Makale

RAMAZANDA TAKVA EĞİTİMİ

RAMAZANDA TAKVA EĞİTİMİ

Dr. Ekrem KELEŞ
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı

Yüce Allah, sevgiyi var edendir. Sınırsız seven, sınırsız sevilendir. (Hud, 11/90; Büruc, 85/14.) Saf ve duru olan bu sevgi, müminin mutluluk kaynağıdır. Bu sevgiye erişmiş olan, hangi şartlar altın­da olursa olsun gönül huzuruna sahiptir. İçinde bulunduğu or­tamların ağır olumsuz şartların­da dahi o, Rabbine olan güveni sebebiyle gönül huzurunu kay­betmez. Tıpkı Hz. İbrahim’in ateşe atılırken bile Yüce Allah’a teslimiyetinden dolayı gönlü­nün huzurlu olması gibi... İbra­him Halilullah’ın bu gönül huzu­ru, Yüce Allah’ın lütfuyla ateşin ortasını bahçeye çevirmiştir.

Müminin Yüce Allah’a teslimiyet ve güveni, en ağır şartlarda dahi gönül huzurunu ayakta tutacak bir potansiyele sahiptir. Artık onun için temel değerlendirme ölçüsü, söz konusu bu sevgi­dir. Bu sevgiyle bağdaşmayan dünyanın en yüksek övgüleri­nin onun nezdinde hiçbir değeri yoktur. Bu sevgiyi dikkate alma­yan en ağır yergiler de onu etki­lemez. Bu duygu ona, Hz. Musa vasıtasıyla imanın kutlu iklimine giren sihirbazların en ağır ölüm tehditleri karşısında taşıdıkları metanet gibi bir güç verir.

“...Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevek­kül ederse, O kendisine yeter.” (Talak, 65/2-3.) “...Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.” (Talak, 65/4.) mealindeki ayet-i kerime­ler, müminin bu sevgi, güven ve metanetini ayakta tutan müjde­lerdir.

Mümini en fazla huzursuz ede­cek şey ise bu sevgiyi zedele­yecek tutum ve davranışlardır. Çünkü sevenin en korktuğu şey, sevdiğini gücendirmektir. Bu sebeple seven, sevdiğini gücendirmemek için büyük bir duyarlılık gösterir. İslami litera­türde bu duyarlılık, “takva” kav­ramı kapsamında ifade edilir. Takvanın korkma veya sakınma şeklindeki sözlük manası, bu hassasiyeti ifade eden bir an­lamdır. Mümini en çok korkutan ve endişelendiren husus, Allah Teâlâ’yı gücendirecek herhangi bir tutum ve davranış içinde bu­lunmaktır. Dolayısıyla takvanın, “Dinen kötülük ve çirkinlik içe­ren her şeyden uzak durmak” (Tehanevi, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, 11/1527.) şeklindeki terim an­lamı da takva sahibi kişinin, büyük bir sevgiyle bağlandığı Yüce Allah’ı gücendirebilecek en ufak davranışlardan bile na­sıl sakınması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Yüce Allah takva duyarlılığı­na sahip olanları çok sever. Kur’an-ı Kerim’de bu sevgi şöy­le anlatılır: “Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.” (Tevbe, 9/7; Âl-i İmran, 3/76.)

Takva, zahiri bir görünüş veya görüntü değildir. Takva, kişinin iç dünyasını imar eder ve güzel­leştirir. Bunun için Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kalbine işaret ederek, “Takva şuradadır.” (Müs­lim, Birr, 32, 2564.) buyurmuşlar ve “Allah’ım nefsime takvasını lüt- feyle!” (Müslim, Zikir, 73, 2722.) diye bize dua öğretmişlerdir.

Takva, İslam’a göre iyi Müslü­man olmanın en önemli göster­gesi olarak kabul edilmektedir. Bunun için “.Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gel­mekten en çok sakınanınızdır (muttaki olanınız).” (Hucurat, 49/13.) buyrulmuştur. Bunun için Yüce Allah müminlere “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmek­ten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının...” şeklinde tali­mat vermiştir. (Âl-i İmran, 3/102.)

Anlaşılacağı üzere takva sahi­binde çok hassas bir dinî du­yarlılık vardır. Bu duyarlılıkla o, İslam’ı bütün güzelliğiyle ya­şamaya çalışır, her türlü iyiliği sergiler ve her türlü kötülükten uzaklaşır. Dolayısıyla bu duyar­lılığı taşıyan mümin, kendisi, ailesi, çevresi, içinde yaşadığı toplum, bütün insanlık hatta tüm yaratılmışlar için bir rahmet timsali hâline gelir. Çünkü Allah ona iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayıracak öyle bir anlayış verir ki artık o, bu anlayışla yolunu şa­şırmaz. Şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız o size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülük­lerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal, 8/29.)

Takvaya ulaştıracak yolları Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet-i kerimede açıklamış­tır. Takvaya ulaştıracak yollar içinde kuşkusuz ibadetlerin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Namaz, oruç, hac ve kurban, mümini manevi bakımdan eğiten ve takvaya ulaştıran ibadetlerdir. Bu doğrultuda başta namaz ol­mak üzere ibadetlerin emredili- şindeki esas amacın, Müslüma- nı takva duyarlılığına eriştirmek olduğunu söyleyebiliriz. “Ey insanlar! Sizi ve sizden önce­kileri yaratan Rabbinize ibadet edin...” (Bakara, 2/21.) mealindeki ayet-i kerime bu hususu ifade etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de: "... De ki: ’Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah’ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbi- ne boyun eğmek emrolundu. Bir de bize, ’Namazı dosdoğru kılın ve Allah’a karşı gelmek­ten sakının.’ diye emrolundu.” (Enam, 6/71-72.) mealindeki ayet-i kerimelerde takva, namazla birlikte emredilmiştir. Kurban­larla ilgili olarak “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır...” (Hac, 22/37.) Hacla ilgi­li olarak “...Her kim de Allah’ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse şüphesiz ki bu kalp­lerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır.” (Hac, 22/32.) mealindeki ayet-i kerimeler ibadetlerin mümini takvaya eriştirmeyi hedeflediği­ni göstermesi bakımından dik­kat çekicidir. Yine hac yapacak kişinin öncelikle birtakım ahlaki ilkeleri özenle gözetmesi gere­ği vurgulandıktan sonra “.Ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuş­kusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakın- ma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” (Baka­ra, 2/197.) buyrulmuştur.

Aynı doğrultuda “Ey iman eden­ler! Allah’a karşı gelmekten sa­kınmanız için oruç, sizden ön­cekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183.) mealindeki ayet-i kerimede orucun farz kılınışının hikmeti de takvaya erişme olarak açık­lanmıştır. Ayet-i kerimeden, mümine oruç ibadetinde bir hedef gösterildiğini anlıyoruz. Bu hedef, takvayı özümsemek ve hayatını takva ilkeleri çerçe­vesinde tanzim etmektir. Böy- lece sabrı kuşanmış, iyiliği ve ihsanı kişiliğinin ayrılmaz bir niteliği kılmış, daima Hakk’ın yanında yer alan, paylaşma bi­lincine sahip, kendinden önce başkalarını düşünen, samimi, doğru, dürüst, ahde vefalı, kı­sacası bütün güzel ahlaki nite­likleri özümsemiş, kötü ahlaki niteliklerden uzak kalmayı ilke edinmiş iyi bir mümin olmaktır.

Oruçla birlikte ramazan ayının rahmet iklimi, kişinin bu hede­fe ulaşmasını sağlayacak çok uygun bir ortamdır. Bu ortam, müminin takvayı benliğinin ay­rılmaz bir parçası hâline getir­mesi ve hayatının her aşaması­nı takva ilkeleri doğrultusunda düzenlemesi için önemli fırsat­lar sunar. Bir hadis-i şerifte şu müjdeye yer verilir: “Ramazan geldiği zaman cennet kapıları sonuna kadar açılır, cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar bağlanır.” (Müslim, Sıyam, 1 (Hadis no: 1079.); Bakınız, Buhari, Savm 5; Nesâi, Sıyam, 3.) Hadisin bir rivayetinde (Müslim, Sıyam, 2.) “Cennet kapıları açılır.” ifadesi yerine “Rahmet kapıları açılır.” ifadesi kullanıl­mıştır. Buna göre ramazan ayı, Müslümanın manevi hayatını gözden geçirmesi ve hayatında takva ilkelerini hâkim kılması için çok önemli bir mekteptir. Bu mektepte, günahların ka­ranlık ortamından sıyrılmak, geçmişte işlenen olumsuz amellerin ağır yükünden kurtul­mak, Allah’a yaklaşmak, salih amellerin zevkine ermek, böy- lece iyi bir insan ve iyi bir Müs­lüman olmak için eğitim alınır.

Bu eğitim sürecinin başında samimi bir tövbe gerekir. Bu, günahlardan pişmanlık duyarak uzaklaşma iradesi olarak ifade edebileceğimiz samimi/nasuh bir tövbedir. Böyle bir tövbe ol­madan hayatı takvaya göre dü­zenleme imkânı yoktur. Nitekim bir hadis-i şerifin meali şöyle- dir: “Kim ki yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmaz­sa, Cenab-ı Hak o kimsenin yemesini içmesini bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat buyur­maz.” (Buhari, Savm, 8; Edeb, 51; Ebu Davud, Savm, 25; Tirmizi, Savm, 16; İbn Mace, Sıyam, 21.)

İşte ramazan ayı, bunun için önemli bir fırsattır ve Müslüman açısından gerçekten tam bir rahmet iklimidir. Oruç, Kur’an tilaveti, teravih, zikir, infak... Bütün bu hayırlı işlerin des­teğiyle mümin ramazan ayın­da kötülüklerden daha kolay uzaklaşma ve iyi işlere yönelme melekesi kazanır. Asıl hedef ise bu tablonun, ramazan ayıyla sınırlı kalmaması, gerek birey­sel gerek toplumsal düzeyde kalıcı hâle getirilmesi ve takva değerlerinin toplumda işlevsel kılınmasıdır.

Yukarıda da işaret edildiği üze­re ibadetlerin asıl amacı, insanı Allah’a karşı tam bir teslimiyet içinde iyi insan ve iyi Müslü­man yapmaktır. Bunun için ra­mazan ayı ibadet yoğunluğuyla ve bir rahmet mevsimi olarak nefsi arındırmak için en elve­rişli zaman dilimidir. Bu açıdan bakınca ramazan ayı, Müslü- manın manevi hayatını koru­yacak savunma mekanizmaları geliştirmesine ve bunu kalıcı kılmasına yardımcı olur. Hadis-i şerifte orucun kalkan olarak ni­telendirilmiş olması (Buhari, Savm, 9; Müslim, Sıyam, 163.), bu kalkanın sadece ramazan ayında işlevini görüp ondan sonra kişiyi ko­rumasız bırakacağı anlamında değil, ramazan ayında elde edi­len manevi kazanımlarınsürekli kılınarak koruyucu bir mekaniz­maya dönüştürülmesi gereği­ni ifade etmek içindir. Esasen ramazan ayının bu yoğunlaştı­rılmış manevi eğitim programı, Müslümanın bütün bir yılını aynı doğrultuda tanzim etmek üzere bir mektep işlevi görmektedir.

Bu mektepte hayatın bütü­nünü kapsamak ve kesintisiz bir şekilde yaşanmak üzere, takva ilkeleri hayata geçirile­rek özümsenir. Takva değerle­rini özümsemiş olan mümin, Yüce Allah’a gönülden bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’i rehber, Allah’ın Sevgili Elçisi’ni örnek edin­miştir. Her bakımdan güveni­len, güven veren emin kişidir. Emanet sahibidir. Elinden ve dilinden kimseye zarar gelmez. Samimiyeti kuşanmıştır. Sözü özü birdir. Ağzından asla yalan söz çıkmaz. Dürüsttür. Ahdine vefa gösterir. Verdiği sözü tu­tar. Cömerttir. Bencillikten eser yoktur kendisinde. Paylaşma bilincine sahiptir. Eşyanın kulu kölesi değildir. Dünya haya­tının geçiciliğinin farkındadır. Sadeliği sever. Gösterişten, şatafattan hoşlanmaz. İffet ve hayâ sahibidir. Eline, beline ve diline sahiptir. İnsani ilişkilerde sevgi, saygı, nezaket ve zarafet doludur. Güler yüzlü ve ince ruhludur. Çevresindeki hasta­ları, yaşlıları, kimsesizleri, düş­künleri, özürlüleri ve özel ilgiye muhtaç kesimleri arar, sorar, salgın günleri geçtikten sonra da ziyaret eder. Kardeşlik, arka­daşlık ve komşuluk hukukunu gözetir. Kendisini başkaların­dan asla üstün görmez. Başka­larına tahakküm zihniyetinden arınmıştır. Kibirli, gururlu değil­dir. Fakat vakar sahibidir. Karşı­sındakine değer verir, onurunu kırmaz. Kimseyi incitmemeye özen gösterir. Gönül yıkmaz. Ülfet eder, ülfet edilir. Kaba, katı, kırıcı, kötü sözlü ve lanet okuyucu değildir. Bağışlayıcı ve affedicidir. Hoşgörü sahibidir. Yardıma ihtiyacı olanları yar­dımsız bırakmaz. İyilik, destek, yardım, tavsiye ve istişare için kendisine güvenle başvurula­bilir. Mazlumları, yetimleri, düş­künleri kimsesizleri koruyup kollar. Adildir. Daima hakkın ve haklının yanında yer alır. Zalim­leri, haksızlık yapanları, kamu ve kul hakkına tecavüz edenleri sevmez. Sağlığına dikkat eder. Temizliğe önem verir. Tertipli ve düzenlidir. Boş vakit geçirme­yi sevmez. Zamanın kıymetini bilir. Boş iş ve sözlerden uzak durur. Başkalarının eksik ve kusurlarını araştırmakla uğraş­maz. Kendi eksik ve kusurlarını telafi etmek için çabalar. İyilik­lerin yaygınlaşması, kötülükle­rin ortadan kalkması için çalışır. Herkesin iyiliğini ister. Sabırlı ve metanetlidir. Asla ümitsizliğe kapılmaz. Yeryüzünde bozgun­culuk çıkarmaz. Doğal dengeyi tahrip edici faaliyetlerde bulun­maz. Hayvanlara karşı şefkat ve merhametle hareket eder. Yüce Allah’ın kâinata koyduğu dengeyi bozabilecek her türlü tutum ve davranışa karşı müca­dele eder.

Ramazanda takva eğitiminde bir mümin olarak, özellikle evde vakit geçirmek durumunda ol­duğumuz bu günleri sorumlu­luk bilincimizi yeniden gözden geçirmek noktasında tefekkür ederek fırsata çevirebiliriz.