ORUÇLA MANEVİ ARINMA
İnsan, düşünen bir varlık olduğu kadar aynı zamanda düşüncelerini amele dökmek isteyen, hisseden, zevk alan, acı tatlı olayları yaşayan, bazen taşkınlık yapan, bazen kendisini hesaba çekebilen, doğru veya yanlış kararlar alabilen sonuçta yanlışlarına pişmanlık duyan değilse yaptıklarından dolayı sevinen ve övünen bir varlıktır.
Yüce Allah, insanın iç ve dış dünyasını imar, onu tezkiye ve fıtrata uygun terbiyesi için rehber olarak peygamberler ve kitaplar göndermiş, insanı karanlıklardan çıkartıp aydınlığa kavuşturan, selamet yollarını (sübülü’s-selam) (Maide, 5/16.), tezkiyenin, arınmanın, temizlenmenin, aydınlanmanın, nefsin çocukluk hâlinden kurtulup olgun bir insan olmasının yollarını göstermiştir. Nefsin aşırılıklarından arındırılması, daha mükemmele varma ve nefse erdemlerin yerleştirilmesi ve takvaya ermenin yol ve yöntemlerinden birisi de “oruç”, diğer bir ifadeyle “oruç seyahati”dir.
Gelişiyle birlikte “cennet”, “gök” ve “rahmet kapıları”nın açıldığı, şeytanların zincirlere vurulduğu (Buhari, Savm, 5.) “ramazan”, insanın arınması için en kıymetli zaman dilimlerinden birisi olmasının yanı sıra kelime anlamı olarak da içerisinde arınmayı barındırmaktadır. “Ramazan” kelimesi sözlükte: Yaz mevsiminin sonunda güz mevsiminin başında yağan ve yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen “ramda” kelimesinden alınmadır. Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi “ramazan” da ehl-i imanı günahlardan yıkayıp kalpleri temizler.
Kelimenin ikinci anlamı ise güneşin şiddetli sıcağından dolayı taşların son derece ısınmasını ifade eden “ramad” kelimesinden alınmıştır ki böyle pek kızgın yere de “ramdâ” denilmektedir. “Ramazan” kelimesi de “ramada” fiilinin mastarı olup yanmak manasına gelmektedir. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir. Bu sebeple günahlar yakılır. Çünkü bu ayda açlık ve susuzluk hararetinden ızdırap çekilir. Yahut orucun harareti ile günahlar yakılır.
Başka bir rivayete göre “ramad- du nasla ramdan” ifadesinden alınmıştır ki kılıcı veya ok demirini inceltip keskinletmek için iki yalabık taş arasına koyup dövmektir. Mengeneye sıkıştırılan demire nasıl şekil veriliyorsa nefis de âdeta mengene arasına sıkıştırılır ve bir irade terbiyesine tabi tutulur. Nefse bir incelik kazandırılır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, I, 643 vd.)
Görüldüğü üzere “ramazan” kelimesi filolojik açıdan verilen anlamlara bakıldığında hepsinde bir arınmanın, temizlenmenin ve bir kıvama gelmenin olduğu görülmektedir ki bu olgunluğa ermenin ve arınmanın yolu da oruç ve ramazan ayı içerisinde yapılan diğer ibadetlerdir. “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak oruç tutarsa önceki günahları bağışlanır.” (Buhari, Savm, 6.) hadisi de bu arınmaya ve temizlenmeye işaret etmektedir.
Ramazan ayı, başta oruç olmak üzere sahur, iftar, teravih, itikâf, Kur’an, mukabele/hatim, fıtır sadakası, kadir gecesi gibi pek çok hususiyeti içerisinde barındıran müstesna bir yere sahip bir zaman dilimidir. Oruç, ramazan için bir alamet-i farika, diğer hususlar ise mütemmim cüzlerdir. Bu yönleriyle oruç mütemmim cüzleriyle insanı farklı yönlerden bir eğitime tabi tutmakta âdeta onu bir ay boyunca bir kampa sokarak nefsi terbiye etmeye, onda bir değişim yaparak olgunlaştırmaya yardımcı olmakta, insana bir med ve cezir yaşatmaktadır.
Kur’an’da “sıyam” kelimesi iki defa geçmektedir. Bunlardan birisi bilinen anlamıyla “oruç” diğeri ise “susmak” anlamında kullanılmaktadır. Kur’an’da “oruç” ve “oruçlu” için kullanılan kelimelerden birisi de iki yerde geçen “seyahat” kelimesidir. Bunlardan birisi Tevbe suresi 112. ayetteki “es-sâihûn” diğeri ise Tahrim suresi 5. ayetteki “es-sâihât” kelimesidir. Her ikisindeki anlam “oruc tu- tanlar”dır. Bu anlamıyla da seyahatte bir uzaklaşma, bir ayrılık söz konusudur. Oruç tutan kişi âdeta bir yolcu gibi yeme ve içmesinden uzak bir şekilde gündüz boyunca kendi iç dünyasında seyahat etmektedir. İnsan, bunu yapmakla dünya üzerindeki yolculuğunda ahirete doğru yol almakta fani alemden ebedî âleme, geçici zevklerden ebedî nimetlere kavuşabilmek için yol almaktadır. İnsanın ramazan ayındaki yolculuğu ruhla birlikte bedenin yolculuğudur.
Dolaysıyla oruçta yeme ve içmeden uzak durulduğu gibi arınmaya engel olacak, kötü söz ve davranışlardan da (Bu- hari, Savm, 2.) uzak durulması gerekmektedir. Kur’an’da: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183.) buyurulmaktadır. Ayete söz dizimi açısından baktığımızda öne çıkan kelimelerin “iman”, “sıyam” ve “takva” olduklarını görürüz. Hiç şüphesiz düşüncedeki en büyük arınma, ameli kabule hazır hâle gelmiş “iman”; pratikteki arınma ise imanın gereğini amele yansıtan “takva” iledir. Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekmektedir ki “iman” ve “takva”nın yeri kalptir. Dolayısıyla “iman”la “takva” kalbe ait iki önemli gerçeklik olarak önümüze çıkmaktadır. İman kalbe giren bir hakikat olmasının yanında (Hucurat, 49/14.) Hz. Peygamber (s.a.s.) kalbine işaret ederek: “Takva işte buradadır.” buyurmuştur. (Müslüm, el-Bir ve’s-Sıla, 10.) Dolayısıyla kalbe ait olan bu iki önemli hakikatin arasında ayette yine dışarıdan bakıldığında gözle görülmeyen “sıyam/oruç” gibi başka bir hakikat zikredilmektedir. Onun da yeri aslında gizlilik açısından kalptir. Zira oruçta da görünmeyen bir yön vardır. İman ve takva insanı arındırdığı gibi “oruç” da insanı arındırmakta ve onu temize çıkartmaktadır. Kelime anlamı olarak “Korunmanın üst seyiyesi” olan “takva”da (Beyzâvî, I/16.) bir korunma söz konusu olduğu gibi “oruç kalkandır” (Buhari, Savm, 2.) hadisinde geldiği üzere oruçta da bir korunma söz konusudur. Sonuç olarak hadiste de belirtildiği üzere (Buhari, Bedü’l-vahiy: 39; Müslim, Müsakât: 20.) bedende bir parça olan kalp, oruçla ilgili ayetteki cümle dizilişindeki sıraya göre önce iman sonra takva ve ikisinin arasında zikredilen oruçla donanımlı hâle geldiğinde o beden de arınmış hâle gelir.
Kur’an’daki ayetler ve hadislerden anlaşıldığı üzere oruç, gerek bireysel gerekse toplumsal arınmaya önemli katkılar sunduğu gibi orucun yanında ramazan ayı içerisinde bin aydan daha hayırlı müstesna bir gece olan kadir gecesi, itikâf, fıtır sadakası gibi ibadetler de oruçla arınma yolunda oruca eşlik etmektedir. Bu geceyle insan ruhlarla birlikte barışı ve esenliği yakalamakta, itikâfla birlikte düşünce ve pratikteki arınmanın doruk noktasına ulaşmakta ve bu arınmanın adı “fecre kadar süren selam/ esenlik/arınma” olmaktadır. Bayram sabahına çıkarken de arınmış dünyamızda şairin dediği gibi şöyle bir durum söz konusu olmaktadır:
“Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir.
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.”
Sonuç olarak oruçta hem kişisel hem de toplumsal olarak bir ay boyunca devam eden bir arınma söz konusudur. Oruç, insanda “göz tokluğu”, “gönül tokluğu”, “güzel düşünce”, “güzel söz”, nefse “hayır” ve “hakk” düşüncesinin yerleşmesine yardımcı olduğu gibi “cimrilik”, “israf” ve “dedikodu” gibi kötü huyların yok edilmesine de yardımcı olmaktadır. Oruç nefse emanet, nefis oruca emanettir. İrade bakımından en etkin duyguyu nefse yaşatan oruç, irade sahibi olmayı, sabırlı olmayı öğrettiği gibi imanı da güçlü kılmaktadır. Nefsin stres ve çalkantılarını, korkularını yenmenin yolu ve yöntemi iman, oruç ve takvadır.
Birey ve toplum bazında büyük değişikliklere yardımcı olan oruç, insanın gafletten uyanmasına, hüsrana düşmemesine yardımcı olmakta, “reyyân kapısına” ulaşmasına ve cennete girmesine de vesile olmaktadır. Bize emanet olarak verilen ömrü bereketli ve temiz kılmanın önemli yollarından birisi hiç şüphesiz oruçtur. “Tutmak” anlamına gelen oruçla insan nefsini tutmaktadır. Böyle yapan insan için Kur’an’da: “Kim de Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (Naziât, 79/40.) buyurulmakta diğer taraftan: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10.) buyurulmaktadır.
Görüldüğü üzere, orucun sadece kişiyle sınırlı bir etkiye sahip olmayıp topluma yayılan, onu da çevreleyen ve toplumda da bir nevi arınma sağlayan bir yönü vardır. İnsan bu ibadetle aynı hissi, aynı açlığı, aynı susuzluğu, aynı bekleyişi bütün bir toplumla yaşamakta, oruçla arınmış nefis dünyadaki en büyük mutluluk anlarından birisi olan iftarı milyonlarla birlikte aynı anda yaşamaktadır. Oruçla birlikte toplum arasındaki katmanlar âdeta sıfırlanmakta ve nihayetinde toplumda bir birlik, kolektif bir şuur ve bilinç oluşmaktadır. Bu bilinç, başta gönüller olmak üzere evlere, sokaklara, mahallelere, köylere, kasabalara ve şehirlere farklı şekillerde yansımakta, ramazan ayının sultanlığı dünyanın dört bir tarafında hissedilmekte ve görülmektedir.