Söyleşi: Mahir KILINÇ
Fotoğraf sanatına ilginiz ne zaman başladı ve fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?
Kendimi bildim bileli tabiattaki o renk cümbüşü ilgimi çekerdi. Gözlemlediklerimin arasında Allah’ın yarattığı her bir şey aynı zamanda ayrı bir renkti benim dünyamda. Gördüğüm bu güzelliklerin fotoğrafını çekme ve bunu kayıt altına alma isteği çok küçük yaşlarımdan beri benimleydi. Her zaman ilgi duyduğum ancak imkânlarımın yetersiz olmasından dolayı bir türlü başlayamadığım ve içimde bir ukde olan fotoğrafçılığa imam-hatip olarak atandığım Kırklareli’nde başladım. Kırklareli’nin Armut veren köyü benim ilk görev yerimdir ve Istıranca Dağ- ları’na bakar. Köyün mübadele döneminden kalması, kültürel yaşantısını devam ettirmesi ve Istıranca’nın eşsiz manzarasına sahip olması hasebiyle birçok fotoğrafçı buraya gelirdi. Köyde profesyonel bir fotoğrafçı da vardı. Ben de ondan esinlendim. O günlerde bir fotoğraf makinesi alıp Allah’ın her mevsim farklı güzelliklerle bezediği dağları fotoğraflamak için deklanşöre bastım. Çektiğim fotoğrafları bahsettiğim fotoğrafçıya gösterdim. Bana, farklı bir bakış açımın olduğunu ve mutlaka fotoğraf çekmemi söyledi. Ben de fotoğrafları çekip ona götürdüm, onun eleştiri ve tavsiyeleriyle kendimi geliştirdim.
İşte o günlerden beri Allah’ın bize armağanı olan gözümüzden gönlümüze uzanan güzellikleri fotoğraf kareleriyle anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Fotoğrafla olan bu yolculuğumu 12 yıldır sürdürüyorum.
Sanatçı herkesçe fark edilemeyeni fark edendir. Fotoğraf sanatçısı da herkesin baktığı yerde herkesin görmediğini görebilen kimsedir. Peki, siz objektifin ötesinde ne görüyorsunuz?
Sanat ve sanatçının sahibi olan Allah, muhteşem, eşsiz ve mükemmel sanatından bir cüzü insanın içine gizlemiş. Yüce Yaratıcı insanı, gizli bırakılmış sanatı kendisinde arattıran bir hasletle yaratmış. Sanırım biz de bu yüzden hep bir arayış içindeyiz. O mükemmel olanı nasıl bulabileceğimizi anlama çabası içerisinde ve yaptığımız her işin aslında eser kalabilmesini umut ederek arayışımızı sürdürürüz. Bu zaman zarfında karşılaştığımız her bir güzellik, bize başka başka güzellikleri de aralar. Yolculuk artık bir anlam arayışına dönüverir ve hep fasılalarla devam eder. Farkında olarak ya da olmadan bir çaba, ceht ve gayretin içerisinde bulunur ve onunla mutlu oluruz. İzlediğimiz, yanından geçtiğimiz ya da içinde yaşadığımız, tarihin her bir parçasının ihtişamını, ruhunu bize aktaran her eserde bunu görür ve düşünürüz. Bir fotoğrafçı, görme yetisi gelişmiş bir bireydir, baktığı ya da izlediği her anın ruhunu okuyabilen kimsedir. Fotoğrafçı işte o ruhu, o ilahi güzelliği fotoğraflar ve ortaya çıkardığı ürünü farklı kılan özellik de budur. Bir fotoğraf karesindeki ana objeyi küçük bir detayla birlikte görür. O küçük detay sanatçıyı ana objeye taşır ve o detay da her sanatçıya göre farklılık arz eder.
Her sanatın kendine özgü bir dünyası, ruhu vardır ve uğraştığı meşgale insana bir bakış açısı kazandırır. Sizce fotoğraf sanatının dünyasında, ruhunda ne var? Size kazandırmış olduğu bakış açısı nedir?
Fotoğraf, zamanın çok küçük bir anında yaşanan olaylara bir hikâye eklemesiyle bilinir. Öyle ki kitaplar dolusu sözlere ihtiyaç olmaksızın bir fotoğraf, küçük bir anı kişilere, kitlelere hatta dünyaya tüm ihtişamı ve büyük bir yorum yumağı hediye ederek verir. Birçok hikâyesi olan fotoğrafları izleyen ve çeken birisi olarak sadece kendisini düşünen, kendine yaşayan bir formdan çıkıp artık çektiği fotoğrafların hikâyeleri ile dolu bir kişi olursunuz. Bana katkısı ise muhakkak yadsınamaz bir şekilde daha duyarlı, daha anlayışlı ve çevresinden dersler çıkaran bir birey hâline getirmesidir. Çektiğiniz her hikâyenin bir yarısında sizin bulunmanız o fotoğrafların içindeki yaşamların bir parçası yapıyor sizi. Mesela bir çoban fotoğrafı çekerken ben de o sürünün peşinde giden çoban oluveririm. Zaten onlarla hemhâl olduğunuzda fotoğraf bir ruh kazanıyor ve etkileyici oluyor. Fotoğrafçı, o kareden içeri girebildiğinde o hikâyenin özünü anlıyor. Benim gibi genellikle belgesel çekimi yapan bir fotoğrafçı da farklı hikâyelerle dolu bir yaşamın içerisinde kendini buluveriyor.
Fotoğrafçılardan kimi doğa kimi insan kompozisyonları üzerine yönelir. Sizin yöneliminiz nedir ve nedeninden bahsedebilir misiniz?
Fotoğrafa ilk başladığımda aslında neyi çekeceğimi, neye odaklanmam gerektiğini bilmiyordum. Daha doğrusu, doğa, insan, detay, doku, sokak, portre her ne görürsem çekiyordum. Her sanatın muhatabı insandır. Ben de bir din görevlisi olduğum için mesleğimin gereği olarak insanlarla beraberdim. Kimi zaman onların sevincine kimi zaman hüznüne şahitlik ediyordum. Aslında ben cemaatin içinde çeşitli hikâyelere tanık oluyordum. Bunlardan ötürü sanırım insanların fotoğrafını çekmem gerektiğini düşündüm. Çektiğim fotoğraflar akılda kalmalı, yüreğe işlemeliydi. Bir çocuğun gülen yüzünü, bir gencin heyecanını, umudunu, bir ihtiyarın yaşadığı hayatın yüzüne yansımasını fo- toğraflamalıydım. İnsanı konu edinen hayatın her anı belgesel bir fotoğraftır. Ben de doğanın içindeki insanın mücadelesinin yanı sıra hayatın içerisindeki insan yaşamını anlattım. Aslında hikâyelerine dâhil oldum demek daha doğru sanırım.
Tarım Bakanlığının düzenlediği “Tarım ve İnsan” konulu fotoğraf yarışmasından kazandığınız birincilik ödülünün yanı sıra birçok yerden ödül almış din görevlimiz olarak fotoğrafçılığın mesleki hayatınıza olan katkılarından söz edebilir misiniz?
Doğa fotoğrafları çekerken Kur’an’daki pek çok ayeti yeryüzünde gördüm. Bu beni çok etkiledi ve tabiatın her bir karesini Allah’ın bir ayeti olarak görmek beni müthiş heyecanlandırdı. Görevim icabı camiyle ve insanlarla iç içeyim. Fotoğrafçılık gerek camideki gerekse camiye gelen insanlardaki detayları görmemi ve yakalamamı sağladı. Ayrıca camiye gelen çocuklarla fotoğraf aracılığıyla çok güzel bir iletişim kurduk. Kur’an öğrenmeye gelen çocuklarla fotoğraflar çektik. Bu da çocuklar üzerinde güzel etkiler bıraktı.
Gerek camiye gelen gerek sizi sosyal medyadan takip eden ve bu sanata ilgi duyan gençlerimize ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Bir vesile ile tanıştığım fotoğrafın beni buralara taşıyacağını hiç düşünmemiştim. Gençken başlamış olmayı çok isterdim ama nasip böyleymiş. İnsan yaratılış bakımından çok güçlü ve hisli bir canlıdır, bu sebeple kendini anlatabileceği bir uğraşı olmalıdır. Her insanın yatkın olduğu farklı yetenek ve kabiliyetleri vardır. İnsan hangi sanat dalından hoşlandığını belirli bir olgunluk yaşına geldiğinde anlayabiliyor. Ben yine de her gencin hayata bir vizörden bakmalarını tavsiye ederim. Başka yaşamlara daha dar bir açıdan bakmak konuyu daha iyi anlamamızı sağlıyor. Farkında olmadan çok fazla şeyi kaçırıyoruz. Hâlbuki fark etmek fark edilmektir.
ÖZ GEÇMİŞ
Ali Acar, 1975 yılında Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesine bağlı Pusacık köyünde doğdu. Sırası ile ilkokulu köyünde, ortaokulu ilçede ve liseyi de 1993’te Amasya İmam-Hatip Lisesinde bitirdi. Değişik köylerde vekil imam-hatiplik ve vekil öğretmenlik yapan Acar, Kırklareli Demirköy ilçesine imam-hatip olarak atandı. Sonrasında Kastamonu’nun Tosya ilçesine tayin olan Ali Acar, evli ve iki çocuk babasıdır.