan polisi Türk toplumunun iradesini hiçe sa­yarak Mehmet Emin Aga’yı zor kullanarak müftülükten dışarı attı. Bu sırada ağır yaralanan Mehmet Emin Aga hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı.

Bu hukuksuz tutuma karşı Batı Trakya Türk toplumu iradesini sa­vunmak için harekete geçti. Türk- ler Batı Trakya’da çeşitli göste­rilere ve protestolara başladılar. Yunan polisi tavrını değiştirmedi ve olaylarda zor kullandı. Otuz beş kadar Türk yaralandı. Bunun üzerine Batı Trakyalı Türkler baş­ka bir hamle yaptı ve kırk beş gün boyunca camileri kapatarak pro­testolarına devam ettiler. Fakat Berat Kandili’nin yaklaşması ve Mehmet Emin Aga’nın toplumu teskin etmesiyle camiler yeniden açıldı.

Mehmet Emin Aga da tutumun­dan taviz vermedi. Berat Kandili dolayısıyla yayınladığı mesajda özellikle İskeçe Müftüsü unva­nını kullandı. Fakat bu da Yu­nan hükümetini çileden çıkardı ve Mehmet Emin Aga aleyhine kamu davası açıldı.

Yargılaması sonucunda Meh­met Emin Aga, Türk toplumunun iradesi çiğnenerek on ay hapse mahküm edildi. Meşru müftü altı buçuk ay hapiste kal­dı. Fakat cezaevinde mide ka­naması geçiren Mehmet Emin Aga’nın durumu yeniden ele alındı. Mahkeme kendisinin sağlık durumunu sebep gös­tererek geriye kalan yüz dokuz günlük hapis cezasını paraya çevirdi ve serbest bırakıldı.

Bir iz bırakmak

Batı Trakya Türklerinin haklı davasının yılmaz savunucusu İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga, 9 Eylül 2006 tarihinde ve­fat ettiğinde geride, hak uğruna haksızlığa karşı mücadeleye adanmış bir ömür bırakmıştı.

Onun mücadeleyle geçen yet­miş dört yıllık yaşamında ortaya çıkan profil herkese bir şeyler anlatmaktaydı. Onu tanımlar­ken diyebiliriz ki Mehmet Emin Aga’nın şahsiyet portresi hak­tan, hukukun üstünlüğünden ve doğru bildiği değerlerden asla taviz vermeyecek kadar sert ama tüm insanları kucaklayan, şefkatli ve teskin edici yanıyla da birleştiriciydi. O, bu şahsi­yetiyle hem Batı Trakya Müs­lüman Türk azınlığı için hem de haksızlığa boyun eğmeyen tüm mazlumlar için örnek bir lider olmuştu.