Makale

ZORUNLU MİSAFİRLİK: MÜLTECİ OLMAK

ZORUNLU MİSAFİRLİK:

MÜLTECİ OLMAK

Dr. Fatma Bayraktar Karahan

Diyanet İşleri Uzmanı

Benim adım mülteci değil! Benim bir adım var ve yanımda olmasa da bir ailem. Köklerim, geçmişim ve hikâyem…

Mülteci dediğinde bana, kimliğim kalmıyor, hiç kimse için anlamım da… Rakamlardan biriyim sadece senin için, vefat ettiğinde adı zikredilmeyen, kendisinden cenaze diye bahsedilenler gibi. Ama benim bir adım var. Ben Hıza’yım, ben Erva’yım, ben Halepli, İdlipli Muhammed’im.

Adı anılmayan, fotoğrafına bakılıp ah edilen ama yası tutulmayan, istenmeyen, sevilmeyenim. Acısı önemsenmeyen, kendisinden vazgeçilebilenim. Ölümün ve acının yakıştırıldığı, kısacık bir zaman diliminde unutulabilenim. Ama benim bir hayatım var, ben anneyim, oğulum, kız çocuğuyum. Doğumuna sevinilen, varlığı ümit veren, yokluğu boşluk oluşturan bir evlat ya da babayım. Yıkılan okulumda, enkaza dönen evimde kaybettiklerine alışamayan; ölümden hâlâ korkan, canı yanan, acıkan ve sanki hiçbir şey olmuyormuşçasına hayata tutunmaya çalışan… “Benim adım mülteci değil!” Ben Hıza’yım, ben, Erva’yım, ben Halepli, İdlipli Muhammed’im.

Vatansız Kalanlar

Her şeyin mahrumiyeti yaşanabilir hayatta. Maddi imkânların, işin, evin, ailenin, sağlığın ve daha pek çok şeyin... Kimi telafi edilebilir bu mahrumiyetlerin, kimi ise ne yapılırsa yapılsın hiçbir şeyle, hiçbir şekilde giderilemez. Bir annenin yokluğu dahi şefkatli bir kalp tarafından telafi edilebilir de belki, vatanın yokluğu, vatansızlık nasıl ve kim tarafından giderilecektir?

“Vatansızlığın Azaltılmasına İlişkin” sözleşme ile “vatansızlık” kelimesi tanımlamaktadır aslında mültecinin kim olduğunu. Mülteci, vatansız kalandır. Malını, canını, namusunu, onurunu koruyup kollayacak, eğitimden sağlığa, barınmadan doymaya ihtiyaçlarını giderecek bir vatanı kalmayandır. Ait olduğu yerden kopmak zorunda kalan, kökleri kalmadığından da gittiği yerde yeniden kök salması, dallanıp budaklanması zor olandır. Kendine yeni bir yer, yuva ve vatan arayandır. Göçmenden farklıdır onun arayışı. Sadece ekonomik değildir endişesi. Hele bir savaş varsa ardında bıraktığı ve onlarca, yüzlerce değil binlerce, yüzbinlerce kişi ile düşülmüşse aynı yola şansı daha az, yaşayacağı zorluk çok daha fazladır. Kendisinden önce defalarca çalınan bir kapıyı yeniden çalmak, kendisinden öncekine gösterilen şefkati, alicenaplığı yeniden istemek…

Savaşın Götürdükleri

Nasıl yurtsuz kalır insan? Sebep, yaşadığı yere ait hissetmeyip umutsuzluğa düşmek, doğduğu yere yabancılaşmak yahut bir savaşla, bir savaşta yurdunu kaybetmek olabilir. En zorlu sebep savaştır elbet. Ve yaşanan, savaşın getirdiği bir yurtsuzluk olduğunda yaşanacak umutsuzluğun, mutsuzluğun ve zorluğun da en kesifi… Kendisini ait hissettiği topraklardan ayrılmak zorunda kalmak, veda etmeden, hazırlık yapacak zaman bulamadan yollara düşmek, geri dönüp dönemeyeceğini bilemeden hasreti, ayrılığı da kendine azık etmek… Üstelik savaş beraberinde sevdiklerini kaybetmek; açlıkla, hastalıkla, ölümle, kendini koruyacak bir sığınak bulamamakla yüz yüze getirir insanı. Ve pek çok şeyi de beraberinde götürür. Bombalarla yok edilen evlerde sadece insanlar değil, geçmişe dair anılar da yok olur. Tek kare fotoğrafın kalmadığı, anısı olan bir eşyanın dahi saklanamadığı, yıllarca yaşadığın mahallenin tanınmayacak hâle geldiği, birbirinden ürkütücü görüntülerle neredeyse zihninin bile güzel hatıraları koruyamadığı bir hâldir yaşanan.

Komşudaki Yangın

Karşı karşıya kalınan sekiz yılı çoktan geride bırakan; güzel hatıraları, çocukları ve umudu yok eden bir savaş ise yıkıcı etkileri çok daha acı, yaşamını alt üst ettikleri de o denli fazla olacaktır. Yangın misali alevler yükseldikçe sadece hane halkı değil en yakından en uzağa herkes bundan etkilenecek, yangının isi, dumanı nefesleri kesecek, tarihin bu anına şahitlik etmek ağır bir yüke dönüşecektir.

Hayli zamandır güzel ülkemiz, komşusundaki, bölgesindeki yangınla, acıyla hemhâl vaziyettedir. Coğrafyamızın ve tarihin bize biçtiği, yola düşüp evsiz kalanlara sıcak bir yuva ve darda kalanlara bir umut olabilmek rolünü yerine getirmeye çalışmak elbet hiç kolay değildir. Ayrılığı, ölümü ve kötülüğün her hâlini gördükten sonra kırılmış, yıkılmış ve korkmuş olana kapını açmak çok daha zordur. Ancak bugün ilgilenmediğimiz, kayıtsız kaldığımız hangi mesele büyümez ve zaman geçtikçe bizi sıkıntıya sokmaz ki… Yangın yakınımızda, ölen çocuklar sahillerimizde, yardım çığlıkları kulaklarımızdadır. “Bana ne” demek mümkün müdür? Kapımızı kapatsak yangından, gözlerimizi kapatsak kulakları yırtan çığlıklardan, kulaklarımızı tıkasak arşı titreten feryatlardan kurtulma imkânımız var mıdır?

Toplumsal Emanet Mülteciler

Çözümün parçası olmak, iyilikten yana durmak için gayret etmekten başka bize düşen ne vardır? Hem vicdani ve insani hem de İslami bir görevdir bu. “İyi olmak” da budur (Bakara 2/177). Yolda kalana yardım etmek, yardım ederken ondan minnet ve teşekkürle karşılık beklemeden hareket edebilmektir (İnsân, 76/8-11). İyi olmak dünyadaki kötülüklerden şikâyet etmek yerine elimizden geldiği kadarıyla kötülüğe mani olmaktır. Savaşı durduramıyorsak da savaş mağdurunun acısına, derdine ortak olabilmektir. Duyarsızlığın ve bencilliğin arttığı dünyamızda merhameti, yardımlaşmayı ve gönül hassasiyetini bizden sonrakilere aktarabilmenin, iç dünyamızda huzur tesis edebilmenin yolu da budur. Bir tas çorba, bir çift çorap, bir tebessüm bazen zannedilenden büyük tesirler oluşturur. Hiç kimsesi kalmamış bir çocuğa, hiçbir umudu kalmamış bir kula yaşamak için bir güç olur da belki, bunun bize hissettireceği mutluluk gönlümüze huzur ve şifa verir. Çünkü başkasına yapılan iyilik sağaltır, iyileştirir.

Kendisine emanet şuuruyla davranılan mülteci, bizim için sadece yardımseverliğin getireceği bir mutluluk ve huzur sebebi değildir. Aynı zamanda mülteci gerçeği, coğrafyamızın bizi karşı karşıya bıraktığı, duyarsız kalamayacağımız, bugün ilgilenmediğimizde yarın toplumumuzu çok daha derinden ve hatta olumsuz etkileyebilecek bir konudur. Çaresiz, umutsuz ve yapayalnız kalan insanlar, bu yönleriyle de topluma emanettirler. Zira toplum, aslında onları korurken kendini de korumuş olur.

İyiliğin Sağaltan/Nefretin Yok Eden Gücü

Ucuz iş gücü oluşturup işsizliğin, ev ihtiyacının artmasından ötürü kiraların yükselme sebebi ve ailelerin dağılmasının nedeni kabul edilmeleri, kötülüğün asıl öznesini görmemekten kaynaklanmaktadır aslında. Mültecilerin çaresizliğini istismar ederek iş güçlerini kullanan, yüksek kiralar isteyerek evlerin fiyatlarını artıran, sahipsiz kadın ve kız çocuklarını korumak bahanesiyle sözde evlilikler yapanlar suçlanması gereken asıl özneler değil midir? Tüm Suriyeli mültecilerin kötü yahut fırsatçı kabul edilmesi ve onlara bu minvalde davranılması ayrı bir haksızlık ve kötülük değil midir? Her ırktan, renkten ve dinden insanın genelleme yapılmadan iyilerinin kötülerinin olabileceğini kabul etmek bu denli zor mudur? Memleketlerine dönmek istemediklerine ilişkin bir söylem üzerinden burada çok mutlu olduklarını düşünmek ve bundan rahatsızlık duymak ise anlaşılması hayli güç bir psikolojinin eseridir.

Mültecilerle ilgili bu tür yanlış düşünceler ve nefret söylemleri toplum bağlarını zayıflatacak, ötekileştirmek, kendinden başkasının yaşam hakkı olmadığına inanmak ve diğerkâm yoksunluğu bir süre sonra toplumun kendi fertlerini de hedef alır hâle gelebilecektir.

Diğer yandan olabilecek en büyük yoksunluğu yaşayan bir mülteciye yapılacak iyiliğin faydası bireysel olmayacak, toplumun tamamını kuşatacak, sadece bugüne değil asırlar sonrasına çocuklarımızı, torunlarımızı ve bu vatan toprağının tüm evlatlarını sarıp sarmalayacak bir hayra dönüşecektir.

Tüm zorluğuna rağmen bigâne kalınamayacak mülteciler konusu nefretle değil ancak iyilikle çözülebilir.

NEFRET DOĞURAN YALANLAR

DOĞRU SANILAN YANLIŞLAR

Son yıllarda ülkemize gelen mültecilerin yaşanan savaş sebebiyle çoğunlukla Suriyeli olması, mülteci karşıtlığının onlar üzerinden yürütülen bir nefret söylemine dönüştürmek üzere. Anadolu insanının vicdanı, diğerkâmlığı ve alicenaplığı buna izin vermese de bazı yanlış bilgiler zihinleri karıştırmaya, gönülleri bulandırmaya sebep olacak hızda yayılma imkânı buluyor. Sizler için bu yanlış bilgilerin doğrularını Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden alınan veriler ışığında ortaya koyduk.

Devlet üniversitesine giden her Suriyeliye burs veriliyor.

Türkiye’deki üniversitelerde 25 bini Suriyeli olmak üzere toplam 148 bin yabancı öğrenci eğitim almaktadır. Yabancılara verilen eğitim bursları “Türkiye Bursları” tarafından verilmektedir. Burslara tüm dünya ülkelerinden öğrenciler başvuru yapabilmekte, yabancı öğrencilerin %16,8’i (25.000) burs olanaklarından faydalanmaktadır. Suriyeli öğrencilerin ise %5,7’si burs almaktadır. Üniversiteye giden Suriyelilerin tamamına burs verilmemektedir. Burs için başarı ve yaş kriteri vardır. Devlet, okumak isteyen yabancılara burs vermektedir fakat bu, ne Suriyelilere özeldir ne de üniversiteye giden her Suriyeli içindir.

Suriyeli esnaf vergi vermekle mükellef değil.

Her ticari işletme, vergi ödemekle yükümlüdür. Kaçak olarak çalıştırılan veya a vermeyen bir işletme varsa bu onlara verilen bir haktan dolayı değildir. Suriyeli esnafların vergi konusunda ne bir muafiyeti ne de bir ayrıcalığı vardır. Eğer bir belediye sınırları içerisinde kaçak olarak işletilen bir kafe, bakkal, market veya giyim mağazası varsa bunun Suriyelilere sağlanan bir ayrıcalıktan dolayı olmadığını bilmelisiniz.

Suriyeliler hastanede sıra beklemiyorlar.

Hastane poliklinik hizmetlerinde muayene öncelik sırası Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan genelge ile belirlenmiştir. Bu genelgeye göre Suriyelilerin hastanelerde yasal önceliği yoktur. Yasal öncelik; acil vakalar, engelli hastalar, hamileler, hizmetteki askerî personel, şehit yakınları, gazi ve gazi yakınları, 65 yaş üstü hastalar ile yedi yaşından küçük çocuklara verilmektedir. Sıra numarası takip ekranında bir Suriyeli hastanın öncelikli olduğu görülüyorsa bu durum, Suriyeli olduğu için değil, bu saydığımız durumlardan birini sağladığı içindir.

Suriyeliler çalışma izni alıp istedikleri yerde çalışabilirler.

Bir yabancının Türkiye’de çalışabilmesi için çalışma izni çıkarılmış olması gerekmektedir. Çalışma izni, işe alınacak yabancı tarafından değil, iş yerinde yabancı çalıştırmak isteyen işveren tarafından alınır. Yani bir yabancının çalışma izni alma gibi bir yetkisi yoktur. Ayrıca çalışma izni, sadece o iş yerine aittir. Kişi o işten ayrıldığı anda çalışma izni de iptal olur. Bir işveren iş yerinde bir yabancı çalıştırmak istiyorsa hâlihazırda beş tane Türk vatandaşını istihdam ediyor olmalıdır. Aksi hâlde başvurusu kabul edilmez. Bu durum Suriyeliler için de bu şekildedir.

Suriyeliler istedikleri üniversiteye sınavsız giriyor.

Ne devlet üniversitelerinde ne de özel üniversitelerde Suriye uyruklu öğrenciler ile diğer yabancı uyruklu öğrenciler arasında bir fark yoktur. Hepsi yabancı öğrenci statüsündedir. Devlet ya da özel üniversiteler öğrenci alırken Türk vatandaşları için ayrı, yabancılar için ayrı şartlar istemektedir. Yabancı öğrencilerin devlet üniversitesine yerleşmek için YÖS’e (Yabancı Öğrenci Sınavı) girmeleri gerekmektedir. Özel üniversiteye girmek istediklerinde ise her üniversitenin kendi belirlemiş olduğu şartlara göre tercih yapılabilmektedir. Her üniversitenin yabancı öğrenci için YÖK tarafından onaylanan bir kontenjanı vardır. Yani Suriyeliler ya da yabancı öğrenciler tüm şartları sağlasalar ve parasını verseler bile kontenjan sınırı olduğu için istediği üniversitede okuyamazlar.

Suriyeliler 5 yıl sonra Türk vatandaşı olacak, seçimlerde oy kullanacaklar.

5901 no’lu Türk Vatandaşlık Kanunu’nda, vatandaşlığın nasıl kazanıldığı ile ilgili şartlar açıkça belirtilmiştir. Türkiye’de bulunan Suriyeliler, geçici koruma statüsüne sahiptir. Geçici koruma kapsamında olan kişilerin 5 yıl ikamet yoluyla Türk vatandaşı olma hakları yoktur.