Makale

ŞEHR-İ RAMAZAN VE SORUMLULUK BİLİNCİ

ŞEHR-İ RAMAZAN VE SORUMLULUK BİLİNCİ

Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
Selçuk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı

(Bakara, 2/183.)

İslamiyet’te ramazan oru­cu, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mekke’den Medi­ne’ye hicretinin ikinci yı­lında farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, ramazan orucunun farz kılınmasıyla ilgili bir ayette şöyle buyrulur: “Ey iman eden­ler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gel­mekten sakınasınız diye size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183.) Bu ayette geçen “Sizden öncekile­re...” ifadesinden maksat birinci derecede Yahudiler ve Hristi- yanlardır. Bütün bu bilgiler bize, oruç tutmanın sadece ümmet-i Muhammed’e has olmadığını, bizden önceki ümmetlere de farz kılınmış olduğunu göster­mektedir. Bu ayete göre orucun farz oluşunun hikmeti, takva bilincini kazanmaktır. Sözlükte sakınma, kaçınma, korunma anlamına gelen takva, terim olarak; iman edip emir ve ya­saklarına uyarak, Allah’a karşı gelmekten sakınmak, dünya veya ahirette insana zarar ve­recek, ilâhî azaba sebep ola­bilecek söz ve davranışlardan ve her türlü günahtan uzak durmak manalarına gelir. (Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, 1986, s. 732.) Takva kavra­mının kapsamına iman, ihsan, ihlâs, ibadet, itaat, salih amel, iyilik ve adalet gibi dinî ve ahlakî kavramlar girmektedir. İşte tak­va, bu kavramların ifade ettiği bütün anlamları içermektedir.

Din dilinde; takva, savm ve im­sak sözcükleri arasında mana olarak bir birliktelikten söz ede­biliriz. Takvanın temel anlamı, korunmaktır. Oruç manasına gelen “savm” ise, “bir şeyden uzak durmak ve bir şeye karşı kendini tutmak” demektir. (İs- fehânî, el-Müfredat, s. 428.) İmsak da, “tutmak, zapt etmek, zaptu rapt altına almak” anlamlarına gelir. İşte, İslam’da bir ibadet disiplininin adı olan oruç, insanı kötü, sevimsiz işler yapmaktan alıkoyan, insan hayatını düzen­leyen, derleyen, dağınıklıkları yok eden bir özelliğe sahiptir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.): “Oruç, ateşten koru­yan bir kalkandır.” (Buhari, Savm, 2.) buyurmuşlardır. Nasıl ki bir savaşçıya okun isabet etmesini kalkan engelliyorsa, her birisi Allah’a isyan anlamına gelen günah işlemeye de tuttuğumuz oruçlar engel olmaktadır. Yine bir başka rivayette Muhammed Mustafa (s.a.s.): “Size biri oruç­lu iken sataşırsa ben oruçluyum desin.” buyurmuşlardır. (Buhari, Savm, 9.) Bu sebeple orucu, bizi günah fiilleri işlemekten tut­sun diye tutarız. Günlük dilde kullandığımız “kendini tutmak” tabiri belli bir irade eğitimi so­nucunda gerçekleştirilen bir davranış türüdür. Yoksa insa­nın olaylar karşısında kendini tutması ve kontrol etmesi çok zordur. Bu bir sabır işidir. İnsa­nın başına gelen sevimsiz hadi­selerin çoğu, iradesine hâkim olamamaktan ve kendisini tutamamaktan gelir. Bu manada oruç, insana irade ve öfkesini iyi yönde yönetme ve kontrol etme alışkanlığı kazandırır.

İslam’da ibadetlerin nihai ama­cı, güzel ahlak sahibi bir Müs­lüman yetiştirmektir. Ramazan ayında bizler sadece “oruç” ibadetini yerine getirmiyoruz. Aynı zamanda Kur’an’ın doğum ayı olan bu kutlu ayda, Kur’an-ı Kerimi okuma ve anlama ça­bası içerisine giriyoruz. Ayrı­ca, mümkün olduğu kadar beş vakit namazla birlikte teravih namazlarını camide cemaat­le kılma konusunda duyarlılık gösteriyoruz. İtikâf, zikir, zekât, sadaka, infak gibi ibadetleri de büyük bir coşkuyla yerine ge­tiriyoruz. Bütün bu ibadetlerin çıktısı, bize, paylaşma, hasbîlik ve diğerkâmlık gibi ahlaki er­demler şeklinde geri dönüyor. Elbette yerine getirilen bütün bu ibadetler bir Müslümanın ferdî hayatıyla sınırlı kalmıyor, aksine, sosyal sorumluluk bilin­cimizi daha da artırıyor. Çünkü bizim sadece kendimize değil, başta Yüce Allah olmak üzere, ailemize, akrabalarımıza, yakın ve uzak komşularımıza, içinde yaşadığımız topluma, evrende bulunan canlı ve cansız tüm varlıklara ve bütün bir insanlığa karşı yerine getirmemiz gere­ken sorumluluklarımız vardır. Bu yönüyle ramazan ayı, top­lu ibadet ayı olmanın yanı sıra sosyal boyutları olan bir aydır. Dünyanın neresinde olursa ol­sun bütün Müslümanlar, belir­lenmiş zaman diliminde oruç tutarlar, iftar ederler. Ayrıca, varlıklı olan Müslümanlar, ge­nellikle zekât, sadaka gibi ve her türlü yardım faaliyetleri­ni bu ayda yerine getirirler. Bu toplu ibadet iklimi Müslüman gönüllerde merhamet ahlakını ve kardeşlik duygusunu geliş­tirir ve pekiştirir. Oruç tutmak, empati yapmamızı, açlık ve su­suzluğun ne anlama geldiğini bizzat yaşayarak öğrenmemizi sağlar. Başımıza gelebilecek savaş hali, yoksulluk, deprem, kitlesel hastalıklar gibi nice mahrumiyetler karşısında nasıl sabır gösterileceğini öğretir. Bu açıdan oruç, güzel bir muallim­dir, eğiticidir.

Ramazan ayında yapılan iba­detler, insanın günahlardan arınmasına ve manevi kanal­larının açılmasına vesile olur. Nitekim bir rivayette şöyle buy­rulur: “Kim bu ayda gönülden inanarak ve sırf sevabını da Allah’tan bekleyerek oruç tutar ve namaz kılarsa, annesinden doğduğu gündeki gibi günah­larından kurtulmuş olur.” (Bu- hari, Savm, 2, 4, 8, 9; Nesâî, Sıyâm, 39.) İbadetlerde şekil boyutu kadar mana boyutu da çok önemlidir. Bunlardan birisi eksikse, iba­detlerden pozitif yönde bekle­nen ahlaki ve ruhsal değişim ve gelişim gerçekleşemez. İbadetlerin mana boyutundan kasıt, ihlas ve samimiyetle bir­likte şekil cephesinin sembolik anlamını kavramak oluşturur. Bundan dolayı Müslümanların ibadetle âdeti birbirinden ayır­ması gerekir. Bu da ancak sa­hih niyet ve samimiyetle olur. Çünkü ibadetlerin ruhunu teşkil eden niyet ve ihlas, bütün iba­detlerin iliği mesabesindedir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır.” (Hac, 22/37.) Hz. Peygam­ber (s.a.s.)’dan gelen bir riva­yette de şekilde kalıp mana bo­yutu kavranamayan ibadetler hakkında: “Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan payları sadece aç ve susuz kalmaları­dır.” (İbn Mâce, Sıyam, 21.) buyrul- muştur. Öyleyse, oruç tutan bir Müslüman dilini, yalan sözden, yalan yere şahitlik etmekten, gıybet ve dedikodu yapmaktan korumalıdır. Eğer bu koruma olmazsa ibadetlerden sevap ve ecir alamayız. Bu konuda Re- sul-i Ekrem’in şu uyarıları göz ardı edilmemelidir: “Kim ki ya­lan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa Cenab-ı Hak o kimsenin yemesini, iç­mesini, bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat etmez.” (Buhari, Savm, 902.) İslam’da esas olan ki­şinin tutum ve davranışlarında ahlaki olgunluğa erişmesidir. Ahlaki erdemleri kuşanan, iyi­yi eylem hâline getiren ve her türlü kötü davranıştan kaçınan bir Müslüman çevresine güven verir ve sorumluluk bilinciyle hareket eder.

Acaba mübarek ramazan ayının bize kazandırdığı sorumluluk bilinci nedir?

Terim olarak oruç, tan yerinin ağarmasından güneşin batma­sına kadar şer’an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiy­le yeme, içme ve cinsel temas­tan uzak durmayı ifade eder. Bu manada ramazan ayı evvela bize vaktin değer ve önemini bilme sorumluluğu kazandırır. Ramazan ayı bir ay boyunca bir kimsenin yirmi dört saatini meşgul eder. Örneğin, vaktin doğruluğu hesaplanacak, sahur vaktinde kalkılacak, sahur ye­meği yenilecek belli bir saatten sonra iftar vaktine kadar yeme içme bitirilecektir. Gündüz evde geçirdiğimiz zamanları faydalı hale getirebiliriz. İbadet, dua, tesbih ve Kur’an tilavetinin yanı sıra kitap okuyarak vaktimizi bereketlendirebiliriz. Zekat ve fıtır sadakalarımız hesaplanıp dağıtılacak, icabında toplumun ihtiyaç sahiplerinin diğer maddi manevi ihtiyaçları karşılanacak, böylece gün içinde birçok insan sevindirilmiş olacaktır. Bunun neticesinde varlıklı Müslüman­larla yoksul Müslümanlar ara­sında uzlaşı, kardeşlik ve dost­luk köprüleri kurulacak, bundan da güçlü toplum ortaya çıka­caktır. Akşam vakti, tam vaktin­de iftar edilecektir. Yemek ye­necek, istirahat edilecek, sonra teravih namazı kılınacaktır. Bel­ki de bu yıl salgın nedeniyle te­ravih namazlarını evimizde aile fertleriyle kılacağız. Her sene, bütün senenin bu bir ayı zarfın­da muntazam programlı bir şe­kilde Müslümanlar kendilerini eğiteceklerdir. Hiç şüphesiz, iş­lerin ramazan ayına göre plan­lanıp programlandığı disiplinli hayat, Müslümana vaktin son derece değerli olduğu şuurunu kazandırır.

Gerçek anlamda yerine getiri­len ibadetler, bizde farkındalık bilinci oluşturur. Eğer kıldığımız namazlar, bizi yetim, öksüz ve yoksullara sahip çıkma duyar­lılığını ve onlarla paylaşma ah­lakını ilham etmiyorsa, bu bizim kıldığımız namazlardan gafil ol­duğumuzu gösterir. (Maun, 107/1­7.) Yine eğer tuttuğumuz oruçlar bizi, yalan söylemekten, dedi­kodu yapmaktan, yalan yere ye­min etmekten alıkoymuyorsa, oruçtan elde edeceğimiz kâr, sadece sabahtan akşama ka­dar aç ve susuz kalmaktır. Eğer okuduğumuz mukabeleler, hançereden aşağıya inmiyor ve hayatımıza yön vermiyorsa, biz hala Kur’an’ın indiriliş amacını kavramamışız demektir. Nasıl ki mikrop virüsleri beden sağlı­ğımızı bozuyorsa cehalet virüs­leri de ibadetlerimizi boşa çıka­rır. Bu sebeple ibadetlerimizin kabulünde; bilgi, bilinç ve Allah rızasının önemli olduğu unutul­mamalıdır.

Öte yandan, insanda ruh ve beden sağlığı çok önemlidir. Oruç da namaz gibi bedenî bir ibadettir. Oruç bir ay müddetle bütün iç organlarımızı özellikle midemizi ve karaciğerimizi din­lendirir. Bedenin hareketini dü­zenler. Bedene güzellik ve zin­delik verir. İnsanların manevi hayatında ulvi ve yüce duygular uyandırır. Allah sevgisi ve O’na olan bağlılığımızı güçlendirir.

İslam’da kardeşlik sınır tanı­maz. Müminlerin iyilik eli, sınır ötesi ihtiyaç sahiplerine uzanır. Çünkü Müslümanlık, sadece din kardeşlerini değil bütün in­sanlığı Âdem’in çocukları ola­rak görür: “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” (Es- Suyûtî, Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-Câ- miu’s-Sağîr, Kahire, ts. II, 228) nebevî kavli bunu teyit eder. Biz bunun açık örneğini İslam’ın “kom­şuluk” anlayışında görebiliriz. Kur’an’da geçen şu ayette kom­şuluk kavramı, yakın ve uzak komşu diye ikiye ayrılmakta­dır: “Onun için Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akra­baya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez. (Nisa, 4/36.) Bu sebeple yakın ve uzak komşu, hangi inanca ve hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun bunlara bakılmaz, sadece insan oluşundan hareketle ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatılır.

Bugün Afrika’da elli milyon in­san değişik nedenlerle kronik açlık, susuzluk çekmekte, in­sanca barınma imkânlarından yoksun yaşamakta ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek­tedir. Binlerce insan yaşamını yitirmektedir. Bütün bu yaşa­nan acı hayatlar ekranlar aracı­lığıyla sabah akşam evlerimize taşınmaktadır. İşte bu yoksul insanlara uzatılacak her yar­dım eli, aynı zamanda istikrar ve huzur arayan dünyaya sos­yal barış olarak geri dönecektir. Korona virüsü sebebiyle iş yer­lerini kapatmak zorunda kalan, çalışamayan, işini kaybeden ve sıkıntılı günler geçiren insanla­ra yardım etmek Müslümanlı­ğımızın gereğidir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemiz için de sı­kıntılı olan bu süreçte yardım­laşma ve dayanışma içinde ol­malıyız. Böylece el birliği ile bu sıkıntıları geride bırakabiliriz.

Sonuç olarak, ramazan ayı bir arınma ayıdır. Eğer insan, gönül ve zihin dünyası başta olmak üzere bütün organlarına oruç tutturursa beden ülkesini yöne­ten bir varlık haline gelir. Bu da insanda başkalarını düşünme ve onlara karşı sorumlulukla­rını kuşanma ahlakını geliştirir. “Ben Müslümanım” diyen her­kes, iyiliğin yeniden bu coğ­rafyada ve bütün dünyada ha­yat bulması için seferber olur. Rabbine, kendisine, ülkesine ve bütün insanlığa karşı so­rumluluklarını yerine getirir. Bu sorumluluk bilinciyle hareket eden her iyilik öncüsü, dünyayı iyiliklerin değiştireceğine inanır ve ona göre var gücüyle çalışır.