Makale

İNSANLIK KAÇ SIFIR?

İNSANLIK
KAÇ SIFIR?

Prof.Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

Şimdilerde insanlığın gelişim safhaları rakamlarla şifreleniyor. “İnsan 1.0” insanın biyolojik köklerine, “İnsan 2.0” insanlık tarihindeki kültürel gelişmelere, “İnsan 3.0” ise insanın hâlihazırda içinde bulunduğu teknoloji çağına işaret ediyor. Aynı şekilde toplumsal gelişmenin safhaları da rakamlarla derecelendirilmiş. “Toplum 1.0” avcı, “Toplum 2.0” tarım ve “Toplum 3.0” da endüstri toplumunu anlatıyor. Enformasyon toplumuna “Toplum 4.0”, başarı toplumuna “Toplum 5.0” etiketi verilmiş. Toplum 5.0 ile öyle bir toplum hayal edin ki tembellik ve durağanlığın yerini çalışkanlık ve ilerleme almış, öfke ve nefretin tahtına sevgi, saygı ve hoşgörü kurulmuş ve hayat aktif, verimli ve mutlu bir biçimde akıp gidiyor olsun. Bunları ben değil, toplumu hâlihazırda 5.0 aşamasına gelmiş kabul edenler söylüyor. Dahası var, bu aşamada insanın önündeki imkân ve ihtimaller çoğalıyor, özgürlüğüne ket vuran her türlü pranga, baskı ve kısıtlama ortadan kalkıyor. Yeni değerlerin türeyebilmesi için bilginin paylaşımı hızlanıyor, insanın refah ve mutluğuna amade kılınması sağlanıyor. Ben bunları söylerken yüzünüzdeki alaycı tebessümü görür gibiyim. Söylemiş olayım, buradaki “insan” ve “toplum” kavramları genel manada kullanılıyor. Gelin “yeryüzü insanı, yeryüzü toplumu” diyelim. Toplum 5.0 için resmedilen bu pembe tablonun sanki başka bir dünyayı anlattığı hissine kapıldınız değil mi? Ben de öyle.

Endüstriyel gelişmeler de sınıflandırılmış. Endüstri 1.0 buhar ve suyun kullanılmasıyla yeni üretim süreçlerine geçişi ifade ediyor. Makineler daha kolay ve daha seri bir üretimi mümkün kılınca teknik gelişme başlıyor. Endüstri 2.0 ikinci endüstri devrimini, endüstri 3.0 ilk bilgisayarın kullanımıyla başlayan süreci tanımlıyor. Bilgisayarlarla birlikte üretimde otomasyon da devreye giriyor. Endüstri 4.0 ile dördüncü endüstri devrimi ile başlayan süreç kastediliyor. Bu safhada insanın üretime müdahalesi en aza inmiş durumdadır. Siber-fizik sistemi, internet, bilginin bulutta depolanması ve hızlı değişimi gibi gelişmeler bu dönemin köşe taşlarını oluşturuyor. Ve nihayet endüstri 5.0, içinde bulunduğumuz âna işaret ederken, insanı devreden çıkaran ve üretimi neredeyse tekeline alan makineyle insanı yeniden uzlaştırma anlamı taşıyor. Bir başka ifadeyle, insan elinin ve zihninin endüstriyel üretime yeniden ortak edilmesi çabalarını anlatıyor. Endüstriyel ilerlemenin önü açık, nerde duracağını, sınırlarını tahmin etmek mümkün görünmüyor.

Bir varlık türü olarak insanın tarihte ve bugün kaydettiği maddi gelişmelere bir itirazımız olmadığı gibi bu gelişme safhalarının rakamlarla formüle edilmesine de bir diyeceğimiz yok.
Dikkat edilirse, bütün bu gelişme safhaları nihayette insanın hayatını sürdürmesi için gerekli olduğu düşünülen ortalama bir hayat standardının sağlanması, özgürlük, imkân ve fırsatlar alanının geliştirilmesi gibi iki ana temada odaklansa da neticede gelip bilginin üretimi, erişimi ve kullanımı meselesinde düğümleniyor. İnsanın, toplumun ve endüstrinin gelişim safhalarını kimler kodluyorsa, gerçek manada “gelişme” ve “ilerleme” denen şeyin, akabindeki refah ve zenginliğin de onlar için söz konusu olduğunu bir kez daha vurgulamış olalım. Bu fiilî durumu sebep ve sonuçlarıyla daha önceki yazılarımızda dilimizin döndüğünce izah etmeye çalıştık.

İnsan maddi ilerleme ve gelişmenin zirveye giden basamaklarını teker teker tırmanırken manevi gelişme ne âlemdedir, insanlığın hâli nicedir, ben asıl bunu merak ediyorum. Yazımın başlığının manidar olması bundandır.

Sahi, insanlık kaç sıfır? Bir, iki, üç, dört, beş?

İnsanlık nereye gidiyor?

İnsanlık kavramı ile insanın doğasını oluşturan, onu “insan” yapan niteliklerin tümünü kastediyorum. Gelinen noktada modern insan, “süper zeki yarı-biyonik” bir makineye dönüşerek “ölümlü” varlıklar kategorisinin bir türü olmaktan çıkacağı günü hayal ediyor. Bütün bunlar olup biterken kendisini “insan kılan” vasıfların buharlaşmasıyla birlikte manevi dünyası da eriyor. Maddi ilerleme ve gelişme ile birlikte giderek yalnızlaşan insan karanlık bir boşluğun eşiğinde duruyor. Modern hayatın keşmekeşinde toplumun anlamlı ve kıymetli bir parçası olma ayrıcalığını yitiren insan bir yandan kendi derin yalnızlığında kaybolan ruhunu ararken, bir yandan da maneviyata susayan kalbini teskine çalışıyor. Bilim, teknoloji ve endüstrideki ilerleme ile çağ atlayan, hayat standardı yükselen insan, eriştiği ilerleme seviyesinde kendi insanlığı ile yüzleşiyor. İşte tam bu noktada sorumuzu tekrarlayalım.

İnsan 3.0, Toplum 5.0, Endüstri 5.0 ise sahi insanlık kaç sıfır?

Mevlana Celaleddin Rumi, “Nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm içinde insan yok.” derken neyi kastediyordu dersiniz? Her çağda, her nesilde, her toplumda değerlerini ve dolayısıyla insanlığını yitirenler hep olmuştur ve hep olacaktır. Uzay çağı dediğimiz XXI. asırda, toplumsal kuralsızlık ve çöküşün hızlanmasıyla birlikte insani değerlerdeki buharlaşma ve kayıp da hızlanmıştır. Bu kuralsızlık ve çöküş hâlinin pek çok sebebi var, ancak en bariz olanı, bireysel tatminin, insanın kendisini gerçekleştirme aracı olarak her yerde pompalanması ve desteklenmesidir. Fransız yazar, düşünür ve filozof Jean Jack Rousseau ilk toplumlarda insanın kendini tanıtma ve tanınma ihtiyacından bahsederken şu tespiti yapar: “Herkes başkalarına bakmaya ve kendisine bakılmasını istemeye başlar ama kamusal itibarın bir bedeli vardır. En iyi şarkı söyleyen veya en iyi dans eden; en güzel, en güçlü, en yetenekli olan, en güzel konuşan kişi en fazla rağbeti görür. Bu, eşitsizliğe ve aynı zamanda kötülüğe atılan ilk adımdır.” (C. Taylor, Modernliğin Sıkıntıları, Çev. Uğur Canbilen, s. 51, dn. 7.) Değerlerin üstünün çizildiği bu maddeci görüntü dünyasında tatsız, dar, sığ, bayağı benmerkezli bir narsisizm vardır. (Taylor, a.g.e., s. 44.) Orada maddenin basireti kapatan, kalpleri karartan, şehveti
tetikleyen kesif yoğunluğu hâkimdir. Maddenin cazibesi ve görüntünün uçuculuğu akıl ve vicdanı esir almış, tüm insani değerleri ya önemsizleştirmiş ya yalama yapmış ya da iptal etmiştir. Ayrı şeylerden konuşuyormuş gibi görünseler de Rumi ve Rousseau aslında aynı vurgunun farklı çağlardan bugüne yankılanan farklı ses ve tonlarıdır.

“Tanrı 1.0, 2.0, …”

Her şeye çağdaş bilim ve teknolojinin gözlüğüyle bakma bağımlısı materyalist akıl sadece toplumu, siyaseti, endüstriyi ve ekonomiyi kodlamadı, aynı zamanda “Tanrı”yı da kodladı: Tanrı 1.0, Tanrı, 2.0, … (Deepak Chopra, Tanrı’nın Geleceği, Çev. İstem Erdener, Doğan Yay., İstanbul 2019, s. 22 vd.) Bu çabayı modernliğin genizleri yakan kesif buharında tütsülenen hayatın zaman, mekân ve sebep bakımından taşıdığı anlamı yeniden keşfetme çabası olarak görebiliriz. Bu girişimi, biyolojik hayatın dizginlerinden boşanmış bir teknoloji tarafından acımasızca tarumar edildiği esnada değerlerin de arada kaynadığı günümüz dünyasında inancı yeniden gözden geçirme girişimi olarak da kabul edebiliriz. Daha başka sebepleri de olabilir ama bunların ne önemi var?

“Ne için yaşıyorum ve nasıl yaşamalıyım?” sorusunun cevabını kendi iç dünyalarının karanlığında ya da maddenin aldatıcı ve geçici şaşaasında arayanların insanlığın kaç sıfır olduğunu merak etmelerini elbette bekleyemeyiz. Ama her nedense akıllarındaki Tanrı’yı kodlamaları kolaydır. Hiç merak etmeyin, kodlanan bu Tanrı’nın çağrışımları ile Allah dendiğinde bizde uyanan derin, yüce anlam ile safi iç huzurun ahenkli bileşimi olan Mutlak Yaratıcı İlah arasındaki fark çok barizdir. Onların Tanrı’sı ya bir ruhtur ya bir yüksek bilinçtir, ya bir iç huzurudur ya bir enerjidir, ya bir ışıktır ya bir saf sevgidir, ya bir yüce kozmik sırdır ya da başka bir şey! Tanrı’yı bir “yanılgı” olarak görenler içinse o ya zihnin bir uydurması ya da başka bir şey! Allah kendisine isnat edilen ne varsa hepsinden yücedir, münezzehtir. (Saffat, 37/159.) Müslüman böyle bilir, böyle inanır.

İnsanın dünya ile karşılıklı ilişkisini ünlü ressamların tabloları üzerinden anlamaya çalışan Amerikalı psikolog Rollo May, bu amaçla Picasso’nun bir sergisine gider. Tablolardan okuduğu manzara ürkütücüdür, insanlığından utanır. Gördüğü şey, parçalanmış, bölünmüş, ayrışmış, bölük pörçük, makinemsi, metalleşmiş insan suretleridir. Suratları çarpıktır ve korkunç cadıları andırır. Modern bireyin bu tasvirleri yüzünden May’i kasvet basar, iliklerine kadar ürperir, güpegündüz aydınlıkta karanlığı hisseder. Gördükleri, Kafka’nın romanlarında rastladığı insanlığını yitirmiş kaskatı bireylerin tıpkısıdır. “Sergiyi ilk görüşümde insanın yüzünü, bireyselliğini, insanlığını yitirmiş meşum görüntülerinden ve gelmekte olan robotu haber veren kehanetten öyle etkilendim ki daha fazla dayanamadım ve kendimi dışarı attım.” der May. (Rollo May, Yaratma Cesareti, Çev. Alper Oysal, Metis Yay., İstanbul 2018, s. 75.)

İnsanlığın yitik tasviri tablolarda bile olsa korkunçtur. Bugün kötülüklerin kol gezdiği dünyaya bakarak insanlığımızdan utanıyorsak insanlığımızın hâlâ nefes aldığından emin olabiliriz. Ancak kaç sıfır olduğunu merak ediyorsak derin bir hayal kırıklığı yaşarız ve insanlığımızla yüzleşme cüretini gösteremediğimiz sürece daha çok sorarız.

Sahi, maddiyatın paylaşımı için amansız kavga sürerken yeryüzüne çöken koyu ruhsal kirlilik sisinde insanlık kaç sıfır?