Makale

BİR PEYGAMBER SEVDALISI: SEVBÂN B. BÜCDÜD

BİR PEYGAMBER SEVDALISI: SEVBÂN B. BÜCDÜD

Dr. Öğretim Üyesi Yaşar Akaslan
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Medine’de Yemenli bir köle vardı. Aslında hür bir anne babadan doğmuş, ancak kabilesine yapılan bir baskın sırasında esir alındıktan sonra Medine’ye getirilerek buranın köle pazarında satışa çıkarılmıştı. Resulüllah, bu köleyi satın alıp hürriyetine kavuşturunca ailesinin yanına dönebileceği ya da kendi yanında kalabileceği hususunda onu serbest bıraktı. Hz. Peygamber, “Artık ailenin yanına dönebilirsin.” buyurunca sevinçten havalara uçacağını düşündüğü bu köle, yaşlı gözlerle Resulüllah’a şu beklenmedik cevabı verdi: “Ya Resulallah! Sensiz bir hayatı ben ne yapayım? Yaşadığım hayatın içinde sen yoksan, ben nasıl yaşayabilirim ki?” Böylesi bir peygamber sevdası, onu Resulüllah’tan bir an bile ayrı kalamayacak hâle getirmişti.
Yine bir gün, Resulüllah bu azatlı köleyi bitkin, rengi solmuş ve zayıflamış vaziyette görüp, “Bir yerin mi ağrıyor? Yoksa hasta mısın?” diyerek neden bu hâlde olduğunu sordu. Beti benzi sararmış sahabi, cevap verirken sözleri boğazında düğümlendi ve hıçkıra hıçkıra söylediği şu sözleri zor bitirebildi: “Ya Resulüllah! Ne ağrım sızım ne de hastalığım var. Senin yanına gelip gittikçe sohbetinde bulunuyorum. Burada, Medine’de olmama rağmen seni birkaç saat görmediğimde dünyam kararıyor, ne yaptığımı bilemiyorum. Seni görmesem sana olan muhabbetim katlanarak artıyor, neşem kaçıyor, kendimi yalnız ve garip hissediyorum. Âdeta yemeğe acıkmışım, boğazım kurumuş da susamışım gibi sana hasret duyuyorum. Sonra ahiret aklıma geliyor. Yine hüzünleniyorum. Cennete girsem bile, orada, sen bir peygamber olduğun için cennette başka peygamberler, sıddıklar ve şehitler ile yüce makamlarda olacaksın. Ben ise cennete girsem bile daha aşağı mertebelerde olacağımdan ve senden mahrum kalacağımdan korkuyorum. Eğer ben cennette sensiz olacaksam, o cenneti ben ne edeyim? Seni göremeyeceğim cennet bana cehennem olmaz mı? Eğer giremezsem sana zaten ebediyen hasret kalacağım. O zaman benim hâlim nicedir? Bu durum beni kahrediyor.” Bu yoğun duygu yüklü cümleler karşısında şefkat peygamberi tebessüm ederek şu müjdeyi bir kez daha tekrarladı: “Kişi, sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96) Aslında birçok kez duyduğu bu müjdeli haber kendisine doğrudan verilince o sahâbi öyle heyecanlandı öyle sevindi ki bir taraftan gözyaşlarını silip bir taraftan da “Ya Resulallah! Yani ben… Şimdi… Seni… Cennette burada gördüğüm gibi görebilecek miyim?” Hz. Peygamber de “Evet Sevbân. Kişi sevdiği ile beraberdir.” sözünü yineledi.
Bu müjdeyi özel olarak alan Sevbân’ın asıl adı Ebû Abdillâh (Ebû Abdirrahmân) Sevbân b. Bücdüd (Cahder) Hâşimî Himyerî’dir. Aslen Yemen’in Himyer kabilesine mensup olan Sevbân, Suffe’nin önemli sakinlerindendi. Hz. Peygamber’in vefatına kadar, seferlerde dahi onun yanından ayrılmayıp hizmetinde bulunmaya ve suffede kalmaya devam etti.
Hz. Peygamber’e olan özlemini ifade ettiği ve Resulüllah’ın cennette peygamberler, sıddıklar ve şehitler ile olacağını, kendisinin de Resulüllah’tan mahrum kalacağını söylemesi üzerine şu ayetin inmesi de Sevbân’a bir başka müjde oldu, onu âdeta çocuklar gibi sevindirdi: “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisâ, 4/69) Böylesi güzel bir haberden sonra Sevbân, sevinçten yere göğe sığamadı. Korkusunun ve endişesinin yersiz olduğunu gayet iyi öğrenmişti. Sevbân’dan sonra yaşayacak olan peygamber sevdalıları da gönüllere su serpen bu ayetle teselli bulacaktı.
Kendisini, Hz. Peygamber’in hane halkından (ehl-i beyt) kabul eden Sevbân’ın şu sözleri, onun Hz. Peygamber’e olan bağlılığını gözler önüne sermektedir: “Bir gün Resulüllah, ehl-i beytini sayarken Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve diğerlerinin isimlerini zikretti ve aile fertlerine dua etti. Ben de: ‘Ey Allah’ın Nebisi! Ben, senin ehl-i beytinden değil miyim?’ diye sorduğumda, Resulüllah: ‘Bir başka kapıda durmadıkça ve başkasından bir şey istemedikçe, evet, ehl-i beytimdensin.’ buyurdu.” (İbn Abdilberr, İsâbe, I, 204) Sevbân bu söze binaen ömrünün sonuna dek hiç kimseden bir şey istemedi ve hiç kimseye bir soru dahi sormadı. Öyle ki ahir ömründe, hasta olmasına rağmen atına binmek veya atından inmek istediğinde kendisine yardım etmek isteyenlerin yardım taleplerini geri çevirdi. Hatta bineği üzerindeyken kamçısı yere düşse dahi kimseden yardım istemedi, bineğinden inip kamçısını bizzat kendisi aldı (Ebû Nu‘aym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 181).
Sevbân, gerek huzurunda gerekse gıyabında Hz. Peygamber’e hürmetle davranılması konusunda oldukça hassastı. Resulüllah hakkında konuşanları, saygıda kusur ettiklerinde derhal uyarır, Hz. Peygamber’e adıyla hitap etmeyi dahi hürmetsizlik sayardı. Bir defasında bir Yahudi’nin Hz. Peygamber’e gelerek “Esselâmu ‘aleyke Ya Muhammed!” diyerek adıyla seslenmesine tahammül edemeyen Sevbân, Yahudi’nin bu hitabını saygısızlık kabul edip “Neden ‘Ya Resulallah’ şeklinde seslenmedin?” diyerek onu şiddetli bir biçimde itti. Ne olduğunu anlayamayan Yahudi’nin “Biz bunu kabul etseydik zaten Müslüman olurduk. Biz onu, ailesinin kendisine vermiş olduğu isimle çağırırız.” sözü üzerine Hz. Peygamber’in “Evet, ailemin bana verdiği isim Muhammed’dir.” (İbn Kesîr, Esbâb-ı Nüzûl, s. 158-159) buyurmasıyla Sevbân sakinleşti ve olay tatlıya bağlandı.
Sevbân, kendini Hz. Peygamber’in hizmetine adadığından seferlerde dahi Hz. Peygamber’in yanı başından ayrılmadı. Bütün gazvelere Resulüllah ile birlikte katıldı. Hz. Peygamber her konuştuğunda, onun sözlerini pür dikkat dinledi. Bunları kıymetli addettiğinden hemen hafızasına aktardı ve ondan duyduklarını harfiyen yerine getirdi. Bununla da yetinmeyen Sevbân, Resulüllah’tan duyup ezberlediği hadisleri başkalarına nakletmeyi kendine vazife bildiğinden bu hadisleri gerek suffe ehline gerekse diğer sahabilere derhal aktardı. Bu münasebetle Sevbân, daima kendisine Resulüllah’ın sözleri hususunda danışılan ve hadis sorulan biri konumunda olmuştur. Kendisinden 124/127/128 hadis rivayet edildiği nakledilir.
Sahabeden Şeddâd b. Evs; tabiînden Cübeyr b. Nüfeyr, Ma‘dân b. Ebû Talha, Ebü’l-Hayr Yezenî, Ebû Esmâ Rehabî, Ebû İdrîs Havlânî, Ebû Seleme b. Abdurrahman, Hâlid b. Ma‘dân ve Râşid b. Sa‘d kendisinden rivayette bulunan isimler arasındadır. Onun rivayet ettiği hadislerinin bazıları, Kütüb-i Sitte’de ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer bulmuştur (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, 159).
Daha ziyade ilimle meşgul olan Sevbân’ın, oldukça geniş bir ders halkası vardı. Öğrencileri içinde dönemlerinin önemli âlimleri yer aldı. İslam hukuku sahasında fetva sahibi isimler arasında zikredilen Sevbân, siyasi ve idari faaliyetlerden uzak bir hayatı tercih etti. Ancak zaman zaman yaşadığı dönemin ve bölgelerin yöneticilerini ikaz etmekten de geri durmadı. Sevbân, Humus’ta yaşadığı dönemde bir gün rahatsızlanmış, bu peygamber aşığının hastalandığını duyanlar akın akın kendisini ziyarete gelmiştir. Bölgenin valisi Abdullah b. Kanat da ziyaretçiler arasındadır. Valinin, “Sen Hz. Musa’nın ya da Hz. İsa’nın kölesi olsaydın ne olurdu?” diyerek -şaka yollu- köleliğini ima etmesine içerleyen Sevbân, “O takdirde, senin gibi bir vali, benim gibi bir kölenin ziyaretine gelmezdi.” ifadesiyle nükteli bir karşılık vermiştir.
Hz. Peygamber’in vefatının ardından Sevbân, kendisine zindan gelen Medine’de fazla duramamış, her nereye baksa Resulüllah’ı hatırlar olmuştu. Bu durum, duyduğu derin hicranı ziyadeleştirdiğinden fazla dayanamadı ve üç gün sonra Medine’den ayrılarak Remle’ye (Filistin) giderek buraya yerleşti. Bir süre Mısır’da da yaşayan Sevbân, son zamanlarını Humus’ta yaptırdığı evde geçirdi. Burada, tarihler hicretin 54. (674) senesini gösterdiğinde, hasretine zor dayandığı ve kendisine birliktelik vaat eden Resulüllah’a kavuşmak üzere bu dünyadan göçtü (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, 159).
Bir peygamber sevdalısı portresi çizen ve sevdiği ile birlikte olma hedefinden bir an bile olsa şaşmayan çizgisiyle örneklik teşkil eden Sevbân’ın, Hz. Peygamber’den rivayet ettiği şu hadis, asırlar ötesinden önemli bir mesaj olmalıdır: “Bir zaman gelecek, obur kimselerin çanağa eğilip toplandıkları gibi, milletler de her açıdan size karşı (savaşmak için) birleşecekler. Birisi: ‘Ya Resulallah! Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?’ dedi. Hz. Peygamber ‘Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çer çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah (c.c.), düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini söküp alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.’ buyurdu. Yine bir adam ‘Vehn nedir ya Resulallah?’ diye sorunca ‘Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.’ buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 5)
Allah (c.c.), Sevbân’a olduğu gibi biz peygamber sevdalılarına da Resulüllah’la birliktelik ikram etsin. Âmin!