Makale

KIBRIS’IN “KUZEYİ” BİZİZ

KIBRIS’IN “KUZEYİ” BİZİZ

F. Hilâl FERŞATOĞLU

İstanbul Kadıköy Vaizi

Dört bin yıllık tarihiyle Roma, Bizans gibi büyük devletlere ev sahipliği yapan Kıbrıs, Salahaddin Eyyübi’nin fethiyle Kudüs’ten ayrılan Lüzinyanlara ve Venediklilere mesken olduktan sonra Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getiren Osmanlılar tarafından fethedilir (1570).

Fetihten sonra adada farklı din mensuplarının sosyal hayatta komşuluk ilişkileri içinde yaşadıkları huzurlu bir toplum yapısı oluşturulur. Ta ki 1829’da Yunanistan bağımsızlığını kazanıp Kıbrıs Rumları arasında kilise öncülüğünde Enosis hayali -Yunanistan’la birleşme- ortaya çıkana kadar.

Osmanlı-Rus savaşı sonrasında zor bir sürece giren Osmanlı Devleti İngiltere ile yaptığı savunma ittifakı neticesinde Kıbrıs’ın idaresini geçici olarak İngiltere’ye bırakır (1878). İttifak anlaşmasıyla Kıbrıs’ta Osmanlı egemenliğinin sürekliliği ve ada halkının hakları güvence altına alınır ancak 307 yıl süren Türk yönetimi fiilen bitmiş olur. Kısa zaman sonra da I. Dünya Savaşı patlak verecek ve İngiltere Kıbrıs’ı resmen ilhak edecektir.

İngiliz idaresi döneminde Rumlar Enosis faaliyetlerine devam ederler. Yönetimin müsamahakâr tutumundan güç alarak savunmasız Türklere saldırılarda bulunurlar. İki halk karşı karşıya gelir. 1959’da İngiliz idaresi son bulur, Türkler ve Rumlar Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit statüye sahip halklarıdır artık. Ancak bu durum terör ve toplu katliamları durdurmaya yetmez.

Temmuz 1974’te Yunanistan Kıbrıs’ın ilhakını ilan eder. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Evvelce de müdahale girişiminde bulunan Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs’a harekât düzenler. Dört günde 498 şehit verdiğimiz zorlu harekât başarıyla tamamlanır, adanın yüzde otuz beşi ele geçirilerek, bugünkü kuzey güney sınırı çizilir. Kıbrıs Türklerine nefes aldıran bir barış dönemine girilir ve 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilir.

Lefkoşa

Adanın tarihî başkenti Lefkoşa, Beşparmak dağlarıyla Karlıdağ arasında kalan düzlükte kurulmuştur. Lüzinyan hanedanı zamanında yapılan şehir surları, Osmanlılara karşı daha güçlü bir savunma için Venedikliler tarafından yıkılarak yeniden inşa edilse de Osmanlı’nın fethine mani olamamıştır.

Vakıflar kurularak imar faaliyetleri başlatılır Lefkoşa’da. Mevcut yapılar maksada uygun şekilde dönüştürülür, yenileri inşa edilir. Fetihten on on beş yıl sonra şehre gelen Batılı seyyahların anlattıklarına göre Lefkoşa camileri, çeşmeleri, çarşı ve mahalleleriyle bir Anadolu şehrinden farksızdır.

Lüzinyanlar döneminde adada Katoliklik hâkim mezhep hâline getirilmiş ve Lefkoşa’nın merkezine görkemli Saint Sophia Katedrali inşa edilmiştir (1326). Osmanlı’nın fethinden sonra onarılan gotik katedral minber, mihrap ve kademeli yükselen iki minare ilave edilerek camiye dönüştürülür (Selimiye Camii). Zengin süslemeli ana girişi muhteşem, vitraylı yüksek camlarıyla dikkat çeken iç mekânı sade ve heybetlidir.

Büyük Han, Kıbrıs’ın fethinden hemen sonra yaptırılan özgün Osmanlı eserlerindendir (1572). Klasik Türk han mimarisiyle kesme taştan inşa edilen yapı iki katlı, 68 odalıdır. Dört tarafı sivri kemerli revaklarla çevrili avlunun ortasında sekizgen planlı, kubbeli, fevkani bir mescit vardır. Büyük Han’ın restoran ve kafe olarak hizmet veren şen avlusu, geleneksel ürünlerin ve el sanatlarının satıldığı dükkanları daha ziyade ana vatandan gelen turistleri ağırlıyor bugün.

Lefkoşa’nın bölünmesi Türkler ve Rumlar arasındaki gerginliğin ve şiddetin arttığı 1964 yılında gerçekleşir. Dönemin BM Barış Gücü komutanının harita üzerine yeşil bir kalemle çektiği sınıra “yeşil hat” denir. Sur içindeki eski şehrin büyük kısmı Türk tarafında kalır. Yeşil hattın kuzeyindeki Arap Ahmet Paşa mahallesi Osmanlı zamanında kurulmuştur. Bu nezih mahallenin dar sokaklarına dizilmiş ahşap kapılı, boyalı panjurlu, çift katlı beyaz evleri arasında kubbeli ve tek minareli Arap Ahmet Paşa Camii Kıbrıs Türk mimarisinin en güzel örneklerinden.

Lefkoşa’nın tarihî mirasının başlıcaları arasında II. Mahmud Kütüphanesi, Bedesten, Haydar Paşa Camii (St. Catherine Katedrali), Büyük Hamam ve müze olarak hizmet veren Lefkoşa Mevlevihanesi sayılabilir. Meydanlarında salınan hurma ve palmiye ağaçları, yasemin kokulu sakin sokakları, köşe başlarında insanın aklını başından alan rengârenk begonvilleriyle şirin ve mütevazı bir başkent Lefkoşa.

Girne

Adanın kuzeyinde eski bir liman şehri Girne. Bizans döneminde Arap akınlarından korunmak üzere inşa edilen dikdörtgen planlı Girne Kalesi limana hâkim bir tepe üzerine kurulmuş. Lüzinyanlar döneminde genişletilen, Venedikliler tarafından güçlendirilen kale 1570’te çatışma olmadan Osmanlı’ya teslim edilmiş. Kuzeybatı burcuna çıkıldığında manzara kartpostal gibi: Lüzinyanların ticaret limanı olarak inşa ettikleri Girne limanı ve ona sığınmış balıkçı tekneleri, tarihî deniz feneri ve limanı kucaklamış gibi duran taş binalar… Limanı saran tarihî binalar arasında Kıbrıs beylerbeyi Cafer Paşa tarafından yaptırılan kesme taştan, tek minareli Cafer Paşa Camii tüm sadeliğiyle göze çarpıyor.

Beşparmak dağlarının sarp kayalıklarına oturtulan St. Hilarion Kalesi, ilk kez Bizans döneminde yapılmış ve yaklaşık 500 yıl şehrin savunmasında başat rol oynamış. Lüzinyan döneminde hem asker hem sivil sakinleri olan kale Kudüs’ü terk edip Kıbrıs’a gelen St. John şövalyelerinin de meskeni olmuş. Görkemli kalenin uzaktan silüeti esrarengiz. Girne’yi ve Akdeniz’i 700 metre yüksekten gören manzarası ise müthiş.

Girne’de hatırlarda yer tutan bir başka güzel eser Beylerbeyi köyündeki Bellapais Manastırı (1205). Beşparmakların eteğinde yüksek bir kayalığa Lüzinyanlar tarafından gotik tarzda inşa edilmiş. Avlusunu hurmalar, serviler, mandalina ve portakal ağaçları süslüyor. Balkonu seyirlik: Yemyeşil Girne ve masmavi ufuklar… Venedikliler zamanında Katolik kilisesi olarak kullanılan manastır, Osmanlılar tarafından adada yaşayan yerli halk için Ortadoks kilisesine dönüştürülmüş.

Gazimagosa

Magosa Kıbrıs’ın en tarihî şehri denebilir, her dönemden izler taşıyor. Merkezin 6 kilometre kuzeyinde bulunan Salamis antik kenti (M.Ö. 11), tiyatrosu, gimnasyumu, agorası, hamamı ve havuzlarıyla bir zamanların ihtişamını gözler önüne seriyor.

Lüzinyanlar döneminde yapılan iç kale ve şehri çevreleyen surlar, Venedikliler zamanında Osmanlı saldırılarından emin olmak için sağlamlaştırılmış ve savunmada denizden yararlanmak üzere etrafına geniş kanallar açılmış. Bu surlar Ortaçağ askeri mimarisinin en güzel örnekleri arasında kabul ediliyor. İç kaleye Othello Kalesi adı verilmesinin sebebi Shakespeare’in Othello adlı eserindeki (1604) hikâyenin burada geçtiğine inanılması. Oyunda “Kıbrıs’ta bir liman”dan bahsedilir ve vakıa Ortaçağ Kıbrısı’nın bilinen en büyük limanı Magosa limanıdır.

Magosa’daki en muhteşem eser, eski şehrin merkezinde bulunan Lala Mustafa Paşa Camii’dir. (Saint Nicola Katedrali) Lüzinyanlar tarafından 1312’de inşa edilen katedral Yakın Doğu’da gotik üslubun en önemli eseri olarak kabul ediliyor. Fetihten sonra mihrap, minber ve gotik mimariyle son derece uyumlu bir minare ilavesiyle camiye çevriliyor. Ön cephesi ve girişi zengin süslemelerle bezenmiş, sade iç mekanı yüksek sütunlarla neflere ayrılmış mabedin işçilikli yüksek pencereleri göz alıcı güzellikte.

Magosa’nın önemli eserleri arasında Namık Kemal Meydanı’nda bugüne çok az bir kısmı kalan Lüzinyen Sarayı da sayılıyor. Bu saray Osmanlı döneminde karakol ve hapishane olarak kullanılmış. 1873 yılında Kıbrıs’a sürgün gelen Namık Kemal 38 ay burada kalmış. Meydana yakın St. Peter ve St. Paul Kilisesi, fetih sonrası cami, İngilizler zamanında tahıl ambarı olarak kullanılmış, günümüzde ise kültür merkezi.

Osmanlılar tıpkı Venedikliler gibi Magosa’yı askerî bir merkez olarak kullanmayı tercih etmişler. İngilizler de II. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında şehri donanma üssü olarak kullanmışlar. Askerlik ruhuna işlemiş Magosa’nın: Barış Harekâtı’nda 6-7 bin kişi tarafından kahramanca savunulması sebebiyle Gazi unvanını alıyor.

Maraş

Magosa limanının hemen güneyinde, sur dışında Rum ağırlıklı nüfusun yaşadığı bir varoş olarak kurulan Maraş, Barış Harekâtı sırasında, savunmasız Türklere yıllardır yapılan zulümlerin aynısı Türk askeri tarafından kendilerine yapılacak zannıyla Rumlar tarafından boşaltılıyor ve bölge Türk askerinin kontrolüne geçiyor. Barış sonrasında her iki tarafın da üzerinde hak iddia etmesiyle çözülemeyen bir düğüm olarak kalıyor Maraş. 45 yıldır “Girilmez” levhalarıyla sivil halka kapatılan hayalet şehir, savaşın ve anlaşmazlıkların bir simgesi olarak kaderine terk edilmiş bekliyor.

Akdeniz’in sonsuz mavisiyle kuşatılmış bu güzel ada kuzey sahillerinden Torosların rahatlıkla görülebileceği kadar yakın ana karasına. Altın renkli kumsalları, pırıl pırıl deniziyle bir tabiat harikası. Bereketli topraklarında nefis narenciyelerin, narların yetiştiği Güzelyurt, Lefke, bir şahadet parmağı gibi uzanmış tevhidi söyleyen Karpaz yarımadası Kuzey’de görülmesi gereken yerler arasında. Kıbrıs için söylenecek ne çok şey var. Ne kadar tanıdık ne kadar bizden… Toprağının muhafazası nasıl bize aitse kültürü ve dini de bize emanet. Öyleyse ver elini Kıbrıs.