Makale

KANAAT: İLAHİ TAKDİRE RAZI OLMAK

KANAAT:
İLAHİ TAKDİRE RAZI OLMAK
Halil KILIÇ
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“(Şayet) biriniz, mali imkânlar bakımından ve bedenen kendisinden daha iyi durumda olanlara (imrenip) bakacak olursa; bir de (bu yönlerden) kendisinden daha kötü durumda olanlara baksın!”

(Buhari, Rikâk, 30; Müslim, Zühd, 8.)

Balkonda oturup etrafı seyreden yürüme engelli biri, kaldırımda yürüyen kişiye bakarak “Keşke ben de bu şekilde yürüyebilseydim.” diye iç geçirir. Kaldırımda yürüyen kişi ise yanından geçen bisikletliye bakarak “Keşke bir bisikletim olsa da yürümek zorunda kalmasam.” diye temennide bulunur. Bisikletli, hemen yanı başındaki kırmızı binek arabayı görünce “Keşke böyle bir arabam olsa da pedal çevirmeyle uğraşmasam.” der. Kırmızı arabanın sahibi, yanından geçen lüks cipe; lüks cip sahibi de hemen tepesinde uçan helikoptere sahip olmak istediklerini ifade ederler…

İşte bu sahip olma tutkusu ve daha iyisini isteme, insanda küçüklükten itibaren var olan fıtri bir duygudur. Aslında sahip olma tutkusu, yadırganacak bir vasıf değildir. Bu vasıftır insanı hayatta tutan; bu tutkudur insanın hayatta başarılı olmasını sağlayan… Ne var ki isteklerin bir yerde nihayet bulması kaçınılmazdır. Zira insan, Peygamberimizin (s.a.s.) “İnsanoğlunun iki vadi dolusu malı olsa bir üçüncüsünü daha ister…” (Buhari, Rikâk, 10.) hadisinde ifade ettiği gibi elinde olandan daha fazlasını istemeye meyillidir. Yine Efendimiz (s.a.s.) “İnsan ihtiyarlasa bile, iki duygusu hep genç kalmaktadır: Biri çok kazanma hırsı, diğeri ise çok yaşama arzusudur.” (Buhari, Rikâk, 5.) buyurarak insandaki bu meylin geçici olmadığını ve her daim genç kaldığını dile getirmiştir.

İnsanda her daim genç kalan çok kazanma hırsının ve dünya tutkusunun panzehri kanaatkârlıktır. İşte bu ayki sayı için seçtiğimiz hadis, kanaatkârlığın nasıl olacağını bize çok net bir şekilde izah etmektedir.

Kanaatkârlık, insanın sahip olduklarına rıza gösterip şükretmesi ve bunlarla yetinmesi olarak ifade edilmektedir. Bu tavrın zıddı olan tamahkârlık (açgözlülük) ise kişinin sahip olduklarıyla yetinmeyip başkalarının elindekilere göz dikmesi ve her daim daha fazlasını istemesidir.

Kanaatsizlik, kişinin hem dünyada hem de ahirette kaybetmesine sebep olur

İnsan, kanaat etmeyecek ve isteklerine bir sınır koymayacak olursa, elindekilerle yetinmediği için mutluluğu ve huzuru bulamayarak dünyada, ihtiraslarının peşinde koştuğu için kulluk vazifelerini ihmal ederek ahirette kaybedenlerden olabilir. Ayrıca kanaatsizlik bir süre sonra “Nasıl olursa olsun, nereden gelirse gelsin; yeter ki benim olsun.” anlayışıyla kişiyi kumar, rüşvet, hırsızlık gibi gayrimeşru işlere de sevk edebilir. Hırslarına yenik düşüp arzularının peşinde koşan kanaatsiz insan, yeryüzünün en şerefli varlığı olduğunu unutup yaratılmışların en şerlisi hâline gelebilir. Bu noktadan sonra da isteklerine ulaşmak için yapmayacağı şey yoktur artık; ekinleri ve nesilleri ifsat eder, insanlığın ve yeryüzünün sonunu getirecek işlere imza atar (!)…

Peygamberimizin buyurduğu gibi zenginliğin mal çokluğu değil gönül tokluğu olduğunu (Buhari, Rikâk 15.) bilen kanaatkâr kişi ise hem dünyada hem ahirette kazananlardan olacaktır. Zira kanaat etmek; kadere rıza göstermektir.

Kadere rıza göstermektir

Kanaat, kişinin cüzi iradesiyle tüm gayretini sarf ettikten sonra külli irade sahibi Yüce Allah’a tevekkül etmesi; “Ben bana verdiğine razıyım; Sen de benden razı ol.” demesidir. Bu itibarla kanaatkârlık, aza razı olup daha fazla gayret etmemek veya tembellik yapmak değil; üzerine düşeni yaptıktan sonra elde olana rıza göstermektir.

Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarına iman etmektir

Kanaatkâr kul, “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hud, 11/6.) ayetinin farkında olur; “Şu an sahip olduğum şeyleri Rezzâk ismiyle bana lütfeden Yüce Allah’tır. Bana rızık olarak bu kadarını verdiyse vardır bir bildiği, çünkü O Alîm’dir; vardır bir hikmeti, çünkü O Hakîm’dir.” diyerek Allah’ın Rezzâk, Alîm, Hakîm olduğuna iman ettiğini göstermiş olur.

Yeri gelmişken, yeryüzündeki ıstırapların, açlık ve sefaletin genellikle insanoğlunun kanaatsizliği yüzünden olduğunu belirtmek isteriz. Zira biliriz ki Yüce Allah, Rezzak sıfatıyla bütün mahlûkata yetecek kadar rızık göndermektedir. Ancak insan, açgözlülüğü ve daha fazlasını isteme hastalığı dolayısıyla başkalarının rızkını gasp etmekte; netice olarak da dünyanın bir kısmı açlık ve sefaletle, diğer kısmıysa aşırı yemeden kaynaklı hastalıklarla boğuşmaktadır.

Şükreden bir kul olabilmektir

Şükür, olmazsa olmaz bir ibadet olup kulun Rabbinden razı olduğunun göstergesidir. Bu da sahip olunan nimetin farkına varmakla olacaktır. İşte yukarıdaki hadis, bize bu farkındalığın nasıl oluşacağını çok somut bir şekilde ifade etmektedir. Sağlık, servet ve imkânlar açısından kendisinden daha düşük konumda olanların hâline bakmak, Anadolu’daki tabirle “Beterin de beteri varmış.” dedirterek kişiyi kanaatkâr yapacak ve onun şükreden bir kul olmasını sağlayacaktır. Peygamberimiz (s.a.s.) de “Kanaatkâr ol ki insanların Allah’a en çok şükredeni olasın.” (İbn Mâce, Zühd, 24.) buyurmakla kanaat ve şükür arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koymaktadır.

Son olarak, hiçbir şeye sahip olunmasa bile insan olarak yaratılmak ve İslam ile şereflenmek gibi iki büyük nimete sahip olmak kanaat etmek için başlıca sebeplerdir. Bu hususta Peygamberimiz (s.a.s.), Müslüman olup da Allah’ın kendisine verdiği nimetle kanaat eden kişinin felaha erişeceğini bildirmiştir. (Müslim, Zekât, 125.)

Yüce Allah bizleri, kanaat etmek suretiyle tükenmeyen bir hazineye sahip olanlardan eylesin.

Hadisten öğrendiklerimiz

1. Sağlık, servet ve imkânlar açısından kendisinden daha düşük konumda olanların hâline bakmak, kanaatkâr olmanın en iyi yoludur.

2. Yüce Allah’ın verdiklerine az çok demeden razı olmak kanaat etmektir.