Makale

YAZYURDU’NDA “YAZIN” HEYECANI

YAZYURDU’NDA
“YAZIN” HEYECANI

Abdullah HARMANCI

1982–1985 senelerini ailecek Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı bir köyünde geçirmiştik. Babam bu köyde ortaokul öğretmeni idi. Ben 8 ila 11 yaşlarımda idim bu süre boyunca. Köy diyorum, esasında “nahiye” idi. Birçok köy yolunun kesişim noktasında. Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinden Sivas’ın Gürün ilçesine doğru yol alırken sağ yanınıza gelen bir kasaba. Eski adı “Çelikhan”. Yeni adı “Yazyurdu”. Yazyurdu denmesinin sebebi sıcak olması değil, tersine soğuk olması. Ancak yazın yaşanabilecek bir yer, gibi bir gizli anlam içermekteydi. Tabii bu kasabada soğuk mu soğuk kışlar geçiren bizler, bu adı böyle yorumlamıştık. Kasabada elektrik yoktu. Su da ev içlerinde değildi. Hayat bir hayli zordu. Depremden büyük zarar gören kasaba, kısmen bir dağ yamacına taşınarak prefabrik evlerle yeniden kurulmuştu. Biz de bu prefabrik evlerden birinde idik. Kardeşim Hasan burada doğdu. Abimle ben burada ilkokulun üç senesini okuduk.

Okullar kapandığında Konya’ya döndüğümüz için genellikle güz ve kış aylarını anımsıyorum Yazyurdu’nda. Kasabada iyi kış oluyordu. Yapacak bir şey yok. Evimiz çok soğuk ve küçük. Giriş kısmını saymazsak bütün ev bir odadan ibaretti. Tepemizde yanan körsek ışıklı bir idare lambası, çaresiz, zamanın geçmesini, sabahın olmasını beklerdik. Hayatımızı şenlendiren şeylerden biri babamızın zaman zaman Gürün’e gitmesi. Çünkü Gürün’den eli boş gelmeyecek. İşte bu gidip gelmelerin bazılarında babamın Diyanet Çocuk’la geldiğini anımsıyorum. Anlatmaya çalıştığım sessizlikte ve ıssızlıkta yaşayan biz çocuklar için ne büyük mutluluktu! Dergiyi önce hangimizin okuyacağının yarışını yapar, saatlerce aynı sayfaları yeniden yeniden okurduk. Her şeyin çok az olduğu bir ülkede, elektriğin bile olmadığı bir kasabada, okunacak eserlerin arada sırada elimize geçtiği, dolayısıyla altın gibi değerli olduğu günler.

Bizde Hayat Ansiklopedisi var, öğretmenim olan Şehrize hocada Resimli Hayat Ansiklopedisi var. Türkiye’de ansiklopediler dönemi. Evlerin camlı büfelerinde bir ansiklopedinin olmadığı görülmüş şey değil! Bizde de Hayat Ansiklopedisi var ve ne zaman canımız sıkılsa, evimizin küçücük odasının ortasına boydan boya uzanır ve yere serdiğimiz ansiklopediyi karıştırmaya başlarız! Karşımıza çıkan her fotoğraf, her başlık, şaşırtıcı, uzak hayallere sürükleyici muhteşem bir dünya! Sayfalar yavaş yavaş çevrilir ki eğlencemiz hemence bitmesin!

Evimizde bir de atlas var. Atlas benim favori kitabım. Ne zaman canım sıkılsa odanın ortasına serilirim ve atlasın haritaları arasında kaybolur giderim! Bir Osmanlı padişahı olurum ve karşıma çıkan bütün ülkeleri alırım. Şehir şehir, ülke ülke dağılırım dünyaya, en büyük zevkim bu! Denizleri aşıp ormanların üstünden uçup nehirlerin kıvrımlarını jet hızıyla geçerim. Öğretmenimize akşam oturmasına gittiğimizde ise Hayat Ansiklopedisi’nin resimli olanının sayfaları arasında dalar giderim. Bir de bakmışım, gece 11 olmuş, ertesi gün okul var, soğukta evimize doğru yola çıkmışız. Tabii ki yürüyerek! Çünkü evimiz dediğim birkaç baraka aşağıda! Prefabrik evlerin adı baraka. İçeride konuşan kişilerin sesleri sokaktan duyulacak kadar ince, annemin tabiriyle “kâğıt gibi” duvarlar.

Bu senelerde okumak dışında yazmak da heyecanlarımız arasındaydı. Yazdığım kompozisyon ödevlerinin sınıfta kahkahalara sebep olması beni kendimle tanıştırdı. Demek ki ben yazmalıyım. Yazacağım. Yazınca takdir topluyorum. O hâlde yola koyulmalıyım. İşte bu, ilk yazı ve yazın heyecanlarının kalbimde yer etmesidir. Sonrası geldi. Hep geldi ve ben hiç yazıdan uzak kalmadım. O gün bu gün, yazmak, ama okumaktan çok daha fazlasıyla yazmak, bende büyük heyecan uyandırıyor. Hâlâ bir senenin ilk gününde, yağan kara yüzümü dönerek, acaba bu sene bir kitap yazacağım da bu eser insanların kalplerini fethedecek midir ki gibi heyecanlar taşırım. O sene bu sene midir, gibi. Geçmişe bakmam. Hep gelecek senelere bakarım. Hep ne okusam, beni güzel şeyler yazmaya itecek çok iyi kitaplar hangileridir, gibi endişeler yaşarım. Ama Yazyurdu’nda başlayan okuma heyecanlarımın hepsini anlatmadım.

Bu kasabada geçen üç sene boyunca, bende en çok yer eden eser Gönül Doktoru idi. Seneler sonra kitabı ve yazarını merak edip araştırdım. Evet, Mehmet Yaşar Kandemir’in Gönül Doktoru çocukluğumuzun bu döneminde bende büyük bir yer etti. Şimdi ben istesem dönüp o kitabı elime alıp yeniden okumaya başlayabilirim. Ama yapamam. Bunu yapacak gücüm yok. Ya da içimdeki büyünün dağılmasına tahammülüm yok. Tıpkı Yazyurdu’na yeniden gitmeye tahammülümün olmadığı gibi. İçimdeki kasaba öylece kalsın. İki yazar kalmış aklımda. Ahmet Efe ve Hasan Demir. İlkiyle Konya’da seneler sonra karşılaştık. Bir de Osmanlı döneminde yaşayan bir çocuk kahramanın anlatıldığı bir çizgi roman anımsıyorum. Denizlerde, gemilerde savaşan bir çocuk kahraman vardı.

Yazyurdu’nda, okumanın ve yazmanın ilk heyecanlarını tattığım bu kasabada, okuduğum belki başka şeyler de olmuştur. Ama içimde yer eden en önemli eserler bunlar.

Kim bilir, bir gün kendimde güç bulabilirsem, kalkar o kasabaya giderim. Evimizin önünde durur ve neden duygulanmadığımı sorarım kendime. Oysa yol boyunca nasıl olup da duygularımı dizginleyebileceğimi düşünüp durmuştum; şimdi neden şu barakanın önünde bir yabancı gibi sıkılmaktayım, derim.