Makale

Ali Rıza TEMEL: “Âlemdeki ilahi sanatı, güzellikleri ancak insan fark eder.”

Ali Rıza TEMEL:

“Âlemdeki ilahi sanatı,

güzellikleri ancak insan fark eder.”

Yüce Allah insanı şerefli ve mükerrem kılmıştır. İnsana değer ve üstünlük kazandıran hususiyetleri nelerdir?

Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği üzere insan “eşref-i mahlûkat” yani yaratılmışların en şereflisidir. Gerek fiziki gerekse ruhi özellikleriyle diğer varlıklardan ayrılmaktadır. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

İnsan, iki ayak üzerinde dimdik durabilen, vücut organlarını rahat bir şekilde kullanabilen bir yapıya sahiptir. Kafatası, beyin yapısı, organlarının ahengi, ses sistemindeki zenginlik vs. yönünden bir harikadır. Mesela insan elinde başparmak olması ona yazı yazmak, alet kullanmak gibi kolaylıklar sağlar.

İnsan, zekâsıyla faydalı ve zararlı olan şeyleri ayırt eder. Yeni şartlara uyum sağlar, tecrübelerden yararlanır.

İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerin başında lisan gelir. Zaten insan “konuşan canlı” diye tarif edilir. Konuşmaktan maksat sadece sesli ifade değildir. Papağan da bazı şeyleri sesli ifade edebilir. Konuşmaktan maksat meramını başkasına anlatabilmek; tefekkür ve mesaj içerikli iletişim sağlamaktır. İnsan dilsiz bile olsa maksadını işaretle, jest ve mimiklerle, yazıyla ifade edebilir.

İnsanın en önemli özelliklerinden birisi de sosyal oluşudur. İbn Haldun’un dediği gibi insan yapı itibarıyla medenidir. Yalnız başına yaşayamaz. İhtiyaçlarını gidermek, tehlikelerden korunmak için çevredekilerle yardımlaşır. Gerçi arı, karınca gibi bazı hayvanlar da toplu yaşarlar fakat onların toplu yaşamaları irade ve şuur neticesi değil, içgüdüseldir. Hayatlarında değişkenlik ve ilerleme yoktur. Arı, örümcek, karınca binlerce seneden beri hep aynı işleri aynı tarzda yaparlar. İnsan toplumları ise daima ilerler ve yeni şekiller alır. Aile, kabile, millet, ümmet ve milletlerarası kurumlara dönüşür. Birlikte yaşama ve tecrübe neticesinde yeni meslekler, mali, idari, askerî, ilmî pek çok organizasyonlar ortaya çıkar.

İnsan, sanatkâr bir varlıktır. Güzelliğe ait duygularını sanatla ortaya koyar. Musiki, şiir, edebiyat, resim gibi sanatların her biri aslında insanların duygularının ifadesidir. İnsanlar arasından pek çok dâhi çıkmıştır.

İnsan, ahlak ve vicdan sahibidir. İyilik yapmayı sever, başkalarını rahatsız etmekten rahatsızlık duyar. Söz gelimi köpek birini ısırsa ona acı verdim diye üzülmez. İnsan ise yaptığı kötülükten pişmanlık duyar. Zaten duymazsa insanlık mertebesine ulaşmamış demektir.

İnsan, duygusal bir varlıktır. Sevinç ve üzüntü sebebi olan olaylar karşısında insanın hissiyatı kabarır, iç âleminde bir dalgalanma olur. Duygularını ağlamak, gülmek, surat asmak gibi yollarla ifade eder.

İnsan, inanan bir varlıktır. İnsanın en büyük meziyeti inançlı olmasıdır. Ruhi hayatın tezahürleri iradi olarak yalnız insanda görülür. Bu maddi âlemin ötesinde yaratıcı ve yönetici bir gücün varlığını hisseder ve ruhen onunla irtibat kurar. Onun rızasını kazanmak için ibadet eder, ona güvenerek güç kazanır.

Ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi insan karada at, deve gibi hayvanlarla; denizde ise gemilerle taşınıyor. Ayetin nazil olduğu dönemde henüz uçak keşfedilmediği için “havada” ifadesi kullanılmamıştır. Mevla bütün imkânları insanın hizmetine sunmuş. Böylece insan efendi, diğer varlıklar onun hizmetinde olmuştur. Ayrıca temiz ve kaliteli rızıklarla rızıklandırılmış olmaları da bir üstünlük sebebidir.

Yaratılmışların çoğuna üstün kılınan insan yine Kur’an’ın ifadesiyle yeryüzünde “Allah’ın halifesi”dir. Onun adına tasarrufta bulunur. Allah’ın bizzat yarattığı, ruhundan üflediği, meleklere secde ettirdiği, bilgiyle donattığı ve kendisine halife seçtiği insanı, bir de evrimcilere göre maymundan türediği iddia edilen insanı düşünelim. Bu anlayış insan değerinin sıfırlanması demektir.

Allah’ın isim ve sıfatlarını en güzel şekilde tezahür ettiren insan kâinatın özü, özeti olarak tanımlanmaktadır. İnsanın küçük kâinat olması düşüncesini biraz açabilir misiniz?

İnsan, “zübde-i âlem” yani kâinatın özü olarak ifade edilir. Varlık âlemi insanla anlam kazanır. Âlemdeki ilahi sanatı, güzellikleri ancak insan fark eder. İnsan hafızadır. İnsan olmasa tarih, medeniyet, imar söz konusu olmaz. Bilgi nesilden nesile insanlar vasıtasıyla aktarılır. Bedendeki can gibi insan, âlemin ruhu mesabesindedir. Hz. Ali ne güzel özetlemiş: “Sanırsın ki sen küçük bir varlıksın, hâlbuki sende büyük bir âlem dürülmüştür.” (İ. Hakkı Bursevî, Lübbü’l-Lübb, İstanbul, s.13.) Gizli hazineyi ortaya çıkaran, hazineye ve hazine sahibine şahitlik eden insandır.

Her insan tek başına bir âlemdir. Onun için İslam’a göre bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir. Çünkü bir kimse öldürülürse onun zihnindeki ve gönlündeki bütün varlıklar da hemen ölmektedir.

Sonuç olarak kâinatta yaratılmışların göz bebeği olan insanoğlunun da saygın bir varlık olduğunu ve bu saygınlığına halel getirecek her türlü fiilden sakınması gerektiğini asla unutmaması ve ona göre yaşamını sürdürmesi gerekir.

İnsanın yaratılış gayesi Allah Teâlâ’yı bilmek, tanımak ve O’na kulluk etmektir. İnsan, en önemli sorumluluğu olan kulluk vazifesinin hakkını vermek için ne yapmalıdır?

İyi bir kul olabilmek için en güzel kul olan Hz. Peygamber’i tanımak gerekir. “Andolsun, Allah’ın Resulü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21.) Ayrıca Allah’a layık kul, Resulüllah’a (s.a.s.) layık ümmet olabilmek için lazım olan hasletler Kur’an-ı Kerim’de sayılmakta, iyi ve kötü kullara dair örnekler sunulmaktadır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde bizlere bildirilen uyarılar ve örneklere dikkat etmeli; bunlardan hareketle Müslümanlar hayatını düzenlemeli ve bu düstur üzere yaşamlarını sürdürmelidirler. Ayrıca Müslümanların Mevla’yı her an hatırlarında tutmaları, O’na yaklaştıracak güzel amellere sarılmaları, O’ndan uzaklaştıracak kötü fiillerden uzak durmaları da onların vazgeçemeyecekleri sorumlulukları arasında yerini alır.

Peygamber Efendimizin “onurlu ve kerem sahibidir…” sözüyle nitelendirdiği mümin kimse aynı zamanda sorumlu ve mükellef bir varlıktır. İnsan olmanın beraberinde getirdiği mükellefiyetler nelerdir?

Her nimetin bir bedeli vardır. Çeşitli meziyet ve kabiliyetlerle donatılan, göklerde ve yerdeki her şey emrine, kısmetine verilen insan bu nimetlerin hakkını vermekle mükelleftir. Yeryüzünde “Allah’ın halifesi” olabilmek, bu görevi layıkıyla ifa edebilmek gayret gerektirir. Sorumluluğun büyüklüğü makamın büyüklüğüyle orantılıdır. Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği emaneti yani sorumluluğu insan yüklenmiştir. Allah insanı bu emaneti taşıyabilecek kıvamda yaratmıştır. Fakat insan hata ve isyan ile emanete riayet etmeyerek zalim ve cahil konumuna düşmüştür. İslamiyet’in özü Yaradan’a itaat, yaratılana şefkattir. “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (Kıyamet, 75/36.) Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde bütün nimetlerden hesaba çekileceğimiz belirtilmektedir. Öyleyse her şeyin hesabını verebilecek şekilde davranmalıyız.

İnsan bir taraftan en güzel kıvamda yaratılan bir varlık iken yaratılış gayesinden uzaklaşınca da esfel-i safilin dediğimiz aşağı bir dereceye düşebilmektedir. Bu açıdan insanı değerlendirecek olursak neler söylersiniz?

İnsanın ruh ve beden olarak en güzel kıvamda yaratıldığını başta belirtmiştik. İnsanın görevi fıtrata uygun yaşamak, Allah’ın kendisine bahşettiği kabiliyetleri geliştirmek, vahyin ve aklıselimin ışığında kendini inşa etmek ve “insan-ı kâmil” olmaya çalışmaktır. Allah’ın verdiği krediyi hayra kullanmaz da İslam fıtratına aykırı davranırsa alçalır, iflas eder, insanlık şerefini kaybeder, hayvanlardan daha aşağı bir konuma iner, böylece hem dünyada hem ahirette itibarsızlaşır.

İnsanın hem mükerrem hem de mükellef bir varlık olduğunun şuur ve idrakinde olması dünya ve ahiret hayatını mamur etmesi açısından insana neler kazandırır?

İnsan gerçek değerini ve sorumluluğunu idrak ederse dengeli hareket eder. Huzurun anahtarı dengeli hareket etmektir. Akıllı kimse itibarlı iken itibarsız konuma düşmek istemez.
İtibarlı konumunu sürdürmek için elinden gelen gayreti gösterir. Dünya ve ahiret işlerinde dengeli hareket etmek esastır. İfrat ve tefrit ifsat, denge ise ıslah sebebidir. O yüzden kişi hayatının her anında ve ibadetlerinde dengeyi, düzeni kendisine şiar edinmelidir.

Yeryüzünü inşa ve imar için gönderilmiş olan insanın günümüzde bu vazifesini layıkıyla yerine getirememesi aksine tahrip ve imha faaliyetleri içeresinde olmasını nasıl değerlendirirsiniz?

Dünyanın imar ve ıslahı öncelikle insanın ıslahına bağlıdır. Bozgunculuk eden insandan tamir değil ancak tahrip beklenir. İnsan düzgün olursa her şey düzgün olur. İnsan bozulursa her şey bozulur. Onun için Kur’an-ı Kerim’in ana konusu insan ve onun ıslahıdır. Günümüzün maddeci anlayışı ve uygulamaları insanın manevi ve ahlaki yapısını bozmuş, seküler bir anlayış, uygulama açgözlülüğü ve kazanma yarışını körüklemiş; bu ihtiras ve insafsız yan inşa değil imhaya yol açmıştır. Sonsuz olan arzular, sonlu imkânlarla tatmin edilemez. Allah’a ve ahirete inanmanın verdiği huzurdan mahrum olan insanlık yedikçe acıkmanın, kazandıkça kaybetmenin buhranını yaşıyor. Günümüzde de yaşadığımız bunalım öncelikle iman bunalımıdır.

Rabbimizin insana verdiği onur ve saygınlığı muhafaza etmek, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hadislerinde de geçen “hayırlı insan” çizgisine erişebilmek için hangi erdem ve değerleri kendimize düstur edinmeliyiz?

Hz. Peygamber (s.a.s.) “İnsanın en hayırlısı insanlara en faydalı olandır.” (Buhari, Mağâzî, 35.) buyurmuş. Cenab-ı Allah da: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz...” (Âl-i İmran, 3/110.) Hayırlı olmak öncelikle düzgün ve sağlam bir imana ve yararlı amele bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’de elliden fazla yerde imanla yararlı amel birlikte zikredilmektedir. Hayırlı insan olmak için hayırlı ve yararlı iş yapmak, maddi çıkar sağlamanın ötesinde Allah’ın rızasını, insanların duasını kazanmayı hedeflemek gerekir. Bakara suresinin 177. ayetinde erdemli işler sayılırken iman esaslarından sonra yakınlara, yoksullara, yetimlere, yolda kalmışlara yardım etmek, köleleri hürriyete kavuşturmak, namaz kılmak, zekât vermek, sözünde durmak, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabretmek sayılıyor. Kuru söz ve şeklî ibadet erdem değildir. Dindarlığın gerçek ölçüsü samimi ve doğru iman, yararlı ve hasbi ameldir.

Ayette belirtilen “en hayırlı ümmet”in vasıfları arasında “iyiliği emretmek, kötülüğü men etmek” sayılmaktadır. Emretmek ve yasaklamak güçlü olmayı gerektirir. Güçsüzler emredemez. Burada da dolaylı olarak Müslümanların her yönden güçlü olmaları istenmektedir. Hadis-i şerifte de belirtildiği gibi “Güçlü mümin Allah katında daha hayırlı ve sevimlidir.” (Müslim, Kader, 34.) Erdemi yaşatmak ve güçlü kılmak için erdemlilerin her alanda güçlü olmaları gerekir.