Makale

ORUÇLA MANEVİ ARINMA

ORUÇLA MANEVİ ARINMA

Müslüm YILDIRIM
İstanbul Ümraniye Vaizi
Nur ve zulmetten yoğurmuşlar seni
Canını nur anla, zulmet bu teni
Ten muradı ekl ve şürb ve mülk ve mal
Can temennası cemal-ı zülcelal
Lâ cerem edna yeri edna sever
Yani ten dünya ve can
Mevla sever Ariyet gömlektir on günlük tenin
Besle canı ariyet nendir senin
(Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname)

İnsan, düşünen bir varlık olduğu kadar aynı zaman­da düşüncelerini amele dökmek isteyen, hisse­den, zevk alan, acı tatlı olayları yaşayan, bazen taşkınlık yapan, bazen kendisini hesaba çekebi­len, doğru veya yanlış kararlar alabilen sonuçta yanlışlarına pişmanlık duyan değilse yap­tıklarından dolayı sevinen ve övünen bir varlıktır.

Yüce Allah, insanın iç ve dış dünyasını imar, onu tezkiye ve fıtrata uygun terbiyesi için reh­ber olarak peygamberler ve kitaplar göndermiş, insanı ka­ranlıklardan çıkartıp aydınlığa kavuşturan, selamet yollarını (sübülü’s-selam) (Maide, 5/16.), tezkiyenin, arınmanın, temizlen­menin, aydınlanmanın, nefsin çocukluk hâlinden kurtulup ol­gun bir insan olmasının yollarını göstermiştir. Nefsin aşırılıkların­dan arındırılması, daha mükem­mele varma ve nefse erdem­lerin yerleştirilmesi ve takvaya ermenin yol ve yöntemlerinden birisi de “oruç”, diğer bir ifadeyle “oruç seyahati”dir.

Gelişiyle birlikte “cennet”, “gök” ve “rahmet kapıları”nın açıldığı, şeytanların zincirlere vurulduğu (Buhari, Savm, 5.) “rama­zan”, insanın arınması için en kıymetli zaman dilimlerinden birisi olmasının yanı sıra keli­me anlamı olarak da içerisin­de arınmayı barındırmaktadır. “Ramazan” kelimesi sözlükte: Yaz mevsiminin sonunda güz mevsiminin başında yağan ve yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen “ram­da” kelimesinden alınmadır. Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi “ramazan” da ehl-i imanı günahlardan yıkayıp kalpleri te­mizler.

Kelimenin ikinci anlamı ise gü­neşin şiddetli sıcağından dolayı taşların son derece ısınmasını ifade eden “ramad” kelimesin­den alınmıştır ki böyle pek kızgın yere de “ramdâ” denilmektedir. “Ramazan” kelimesi de “rama­da” fiilinin mastarı olup yanmak manasına gelmektedir. Yani kız­gın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir. Bu sebeple günahlar yakılır. Çünkü bu ayda açlık ve susuzluk hararetinden ızdırap çekilir. Yahut orucun ha­rareti ile günahlar yakılır.

Başka bir rivayete göre “ramad- du nasla ramdan” ifadesinden alınmıştır ki kılıcı veya ok demi­rini inceltip keskinletmek için iki yalabık taş arasına koyup döv­mektir. Mengeneye sıkıştırılan demire nasıl şekil veriliyorsa nefis de âdeta mengene arasına sıkıştırılır ve bir irade terbiyesine tabi tutulur. Nefse bir incelik ka­zandırılır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, I, 643 vd.)

Görüldüğü üzere “ramazan” kelimesi filolojik açıdan verilen anlamlara bakıldığında hep­sinde bir arınmanın, temizlen­menin ve bir kıvama gelmenin olduğu görülmektedir ki bu ol­gunluğa ermenin ve arınmanın yolu da oruç ve ramazan ayı içerisinde yapılan diğer ibadet­lerdir. “Kim inanarak ve sevabı­nı Allah’tan umarak oruç tutar­sa önceki günahları bağışlanır.” (Buhari, Savm, 6.) hadisi de bu arın­maya ve temizlenmeye işaret etmektedir.

Ramazan ayı, başta oruç ol­mak üzere sahur, iftar, teravih, itikâf, Kur’an, mukabele/hatim, fıtır sadakası, kadir gecesi gibi pek çok hususiyeti içerisinde barındıran müstesna bir yere sahip bir zaman dilimidir. Oruç, ramazan için bir alamet-i farika, diğer hususlar ise mütemmim cüzlerdir. Bu yönleriyle oruç mütemmim cüzleriyle insanı farklı yönlerden bir eğitime tabi tutmakta âdeta onu bir ay bo­yunca bir kampa sokarak nefsi terbiye etmeye, onda bir deği­şim yaparak olgunlaştırmaya yardımcı olmakta, insana bir med ve cezir yaşatmaktadır.

Kur’an’da “sıyam” kelimesi iki defa geçmektedir. Bunlardan birisi bilinen anlamıyla “oruç” diğeri ise “susmak” anlamın­da kullanılmaktadır. Kur’an’da “oruç” ve “oruçlu” için kulla­nılan kelimelerden birisi de iki yerde geçen “seyahat” kelime­sidir. Bunlardan birisi Tevbe su­resi 112. ayetteki “es-sâihûn” diğeri ise Tahrim suresi 5. ayet­teki “es-sâihât” kelimesidir. Her ikisindeki anlam “oruc tu- tanlar”dır. Bu anlamıyla da se­yahatte bir uzaklaşma, bir ay­rılık söz konusudur. Oruç tutan kişi âdeta bir yolcu gibi yeme ve içmesinden uzak bir şekilde gündüz boyunca kendi iç dün­yasında seyahat etmektedir. İn­san, bunu yapmakla dünya üze­rindeki yolculuğunda ahirete doğru yol almakta fani alemden ebedî âleme, geçici zevklerden ebedî nimetlere kavuşabilmek için yol almaktadır. İnsanın ra­mazan ayındaki yolculuğu ruhla birlikte bedenin yolculuğudur.

Dolaysıyla oruçta yeme ve iç­meden uzak durulduğu gibi arınmaya engel olacak, kötü söz ve davranışlardan da (Bu- hari, Savm, 2.) uzak durulması gerekmektedir. Kur’an’da: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gel­mekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183.) buyurulmaktadır. Ayete söz dizimi açısından baktığı­mızda öne çıkan kelimelerin “iman”, “sıyam” ve “takva” ol­duklarını görürüz. Hiç şüphesiz düşüncedeki en büyük arınma, ameli kabule hazır hâle gelmiş “iman”; pratikteki arınma ise imanın gereğini amele yansıtan “takva” iledir. Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekmekte­dir ki “iman” ve “takva”nın yeri kalptir. Dolayısıyla “iman”la “takva” kalbe ait iki önemli ger­çeklik olarak önümüze çıkmak­tadır. İman kalbe giren bir ha­kikat olmasının yanında (Hucurat, 49/14.) Hz. Peygamber (s.a.s.) kalbine işaret ederek: “Takva işte buradadır.” buyurmuştur. (Müslüm, el-Bir ve’s-Sıla, 10.) Dolayı­sıyla kalbe ait olan bu iki önem­li hakikatin arasında ayette yine dışarıdan bakıldığında gözle görülmeyen “sıyam/oruç” gibi başka bir hakikat zikredilmek­tedir. Onun da yeri aslında gizli­lik açısından kalptir. Zira oruçta da görünmeyen bir yön vardır. İman ve takva insanı arındır­dığı gibi “oruç” da insanı arın­dırmakta ve onu temize çıkart­maktadır. Kelime anlamı olarak “Korunmanın üst seyiyesi” olan “takva”da (Beyzâvî, I/16.) bir ko­runma söz konusu olduğu gibi “oruç kalkandır” (Buhari, Savm, 2.) hadisinde geldiği üzere oruçta da bir korunma söz konusudur. Sonuç olarak hadiste de belir­tildiği üzere (Buhari, Bedü’l-vahiy: 39; Müslim, Müsakât: 20.) bedende bir parça olan kalp, oruçla ilgi­li ayetteki cümle dizilişindeki sıraya göre önce iman sonra takva ve ikisinin arasında zik­redilen oruçla donanımlı hâle geldiğinde o beden de arınmış hâle gelir.

Kur’an’daki ayetler ve hadisler­den anlaşıldığı üzere oruç, gerek bireysel gerekse toplumsal arın­maya önemli katkılar sunduğu gibi orucun yanında ramazan ayı içerisinde bin aydan daha hayır­lı müstesna bir gece olan kadir gecesi, itikâf, fıtır sadakası gibi ibadetler de oruçla arınma yo­lunda oruca eşlik etmektedir. Bu geceyle insan ruhlarla birlikte barışı ve esenliği yakalamakta, itikâfla birlikte düşünce ve pra­tikteki arınmanın doruk nokta­sına ulaşmakta ve bu arınmanın adı “fecre kadar süren selam/ esenlik/arınma” olmaktadır. Bayram sabahına çıkarken de arınmış dünyamızda şairin dedi­ği gibi şöyle bir durum söz konu­su olmaktadır:

“Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir.

Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.”

Sonuç olarak oruçta hem kişisel hem de toplumsal olarak bir ay boyunca devam eden bir arın­ma söz konusudur. Oruç, insan­da “göz tokluğu”, “gönül tok­luğu”, “güzel düşünce”, “güzel söz”, nefse “hayır” ve “hakk” düşüncesinin yerleşmesine yardımcı olduğu gibi “cimrilik”, “israf” ve “dedikodu” gibi kötü huyların yok edilmesine de yar­dımcı olmaktadır. Oruç nefse emanet, nefis oruca emanettir. İrade bakımından en etkin duy­guyu nefse yaşatan oruç, irade sahibi olmayı, sabırlı olmayı öğrettiği gibi imanı da güçlü kılmaktadır. Nefsin stres ve çal­kantılarını, korkularını yenme­nin yolu ve yöntemi iman, oruç ve takvadır.

Birey ve toplum bazında büyük değişikliklere yardımcı olan oruç, insanın gafletten uyan­masına, hüsrana düşmemesine yardımcı olmakta, “reyyân ka­pısına” ulaşmasına ve cennete girmesine de vesile olmakta­dır. Bize emanet olarak verilen ömrü bereketli ve temiz kılma­nın önemli yollarından birisi hiç şüphesiz oruçtur. “Tutmak” an­lamına gelen oruçla insan nef­sini tutmaktadır. Böyle yapan insan için Kur’an’da: “Kim de Rabbinin huzurunda duraca­ğından korkar ve nefsini arzu­larından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (Naziât, 79/40.) buyurulmakta diğer ta­raftan: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yetene­ğini) ilham edene andolsun ki nefsini arındıran kurtuluşa er­miştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğra­mıştır.” (Şems, 91/7-10.) buyurulmaktadır.

Görüldüğü üzere, orucun sade­ce kişiyle sınırlı bir etkiye sahip olmayıp topluma yayılan, onu da çevreleyen ve toplumda da bir nevi arınma sağlayan bir yönü vardır. İnsan bu ibadetle aynı hissi, aynı açlığı, aynı su­suzluğu, aynı bekleyişi bütün bir toplumla yaşamakta, oruçla arınmış nefis dünyadaki en bü­yük mutluluk anlarından birisi olan iftarı milyonlarla birlikte aynı anda yaşamaktadır. Oruçla birlikte toplum arasındaki kat­manlar âdeta sıfırlanmakta ve nihayetinde toplumda bir birlik, kolektif bir şuur ve bilinç oluş­maktadır. Bu bilinç, başta gö­nüller olmak üzere evlere, so­kaklara, mahallelere, köylere, kasabalara ve şehirlere farklı şekillerde yansımakta, rama­zan ayının sultanlığı dünyanın dört bir tarafında hissedilmekte ve görülmektedir.